Ömer Özkaya
Yazar
TT

Dönesans mı post Rönesans mı?

Hollywood, bilimin insanla oynaması sonucu oluşan insandışı varlıklarla ilgili ciddi filmler yapmıştır. İnsanla yani insanın DNA’sı ile oynamanın ve genetik bilimi ile kadim canlılara yeniden yaşam ve ruh vermenin insanlık için ağır sonuçları olabileceğini değişik biçimlerde filmini çekerek gündeme getirmiştir.
Batı’da virüsler ile ilgili yazılı ve görsel külliyatın bolluğu, küresel bir felaket olarak ortaya çıkan pandemi ile birlikte bütün insanlığın, bilimin, teknolojinin ve tıbbın zirvesinde olan Batı ülkelerini izlemeye başlayacağı ortadaydı. Acaba batı ülkeleri ne yapacaklardı?
Birçoğu tam kapanma, ciddi sosyal ve ekonomik yardımlarla uluslarının yanında oldu. Bilimin ve teknolojinin merkezinde salgın yayıldıkça ülkeler kapandı. Küresel ekonomik sistem ve ulusal ekonomiler yoğun sarsıntılar geçirdi. Bireyler, ekonomik, ailesel, eğitimsel ve sağlıksal, sosyal, psikolojik ve moral çöküntüler yaşadılar ve yaşamaktalar.
Salgın hastalığının aşısının bulunması için yoğun çabalar harcanırken, Almanya, İngiltere, Rusya ve Çin’in aşı çalışmaları gündem olmuştur. Sonuçta Alman aşısının küresel kabul göreceği bir dizi göstergeler ön plana çıkmaktadır. Genetik mühendisliği ve bilimi ve biyoteknoloji alanında Almanların geçmişten gelen bir ağırlığı olduğu için süreç şaşırtıcı değildir.
2000 yılı Haziran ayında ABD Başkanı Bill Clinton, insan genom projesi ile kameraların karşısındaydı. Bu tarihsel andan itibaren dünya sürpriz sayılabilecek sayısız olay yaşadı ve yaşamaktadır. Akabinde Çin’in Dünya Ticaret Örgütü'ne üyeliği sonrasında ise küresel denklemler ve dengeler öngörülemez bir biçimde bozulmuştur.
Böyle bir süreçte Batı’nın geleceği ile ilgili distopyalarda patlamalar yaşanmıştır. Batı'nın çöküşünü senarize eden ve analiz eden entelektüel popülasyonu, Rönesans'ın tersi bir Dönesans süreci başladığını saptama yoluna yönelmiştir.
Batı'nın en güçlü ülkesi ABD ve yine Batı'nın teknolojik liderlerinden Almanya ya da AB arasındaki tanımlanamayan ilişkiler serisi, NATO’nun tartışılması, yani Batı kavramı ve birliğinin dağıldığı imajı, “Batı Dönesans mı yaşıyor?” sorusunu da yaratmış oldu. Aynı Batı şimdi bir yandan aşı diplomasisi ve aşı spekülasyonları ile “Dönesans mı post Rönesans mı?” sorusunu parlatmaktadır.
Alman Biontec aşısının ABD tarafından total onay görmesi, Alman aşısına küresel resmi aşı unvanını vermek üzeredir. “ABD ve Almanya eksenindeki tıp diplomasisi, ABD kaynaklı genom teknoloji ve bilimleri ile işbirliği süreci başlatır mı başlatmaz mı?” sorusu ekranlarda dikkatle izlenmektedir.
Salgın aşılarının dünya nüfusunu, özellikle aşılamanın çok yaygın olduğu Batılı nüfusu çok kısa sürede azaltacağına yönelik öngörü ve spekülasyonlar ise ikincil ülkelerde zirve yapmaktadır. İlginç olan aşının kitlesel ölümlere sebep olarak Batı'nın nüfusunu azaltacağını ileri sürenler de Batılılar. “Aşı, Batı’da kitlesel ölümlere sebep olacaksa, neden aşı olalım ki?” yargısı, aşıya karşı kampanyayı destekliyor.
Yani birçok Batılı’nın salgın önlemleri ve aşı karşıtlığı zihinlerdeki soruları artırmaktadır. Aşılar bağlamında gelişen tartışmaların giderilmesine yönelik girişimlerin zayıflığı bir başka sorundur. Kamu otoritelerinin salgın stratejilerinin de henüz tam şekillenmemiş olması ayrı bir şüphe alanı üretmektedir.
Bütün bu kaosun içinde Afganistan'da yaşananlar, radikal dinsel terör saldırıları salgınının yeniden gündeme gelmesine neden olmaktadır.
Batı’nın bu uzun süreçteki tüm endişesi, post Rönesans ve post Reform süreçlerini yoğun bir enerji vererek başlatıp başlatamayacağıdır.
Bu bağlamda ABD, NATO ve bileşenlerinin Afganistan’dan çekilmeleri ile başlayan terör sarmalının hedefi ve/veya hedefleri netleştikçe küresel gelişmeler giderek hız kazanacaktır. Fakat şu aşamaya kadar aşıda öngörüler tutturulamamıştır, bundan sonra da belirsizlik devam edecektir. ABD’de FED’in varlık alımlarını azaltacağını planlaması, Fransa’nın işletmelere yönelik salgın desteklerinin bir bölümünü kaldıracağını açıklaması, salgının kontrol altına alındığını düşündürtse de, salgının bugüne kadar ki seyri daha yüzde birlik dilimi bile görmediğimiz yönünde veriler ortaya koymaktadır.
Bu esnada Afganistan'da beliren radikal dinsel örgütler arasında etkinlik, ideoloji ve anlayış rekabetinin ve çatışmanın gelişecek olması, Batı’ya yönelik mülteci akını insan genom projelerini mülteciler ve hedef coğrafyalar için gereksiz hale getirecek içeriktedir.
Dolayısıyla Batı'nın küresel üstünlüğünün ömrü konusundaki tartışmalar ve analizler, nesnel olmaktan çok uzaktır. Hem nesnellik hem de vizyon sorunu olan ve Batı karşıtlığı da içeren Batı'nın, Batılılar tarafından ortaya atılan çöküşü senaryoları Dönesans ile sonuçlanacak mı sorunsalını aydınlatamaz.
Afganistan’da gerçekleşen geri çekilmenin Batı’nın ve dünyanın (ilerleyen süreçte gerçekleşecek saldırılarla birlikte-ABD öngörüsü) tümünde bir korku üretip üretmediğini zaman gösterecektir.
Batı için bir Dönesans olgusu söz konusu olacaksa bunun miladını belirleyecek kök olayın saptanması önem kazanmaktadır. Batılıların küresel askerî, siyasal uluslararası operasyonlarında yerel personel olarak çalışanların, bünyelerinde çalıştıkları ülkelere transferleri aslında en derinlikli strateji içeren eylemlerdir. Batı’nın bu konudaki başarısı Dönesans mı, post Rönesans mı sorusuna yanıt oluşturacak bölgede önemli yer tutmaktadır.
Küresel bilimsel, teknolojik, askerî ve ekonomik dizaynın doğal topografyasının ortaya çıkan kısmı, ülkelerinden ümit kesmiş, yüz milyonlarca kaybetmiş nüfus üretmiştir. Bu ümitsiz yığınlar, Batı'nın demografik tüm sorunlarını çözecek ve uyumu çok yüksek olacak kitleler vaat etmektedir. Kültürel, dinsel ve ırksal uyumsuzluk sorununu minimum düzeye indirecek böylesi bir ortam Dönesans’ın önlenebilir olmasını olanaklı kılabilir.
Aynı şekilde Batı’da artık Alman, İngiliz, Fransız, Amerikalı ve İtalyan vatandaşı olmuş ve bunu tümüyle içselleştirmiş bir kitle, ülkelerine dönüp Batı adına bir "Fetih" gerçekleştirirlerse Dönesans’tan değil de post Rönesans’tan bahsedebiliriz.
Dinsel kimliklerin dinsel hukuk ve özgürlük alanlarını güvence altına alıcı bir boyutu olduğu yönündeki aldatıcı inanç, bir şekilde uluslararası politikaya dönüşme eğilimi gösterince Daeş’in servis ettiği esirleri yakma şovları, tarihte Madrid’teki Yahudi yakma törenleri Auto de fe, yani inanç gösterilerini ironik biçimde anımsattı.
Aynı psikoloji, 11 Eylül terör saldırılarında haçlı seferleri söylemi ile Batı’da uç vermişti. Dinsel perspektiflerin dinsel savaşlara döndüğü zamanlar çok uzağımızda değildir. Yeni bir Rönesans çağı önemli oranda dinin toplumsal konumunu titizlikle korumaktan geçmektedir.
Avrupa’nın mültecilere yönelik önlemleri bağlamında ördüğü duvarlar, ne yazık ki, dinsel ve kültürel sınırları da belirleme altyapısını da içermektedir.
Bu sınırlar yükseldikçe yani kültürel ve dinsel kimliklerin zayıf ve öznel tanımları ile dünyanın geri kalanından soyutlandıkça Dönesans eğilimi artacaktır.
Avrupa ve Batı’nın dışlayıcı kültürü büyük şans eseri tam olarak çalışma olanağı bulamamıştır. Bu güçsüzlük kalburun telleri arasından Yahudi ve Araplar’ın geçmesi ile bilim transferine sebep olmuş ve Rönesans ve Reform gerçekleşebilmiştir.
Dinsel, kültürel, ekonomik ve kudretsel kibirler, Batılı aydının ve Batılıların en büyük sorunu olagelmiştir. Bu kibir, kamu otoriteleri ile birleşince de Dostoyevski gibi bir devin Batı eleştirileri ortaya çıkmıştır.
Batı'nın uluslararası ilişkiler galerisine yeni araçlar gerekmektedir. Bu aslında küresel bir gereksinimdir. Eski Yunandan kalma askeri, diplomatik, ekonomik ve dinsel kültürün yeniden işlenmesi ve hedef ulusları ötekileştirerek yok etme işleminin iptal edilmesi, zorunluluktur.
Genetik mühendisliği, biyoteknoloji ve insan türünü gladyatörleştirme operasyonları ile alınacak mesafeler, İkinci Dünya Savaşı’nda görülmüştür.
Roma ya da Yunan askeri kültürü ve siyasal vizyonu ile küresel bir hegemonya artık zordur. Post Rönesans için gerekli temel koşul, çok tanrılı tarihe dönmemektir. Yunan mitolojisi aynı zamanda insan genomu ile oynanması sonucu doğan mega kaosu da anlatır.
Dikkatle analiz edilirse özellikle Yunan mitolojisi, genetik mühendisliğinin ve biliminin ürettiği "tanrılar"ın evrensel öyküsünü trajik olarak verir. "Tanrılar" çoğaldıkça olağanüstü doğal afetler, sapkınlıklar, tanrısal gücün kullanımı ile oluşan trajediler, tanrıların sonu gelmez rekabetleri ve insanüstü aklın kötü kullanımı büyük yıkımlara sebep olur.
Dolayısıyla antik Yunan mitolojisinin trajedileri, kökünden kopmuş, akılsal ve ruhsal deformasyona uğramış tanrıları ve yaşamlarını, ulaşılması gereken "statüler" olarak resmetmez.
“Batı Dönesansı mı, yoksa post Rönesansı mı tercih edecektir?” sorusu öncelikle Batı'nın kaderini belirleme içeriği taşımaktadır. Bu kaderin post Rönesans olabilmesinin yolu da Batı'nın sınırlarını Meriç nehrinden değil Çin sınırından başlatmak ile mümkündür. “Bundan böyle Rönesanslar ve reformlar küresel olacaktır” saptamamız, “Bundan böyle Dönesans da küresel olacaktır” eklemesi ile anlamlı olacaktır.
Batı, antik Yunan mitolojisini taklide değil de anlamaya gereksinim duyduğunu algıladığı zaman küresel huzur da dünyada kendini gösterecektir. Mitolojileri küresel üstünlük elementleri yapmadığımız müddetçe küresel yıkımlar daha az olacaktır.