Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Cahilliğimizi artıran sorular

Emir Şekib Arslan, “Müslümanlar Niçin Geri Kaldı Diğerleri İlerledi?” adlı meşhur kitabını doksan yıl önce yayınladı. Bu kitap, Avrupa'nın İslam dünyasına yönelik meydan okuması karşısında bilim, icatlar, askeri ve ekonomik güç gibi alanlarda yapılan tartışmalara yanıt olarak kaleme alındı. 
Ancak yüzyılın son çeyreğinde yeni sorular ortaya çıktı ve bu kitabın sorusunun başlı başına sorunlu bir bağlam yarattığı anlaşıldı. Bu nedenle ciddi bir tartışma için bundan istifade etmek yerine, baskıdan kurtulup biraz olsun rahatlamanın bir aracına dönüştü.
Bunu şöyle açıklayabiliriz:
Tartışmanın bağlamı, Avrupa'nın laiklik söylemi doğrultusunda, geri kalmanın ve ilerlemenin dinle ilgili olduğunu varsayar. Müslüman seçkinler bu iddiaya, İslam'ı geri kalmışlıktan ya da buna sebep olmaktan tenzih ederek cevap verdiler.
Bu tartışmaları incelerken, o dönemdeki tartışmanın konusunun “din” değil, “kimlik” -yani bir mensubiyet ve mensupları arasındaki bir bağ olarak İslam- olduğunu fark ettim. Bu tartışmalarda ilerleme konusu çok da önemli değildi. Batı'nın iddialarına ve İslam dünyasında nüfuz sahibi olma çabalarına cevap vermekle sınırlı kalındı. Buna bağlı olarak ilerleme meselesi, farklı bir konuda, yani Müslümanların Batı ile ilişkisi başlığı altında tartışıldı.
Bu iki tartışma arasındaki karışıklık, ilerleme meselesinin bizzat kendi koşulları ve bağlamıyla bağımsız bir konu olarak ihmal edilmesine yol açtı. Arapların ve Müslümanların hem bugün hem de geçmişlerinde müptela olduğu büyük belalardan birinin bu olduğunu düşünüyorum.
İlerleme konusunu ihmal ettiğiniz zaman, beğenseniz de beğenmeseniz de geçmişi kutsamaya yönelirsiniz ve şimdiki zamanınız geçmişin bir uzantısı haline gelir ve diğerleri ilerlerken siz tarihte olduğunuz yere çakılı kalırsınız. Batı ile ilişkilerin din kisvesine bürünmesi ve dinler arası çatışmalar bağlamında açıklanması talihsizliğin bir diğer yönünü oluşturur.
Akıllı kimseler, toplumların (birbirlerine düşman olanların bile) ilişkisinin değişen koşullara, çıkarlara ve çeşitli güç dengelerine göre zaman zaman değiştiğini bilir. Ancak, yukarıda belirttiğimiz nedenden ötürü bu ilişkiyi “düşmanlık” gibi tek bir şekle soktuk. Öyle ki Müslüman hukukçular, acil bir ihtiyaç dışında bu ülkelere seyahatin haramlığı gibi görüşte ittifak ettiler. Oysa kutsal mesajın maksadına dair bildiklerimizin yanı sıra aklın bu konudaki hükmü, tanışmak, barışmak, öğrenmek ve dünyayı mamur etmektir.
Bugün etrafımdaki dünyaya baktığımda, Batı'nın her yanımızı sardığını görüyorum. Dolayısıyla Batı ile olan ilişkiler çeşitli şekillere büründü. Üzerine din cübbesini giymiş olan mirastan kalan anlayıştan ötürü sürekli Batı'nın saldırganlığını, komplolarını ve ihanetini tasvir etmekle meşgul olduk. Bizi gerçeklikten uzaklaştıran beliğ temsiller ve süslü tasvirler, eski yanılsamalarımızı pekiştirerek bizi zamanımızdan ve dünyamızdan izole hale getirdi.
Bu iddianın doğruluğundan şüphe eden kişiler, ABD’nin Afganistan'dan çekilmesine karşı Müslümanların tepkilerini gözden geçirsin ve konunun ciddi bir tartışma olmaktan bir alay konusuna nasıl dönüştüğüne baksın.
Yüzyıldır öğrendiğimiz şey bu değil mi?
Bakın bu çarpık anlayıştan kim zarar görüyor: İnsanlık tarihinin ücra bir noktasında donup kalan bizler mi, yoksa bir uçak hızında ilerleyen Batı mı?