Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

ABD: Yaralar devresi

İmparatorluklar yaralanır ve ölür, imparatorluklar düşer ve yıkılır, tarihin en güçlüsü olan Amerikan imparatorluğu da bir istisna değil. Yaralara verdiği tepkiler farklı olsa da daha önce de yaralanmıştı. ABD'nin bugün yaptığı tek şey ise dünyadan geri çekilmek ve kendi içine kapanmak.
ABD, Pearl Harbor'da yaralandı ve yanıtı İkinci Dünya Savaşı'na kesin bir şekilde dahil olmak oldu. ABD Vietnam’da yaralandı ve cevabı geri çekilmek oldu. ABD 11 Eylül’de yaralandı ve karşılığı teröre karşı savaş oldu. ABD daha fazla yara almamak için dünyadan çekilmesinin kendisini koruyacağına inanıyor, ama tarihin mantığı bunun tam tersini söylüyor.
ABD başka yaralar da aldı; Lübnanlı Hizbullah unsurları Amerikan deniz piyadeleri üssüne ve 1983’de Beyrut büyükelçiliğine bomba yüklü araçla saldırı düzenlediklerinde, Başkan Reagan kuvvetlerini çekme kararı aldı. El-Kaide teröristleri Somali’de bir Amerikan “Black Hawk” helikopterini düşürdüklerinde, Başkan Clinton kuvvetlerini çekmeye karar verdi. Bunun çok örneği var.
ABD'nin Afganistan'dan çekilmesi ve onu Taliban'a teslim etmesi yenilgi olarak yorumlanacak. Taliban, el-Kaide ve DEAŞ, terörde diretildiğinde, kararlı olup sebat edildiğinde ABD’nin tüketilip bitkin düşürülebileceğini çok iyi öğrendiler. Tüm köktendinci ve terörist hareketleri etkisi altına alan bu duygu, dünyanın önümüzdeki yıllarda tanık olacağı ve maalesef ABD'ye de ulaşacak yaraların en büyük tetikleyicisi olacak.
Bu bağlam olayları öngörmüyor. Ancak gelecekte olacaklara hazırlık olarak bugün inşa edilen uluslararası bir siyasi ve güvenlik ortamı var. Tarihin mantığı, yaralar devresinin geri dönmesi için gereken her şeyi sağlıyor.
ABD, dış savaşlarında her zaman bu savaşlarını etik, ilkeler ve ideallerle ilişkilendirmeye hevesli oldu. O, özgürlük ve demokrasi için savaşıyor ama ABD'nin hiçbir başkanı, partisi ve akımı dünyaya uğrunda savaştıkları ya da yaymak istedikleri özgürlük ya da demokrasinin anlamı hakkında ciddi ayrıntılar vermediler.
Başkan George Bush, teröre karşı savaş ilan ederken vaat ettiği demokrasinin anlamını tartışmadı. Başkan Barack Obama, “Arap Baharı” olarak bilinen süreçte Arap ülkelerine ve halklarına karşı durduğunda ve köktendinci gruplarla ittifak kurduğunda vaat ettiği demokrasinin anlamını tartışmadı.
Ne karar verici ne de Batı ve bilhassa Amerikan düşüncesinin yapıcısı, demokrasi vaadiyle ilgili kaçınılmaz felsefi, tarihi ve politik soruları tartışmaya ihtiyaç duymaz. Her zaman ve mekan için geçerli ve köktendinci grupların deyimiyle hazır ve eksiksiz bir modelden bahseder. Öyleyse neden tam bir vizyon ve kesin cevaplar sunmadan demokrasi vaat ediyorlar?
Cevabın çeşitli boyutları var ve bunlardan ikisi en önemlisi. Birincisi, basit ama çok önemli bir fikri kendisine ileterek Amerikalı seçmenin desteğini kazanmak. O da Amerikan imparatorluğunun ahlaki bir üstünlüğe ve dünyaya iletmek istedikleri, barış ve savaş kararlarına temel oluşturan ahlaki bir mesaja sahip olduğudur. İkincisi, her ABD yönetiminin kendi zamanında belirlediği çıkarlara göre, bazı ülkeler üzerinde diğerlerine uygulanmayan bir seçici baskı uygulamak.
Örneğin, İran rejimini Arap ülkeleriyle karşılaştırmak, hiçbir akıl ve mantık ölçütü altında ve hiçbir nedenle mümkün değil. Bu nedenle, ABD'nin bölge ülkelerine yönelik politikaları gözlemlendiğinde taşıdığı çelişki, araştırmacının ve incelemecinin gözünden kaçmaz. İran’ın teokratik demokrasi formaliteleri, konu bilişsel ve bilimsel boyutlarıyla gündeme getirildiğinde ancak bir göz boyamadır.
İran rejimi bariz bir şekilde daha açık bir aşırılığa yöneliyor. Rejimin liderliği için terör ve diktatörlük geçmişleri bilinen kanlı sembolleri yeniden üretiyor. İran rejimi mevcut ABD yönetiminin uğursuz ve eksik nükleer anlaşmaya geri dönmek için gösterdiği tüm çabalara kayıtsız, çünkü basitçe kendisini buna karşılık vermek zorunda görmüyor. Gördüğü hoşgörü, onu hoşgörülü olmaya değil daha katı olmaya itiyor. Devrimin ilkelerini, milisleri ve terörizmi destekleme stratejilerini, nüfuzunu genişletmeyi, devletlerin içişlerine müdahale etmeyi amaçlayan politikalarını gözden geçirmeye değil, daha fazla ideolojik katılığa sevk ediyor.
El-Kaide'nin Afganistan'dan ABD'ye karşı düzenlediği 11 Eylül terör saldırılarının ardından Başkan Bush yaptığı konuşmada; “Yorulmayacağız, tökezlemeyeceğiz ve başarısız olmayacağız” demişti. ABD'nin oradaki savaşını "bitmeyen görev" olarak nitelendirmişti. “Ülkemizde aldığımız bu yarayı asla unutmayacağız” diyerek sözlerini tamamlamıştı. ABD 20 yıl sonra yarasını unutmadı ama inanılmaz bir hızla geri çekildi ve Taliban'ın aynı hızla geri dönmesine izin verdi. Resmi basın toplantıları ise yalnızca önemli sorulardan kaçışa dönüştü.
ABD'nin Afganistan'dan çekilmesini Taliban ve terör örgütleri nasıl yorumlayacak? Mevdudi'nin söyleminin ideolojik ve siyasallaşmış öğrencileri, köktendinci savaşçılar, orta çözümleri tanımaz, diplomasiye ya da demokrasiye inanmazlar. Ama basitçe ABD'nin yenildiğini ve hayal kırıklığı içinde ayaklarını sürüyerek geri çekildiğini söyleyecekler. Bu onlara, etkileri önümüzdeki yıllarda netleşecek olan örgütü yeniden organize etme, terörü barındırma ve destekleme konusunda itici güç ve kudret verecek.
Bu daha önce de oldu. Başkan Bush “Decision Points” (Karar Anları) adlı anılarında şöyle diyor; “Teröristlerin ciddi bir karşılık vermememizi bir zayıflık işareti ve daha küstah saldırılara davet olarak yorumladıkları açıktı. El-Kaide’nin mesajları sık sık geri çekilmelerimizi, Bin Ladin’in deyimiyle Amerikalıların 24 saatten daha kısa bir sürede kaçmaya zorlanabilecek kağıttan kaplanlar olduğunun delili olarak gösteriyordu”.
Bush döneminin sona ermesinden sonra, terörizmi yenmenin Müslüman Kardeşler gibi siyasi İslam gruplarındaki köklerini yenmeyi gerektirdiği aşikardı. Ancak bu görev Obama yönetimine ağır geldi ve tam tersini yapmaya karar verdi; “köktendinci bahar” döneminde bu gruplarla ittifak yapmak, Arap ülkelerinde onlara iktidarı ve yönetimi vermek. İran rejimiyle “nükleer anlaşma” imzalamak ve sadece bölge ülkelerine değil, dünyaya yönelik tüm düşmanca politikalarına sessiz kalmak.
Obama'nın geri çekilmeci ve izolasyoncu vizyonu, dünyanın jandarması rolünden vazgeçmesi, Rusya ve Çin gibi rakip ülkeler tarafından doldurulan jeopolitik boşluklar yarattı. Başkan Trump döneminden sonra bugün bu vizyona geri dönüş, bölgede ve dünyada, sonuçları ve etkileri uluslararası sahnede ortaya çıkmakta gecikmeyecek yeni bir köktendinci dönemin kapılarını aralıyor.        
Son olarak, öncü ve ılımlı Arap ülkeleri siyasi İslam gruplarını terörist olarak tasnif etmeseydi, şimdi minberler bu zafer ile uğuldar, kendisiyle ilgili fetvalar verilir ve ABD'nin geri çekilişiyle ilgili şiirler yazılırdı. Dini duygular harekete geçirilir ve bu sefer Batı ülkeleri, Afganistan ve İran'dan takipçiler seferber edilirdi.