İstemi Yılmaz
TT

Türkiye’nin Paris müjdesi

New York’ta gerçekleştirilen 76’ıncı Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na iki konu damga vurdu. Koronavirüs pandemsinin süren etkileri ve iklim krizi. Türkiye gibi Paris İklim Anlaşmasını henüz onaylamayan bir ülke dahi iklim değişikliğiyle mücadelede ilk kez ses yükseltti.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Genel Kurula hitabında, Asya ve Amerika’daki sellerden, kasırgalardan, Grönland’ın zirvesindeki yağmurlardan ve çöldeki kar yağışlarından bahsetti. İklim krizi kaynaklı yer değiştirmeler üzerine şehir planlamalarının “artık iklim değişikliğinin yol açtığı sonuçlar göz önünde bulundurularak yapılmasını” öneren Cumhurbaşkanı, “Saydığım tüm bu sorunlar sadece sıcaklıktaki 1,1 derecelik artışla ortaya çıkmıştır. Bu artış 1,5-2 dereceye yükseldiğinde nelerle karşılaşabileceğimizin takdirini sizlere bırakıyorum” dedi. Cumhurbaşkanının son vurgusuysa Ekim ayında Paris İklim Anlaşmasını “meclis onayına sunacağına” ilişkindi.
Adını koyalım, gerçek bir “kriz” ile karşı karşıyayız. Küresel ısınmayı 1,5 santigratta tutmayı başaramadığımız takdirde dünya nüfusunun yüzde 40’ı başka memleketlere göç etmek durumunda kalacak. Dünya Meteoroloji Örgütü’ne göre 2050 yılına kadar 200 milyon insan evini terk ederek “iklim sığınmacısı” olarak yaşamını sürdürecek. Yaklaşık 3,2 milyar insan suya erişmekte güçlük çekecek. En kötü ihtimalle de insanlık önce kıtlık ardından da kitlesel ölümlerle yüzleşecek. Dünya Sağlık Örgütü önümüzdeki 30 senede milyonlarca insanın iklim krizi nedeniyle hayatını kaybedeceği uyarısı yapıyor.
İklim krizi” sözcüğünü tercih etmeyerek jargona hâkim olmadığını belli etse de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleri, Türkiye’nin gezegenin içerisinde bulunduğu darboğazı önemsediğinin göstergesi. İklim göçmenlerine ilişkin ifadeleri diğer dünya liderlerinin ağzından duymaya alışık olmadığımız hakikatleri ifade ediyor.
Türkiye’nin Paris İklim Anlaşmasını onaylaması geç kalınmış bir adım. Ankara, 195 ülke ile birlikte Paris’te 5 Ekim 2015’te düzenlenen konferansta anlaşmaya imza atmıştı. Fakat meclisten geçirmeyerek onaylanmasını ertelemişti. Mutabakatın sürüncemede bırakılmasında karbon emisyon oranlarını düşürmek adına sanayinin dizginlenmesi ve iklim krizine inanmayan Donald Trump’ın ABD Başkanı olup ülkesini anlaşmadan çekilmesinin de payı var.
Peki ne oldu da Türkiye, Paris İklim Anlaşmasının imzacısı olduğunu hatırladı?
Her şeyden önce Türkiye’nin başı, son yıllarda karsız bir kış, yağış eksikliğine bağlı elektrik sorunları, tarımsal kuraklık, müsliaj ve orman yangınlarıyla dertte. Basının zorlamalarına rağmen yaşananların bir “terör komplosu” olmadığı anlaşılınca, Ankara yaşananların iklim değişikliği kaynaklı olduğunu kabul etmişti. Bunda biraz iktidar ortaklarının da payı var. Zira iktidar bloğunda iklim kriziyle mücadeleyi öne çıkaran ilk aktör milliyetçiler. Ülkü Ocakları, mart ayında “İklim Krizi ve Türkiye Raporu” başlıklı bir rapor yayımlayarak, ev içi tasarruf, atık yönetimi, çevre bilincinin geliştirilmesi gibi birtakım öneriler sıralamıştı.
Şimdi Türkiye, Paris İklim Anlaşmasına dönerek radikal ama yetersiz bir karar veriyor. Söz konusu mutabakat, küresel sıcaklık artışının 2 santigrat derecenin altında tutulması hedefinin karşılanabilmesi için ülkelerden dünya genelinde karbon emisyonunu 2050'ye kadar sıfıra indirmesini istiyor. Bunun için de elektrikli araçlara geçişten, doğal gaza karşılık alternatif yeşil ısınma modelleri bulunmasına değin bir dizi önlemin ivedilikle yürürlüğe sokulması gerekiyor. Bu açıdan Ankara’nın tutumu radikal.
Bununla birlikte Türkiye, anlaşmayı imzalarken 2030 itibarıyla 1,175 milyon ton karbondioksit seviyesine ulaşan emisyonlarını, yüzde 21 azaltmayı taahhüt etmişti. Ancak bu kayda değer bir azalma değil. İmzacı ülkelerin tamamının düşük hedefler belirlediği bir senaryoda dünyadaki sıcaklığın 4 dereceyi geçeceği öngörülüyor. Bu da az önce yukarıda paylaştığımız felaket tablosundaki bilançonun ikiyle çarpılması anlamına geliyor. Dahası Ankara’nın planları arasında 2030 sonrası için sera gazı emisyonunu azaltma hedefi de yer almıyor.
Bir süredir kulislerde Türkiye’nin iklim konusunda adım atacağı konuşuluyordu. Paris İklim Anlaşmasının kabulü önemli fakat yine de dar kapsamlı. Ankara’nın elinde bütünlüklü bir harekât planı yok. Üstelik ekoloji politikalarına göz kırpılmışken aylardır İçişleri Bakanlığı’nın Yeşiller Partisine kuruluş izni vermemesi, Türkiye’nin samimiyetini sorgulatıyor.
Acaba Ankara, iklim krizinde ses yükselterek Z kuşağını ve dünya siyasetini mi yakalamaya çalışıyor? Yoksa gezegen için alarm zillerinin çaldığının farkında mı? Türkiye’nin iklim kriziyle imtihanında ne kadar başarılı olacağını zaman gösterecek.