Abdurrahman Raşid
Suudi Arabistan’lı gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni
TT

Afganistan’ın sonu İran gibi mi bitecek?

Taliban üzerine iddiaya giren ve ona yatırım yapanlar iki kere düşünmeli. Zira dini rejimlerin çoğu, fikirleri ve devlet yönetimini birbirinden ayıramadıkları için çöktü. Bu yılki Taliban, 1996 yılında iktidarı ele geçirdiği zamanki Taliban'dan farklı görünüyor. Ancak hala kendi kendini imha etme risklerini taşıyor. Bu, komünist, Baasçı ve İslami ideolojikleştirilmiş rejimlerin çoğunun bir geleneğidir.
Bugün Kabil'de olanlar ile 1979'da Tahran'da olanlar arasında pek çok benzerlik olduğunu farkediyoruz. Mollaların ülkeye girmesiyle Ayetullah Humeyni geldi. Humeyni o yıl çok popülerdi. Tahran sokakları Humeyni’yi karşılamaya ve Şah rejiminin değiştirilmesine can atan yüz binlerce İranlı ile doluydu. Humeyni’nin gelişinden memnun olanların çoğu milliyetçiler, solcular veya değişime hevesli sıradan vatandaşlardı ve çok azı Humeyni ve din adamlarının liderliğindeki muhalif İslami harekete mensuptu. Bu kişilerin Paris'ten Air France uçağında Humeyni ile birlikte gelen dini rejim hakkında bir bilgileri yoktu.
İran'ın ilk Cumhurbaşkanı Ebu'l Hasan Beni Sadr, kravat takmayan ancak aynı zamanda sarık da takmayan orta derece bir dindardı. Ne seyyid idi ne de şeyh. En öne çıkan bakanı Kutbizade, dünyanın dört bir yanında televizyon ekranlarını dolduruyordu. Batıdakiler Humeyni’nin kim olduğunu anlamakta güçlük çekiyordu. İslam’daki çoğu din adamları gibi sürdürdüğü münzevi hayatı, Batıdakilerin Humeyni’yi hoşgörülü ve alçakgönüllü Gandi sanmalarına yol açmıştı. Ne var ki, İranlılar ve aynı şekilde Batı sonraki üç yıl içinde, Humeyni’nin dünyadan nefret eden aşırılık yanlısı bir karakteri olduğu gerçeğini keşfetti. Beni Sadr ülkeden kaçtı, Kutbizade idam edildi ve din adamları bugüne kadar bu hüküm üzerinde uzlaştı. Orta Doğu'nun en uygar ve sanatıyla nam salmış liberal Tahran halkının hayatı cehenneme döndü. Kum'un vahşi adamları kontrolü ele geçirdiler. Solcular gözden kayboluncaya dek on binlerce darağacı kuruldu. Kadınlar kendilerini evlere kapattı. Tiyatrolar, sinemalar ve sanat evlerinin kepenklerine kilit vuruldu.
Taliban yeni değil. 1990'larda onun yönetimi altında yaşayan Kabil'in yaşlıları bunu biliyor. Geçtiğimiz hafta Taliban Hareketi yönetimi ele geçirdikten sonra adamları, eski Taliban ile aynı yüz ve kıyafetlerle ancak farklı bir dil ile ortaya çıktılar. Medya Taliban’ın hoşgörülü açıklamalarını tekrarladıktan sonra dünya yavaş yavaş daha önce ve şu anda söylenenlerin yalnızca Taliban’ın geri dönüşüne zemin hazırlamak ve en az çatışma ve kayıpla devleti kuşatmak için düzenlenmiş PR (halkla ilişkiler) çalışması olduğunu farkediyor. Gerçek şu ki, Taliban değişmedi ve değişmeyecek aksine inanmak zor ya da bu yılın sonuna kadar izlemeliyiz.
Taliban'ın liderleri ve savaşçıları, kıyafetleri ve dış görünüşleriyle, modernitenin kılığına girmiş diğer İslami gruplardan daha çok kendilerini belli ediyor. Ancak tıpkı bu gruplar gibi başkalarına destekçi-karşıt, siyah-beyaz ve Müslüman-kafir olarak bakıyorlar. Tunus'taki Nahda Hareketi, Mısır'daki İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler), Sudan'daki İslamcı milliyetçiler, Lübnan'daki Hizbullah ve Yemen'deki Husiler hepsi siyasi dinci gruplardır. Taliban Yemen'deki Husilere daha yakın olabilir. Zira Taliban’da da kabile bağlılığı önemli bir rol oynuyor, ancak sivil açılıma düşman olan ideolojikleştirilmiş bir dini kutu içerisinde kalıyor. Dinlediğim pek çok Afgan, bugün televizyonlarda görülen Taliban’ın gerçek Taliban olmadığını düşünüyor. Taliban'ın kadrolarının çoğu -savaşçılar- radikal dini okullardan mezun olan gençlerden oluşuyor. Ülkenin yönetimini, mahalleleri, sokakları, okulları, camileri, medyayı kontrol edecek olan kişiler bu gençler. Bu noktada ülkenin önümüzdeki yıllarda nasıl olabileceğini tahmin edebiliriz. Muhtemelen aşırılık yanlılarının yükselişiyle eski liderler yavaş yavaş sahneden kaybolacak. İktidara gelen ya da iktidara katılan İslami hareketlerin çoğu böyle bir mücadele yaşadı. Aşırılık yanlılarının karar alma merkezine egemen olması ve ılımlı liderlerin -tabi söz konusu partilerin kendi içinde bir çeşitlilik yelpazesi taşıdığını varsayarsak- dışlanması tekrar tekrar yaşandı.