Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Bölgesel uzlaşmalar

Ortadoğu haritasında, devletlerin sınırlarının değişmesi değil de siyasi çıkar ve çıtalarının yeniden dizaynı yönünde köklü dönüşümlerle birçok değişiklik yaşanıyor. Bu değişikliklerden belki de en belirgin olanı, ABD'nin Afganistan'dan çekilmesi ve Irak ile yıl sonundan önce benzer bir çekilme konusunda anlaşması. Aynı dönemde Suriye’den kalan güçlerinin çekilmesi de mümkün.
Washington'un özellikle 11 Eylül 2001 olaylarından bu yana var olmaya alıştığı bir bölgeden bu çıkışı, bölgedeki ve muhtemelen dünyadaki birçok güç dengesini alt üst ediyor. Bizim için önemli olan, Arap-İsrail çatışmasından, sonuncusu İran'ın nükleer silaha sahip olma çabası olan (ki 2015’te ABD ve onunla birlikte büyük ülkelerle anlaşmayla sonuçlandı) nükleer silahların yayılması meselesine kadar bölgenin tüm meselelerinde var olan ve bir ağırlığa sahip büyük gücün oynadığı rolün gerilemiş olması.
2018'de Trump yönetimi altında anlaşmadan çekilmesine rağmen ABD, şimdi nükleer anlaşmayı yeniden canlandırmak için müzakerelere geri dönüyor. Bunun detayları ve geleceği, takip ve izlemeye tabi olmaya devam edecek. Ancak bizi ilgilendiren, anlaşmaya geri dönmenin, uluslararası siyasete diplomasi ve ekonomik güç açısından bakan ve askeri çatışmalardan kaçınan ABD imajını tamamlayacak olması.
Bölge ülkeleri arasında, zirvesini son Bağdat Konferansının temsil ettiği uzlaşı ve yatıştırmaya yönelik bir eğilim, ABD tarafındaki bu hareketlenmeye paralel bir değişim oluşturuyor. Konferans Irak'ı endişe verici zorluklara karşı desteklemek için düzenlenmiş olabilir, ama aynı zamanda bölge ülkeleri arasında uzlaşma yolu açmak için bir araç da oldu. Bu, Irak'ın Suudi Arabistan ile İran arasında iletişim yolunu açma rolü, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ile Katar Emiri Temim bin Hamad Âl es-Sani arasında gerçekleşen görüşmede açıkça görüldü. Konferansın ardından Türk heyetinin Kahire’ye düzenlediği benzer ziyarete karşılık üst düzey bir Mısır diplomatik heyetinin Ankara’yı ziyareti ile Mısır-Türkiye temaslarının devamı konusunda varılan mutabakatla ortaya çıktı.
İki ülke arasında zirveye ulaşan BAE-Türkiye temasları da aynı minvalde gerçekleşti. Değişikliğin kökleri, Suudi Arabistan’ın çabalarıyla düzenlenen ve "Katar krizi" denilen sorunu bitiren temellerin atıldığı Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi Zirvesi sırasında gerçekleşen el-Ula Konferansı’nın sonuç bildirgesinde yatıyordu.
Krizin detayları, neler yaşandığı ve bundan kimin sorumlu olduğu tarihçilerin alanı olacak, ancak burada bizim için önemli olan, genel olarak krizin şiddetindeki gerilemedir.
Sorun, Libya krizi sahnesinde ve Doğu Akdeniz bölgesinde medya alanında görülen gerilimin tezahürleri, diplomatik ilişkilerin kesilmesi ve jeopolitik sürtüşmelerdir.
ABD'nin bölgeden çıkışından kaynaklanan değişiklikler ve bunun sonucunda bölge ülkelerinin dizginleri ele alma ve bölgesel güvenlik düzenlemelerine elverişli bir atmosfer yaratma çabalarıyla netleşen durum, bu değişiklikleri çevreliyordu. Bunlar hakkında aşağıda konuşacağız.
Bölge ülkelerinin artık Arap olmayan bölge ülkeleri İran, Türkiye ve İsrail ile doğrudan ilişkiler yoluyla dizginleri kendi ellerine almaları dışında çok fazla seçenekleri yoktu. Bu ülkeler ile ilişkilerde iki seyir takip edildi; ilki, İsrail, Ürdün, Filistin, Kıbrıs, Yunanistan ve İtalya'yı içeren Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nu kurmak için Mısır tarafından benimsendi. Forum sadece enerji ile ilgili değil, aynı zamanda ona bağlı endüstriler ve doğalgazı taşıma, dağıtma ve sıvılaştırma yöntemleri ile ilgili çıkarlar da yaratıyor.
İkincisi, BAE ve Bahreyn, ardından Fas ve Sudan tarafından imzalanan İbrahim Anlaşmaları. Söz konusu anlaşmalar, Arap-İsrail çatışmasının ortamını ve iklimini çok çeşitli bölgesel zorluklarla başa çıkma yönünde yeniden şekillendirdi.
Dördüncü Gazze Savaşının ardından yeni bir aşamaya giren Filistin-İsrail çatışması ve bunun sonucunda ortaya çıkan gelişmelerle başa çıkmak için yeni kapılar açtı. Ancak bu yönelimlerde önemli olan, yalnızca gerilim ve sürtüşme durumundan ve dış çatışma olasılıklarından kaynaklanmıyor olmasıydı. Zira Arap iç sahası da sorunlara bölgesel çözümler bulmak yoluyla bölgesel ülkelerle ilişkilerde önemli bir itici faktörle tanıştı.
Bu faktör, Mısır, Suudi Arabistan, Arap Körfezi ülkeleri, Tunus, Fas ve Sudan başta olmak üzere ilgili Arap ülkelerinin çoğunda kapsamlı ekonomik ve sosyal reform eğilimine dayanıyor.
2015'ten bu yana ve yaklaşık 7 yıllık bir süreçte gerçekleşen bu reform süreci, bölgesel ortamı yatıştırmak için başlı başına bir itici güç haline gelen bir büyüme ve ilerleme durumu yarattı. Reform sürecine daha fazla modernleşme ve ilerleme sağlama fırsatı verdi.
Bölgedeki bu durumu, devletlerin iç işlerine saygı ve kısaca BM Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmelerde kararlaştırılan kurallara uyulması temsil etti. Bu kurallardan bahsedilmesi, birçok gözlemcide bir tür şaşkınlığa yol açtı, çünkü bu kuralların varlığı bilinse de, sık sık ihlal edilmeleri, onları Ortadoğu bölgesinde sıklıkla aldırılmayan bir tür ideal haline getirmişti. Ancak, içeride reform ve dışarıda krizleri yatıştırma “bölgesel güvenlik” hakkındaki konuşmalara kapıyı aralamış olabilir.
Bölgesel güvenlik, Arap Baharı olarak adlandırılan olaylar, ABD'nin akılsız veya kötü niyetli müdahaleleri ve Ortadoğu ülkelerinin ilişkilerindeki çatışma ortamı gibi aksaklıklar nedeniyle son 10 yılda şiddetlenen kronik bölgesel ikilemlerle başa çıkmak için bir giriş noktası olarak görülebilir.
Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi'nin Bağdat Konferansı’ndaki konuşması, mevcut uluslararası düzenin tanınması çağrısında bulunarak sorunların kökenine geri döndü. Mısır Cumhurbaşkanı'nı bu kuralları tekrar ve bu kadar net bir şekilde konferans masasına yatırmaya sevk eden neden, bu ilkeler olmadan bölgenin tüm taraflarına bölgesel güvenliğin sağlanmasının mümkün olmaması. Çünkü bu ilkeler olmadığında, sonuç kaos, iç savaşlar ve büyük güçlerin müdahalesi oluyor.
Bu bölgesel güvenlik perspektifi iki yıldan fazla bir süre önce önerildi. Amaç, bölgesel çatışmalardan kurtulmak ve onları çözüm yoluna sokmak, aynı zamanda iç reform süreçlerini dış saldırılardan korumak ve her şeyden önce tüm taraflar arasında faydalı iş birliği ilişkileri yaratmak için bölgesel bir çerçeve oluşturmaktı.
Şimdi bölgesel gerçeklik, Arap olmayan bölge devletleriyle ilişkileri tüm tarafların ortak çıkarları perspektifinden ele almaya elverişli görünüyor. Tüm bunların ana katalizörü, Irak'ta olduğu gibi Arap ülkelerinde istikrarı sağlamaya çabalayan bir Arap bağları çekirdeğinin varlığıdır. Herkese yönelik bir tehdit olarak terörle mücadeledir.
İster Doğu Akdeniz'de ister Kızıldeniz'in kuzeyinde olsun, geniş pazarlar yaratarak Arap ülkelerindeki iç reformları desteklemektir.
Bölgesel gerçekliğe ABD’yi dışarıda bırakacak biçimde yaklaşmak, muhtemelen daha geçerli ve etkili bir yaklaşımdır.