Nebil Amr
Filistinli siyasetçi ve yazar
TT

Biden… Uzlaşma yeni bir nesli beklemek zorunda

ABD Başkanı Joe Biden Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda yaptığı kapsamlı konuşmada Filistinlilere iki devletli çözümden daha iyi bir çözüm yolu olmadığına dair güvence verdi.
Ancak bu çözüme yakın bir zamanda ulaşılamayacağını söylediğinde, İsraillilere iki devletli çözümü imkânsız kılacak bir durumu sahada inşa etmeleri için zaman veriyor gibiydi.
Filistinliler siyasi haklarının tanınmamasından muzdarip değiller, daha çok kapsamlı uluslararası bir uzlaşı tarafından somutlaşan tanınma fazlalısına sahipler. İsrail'in ‘kalıcı statü sorunları’ olarak adlandırılan Oslo’nun ikinci bölümünü müzakere etme konusunda ‘önceki’ onayını dikkate alırsak, o zaman İsrail'i Filistin’i tanıyanlar safında sayabiliriz.
Bununla birlikte Filistinlilerin gerçekten muzdarip olduğu şey, “hakların fazla fazla tanınması ile bu hakları elde etme çabalarındaki zayıflık” denkleminin yerleşmiş olmasıdır. Bu öngörülebilir bir vadede güçlendirilebilecek bir zayıflık değil, daha çok uzun vadeli bir erteleme söz konusu.
Hakların elde edilmesinin ertelenmesi konusunda endişe verici olan şey İsrail’in bu konuyla ilgilenme şekli. Zira İsrailliler bunu daha uygun ortam bekleyen bir istihkak için yapılmış erteleme olarak saymıyor. Aksine bunu askeri ve yerleşimci işgalini Filistinlilerin kendileri, toprakları ve kaderleri üzerinde uzun vadeli bir kontrole dönüştürmek için her dakikasını kullandığı bir zaman faktörüne yatırım olarak görüyor.
Nitelikleri ne olursa olsun nihai uzlaşmanın ihtimal dışı görülmesi, yalnızca ABD’nin buna ulaşmanın zorluğuna ilişkin değerlendirmelerinden değil, aynı zamanda bu uzlaşmanın başarılı olmasını sağlayacak nesnel koşulların olgunlaşmamış olmasından kaynaklanıyor. Bu konuda şöyle diyebiliriz: Uzlaşma taraflarından hiçbiri uzlaşmayı gerçekleştirmek bir yana, müzakereye başlamak için hazırlıklara girişmek konusunda bile uygun bir pozisyona sahip değil. Zira projeleri sahada sorunsuz ve hızlı bir şekilde yürütüldüğü sürece İsrailliler uzlaşmaya yanaşmıyor. Filistinliler ise bu hususta ortak bir duruş sergileyemiyorlar.
Burada mesele sadece görüşlerde, programlarda ve menfaatlerdeki farklılık değil, bilakis bundan daha ciddi. Bölünme ayrılığa dönüşmek üzere. Bölge, taraflarının ve güçlerinin tüm ihtilaflarına rağmen Madrid'de yapılan hazırlığa sahip değil. Orta Doğu Dörtlüsü çerçevesinde birleşen dünya, daha önce hiçbir konuda ortak bir yol tutturamadı. Nihai uzlaşmanın bir sonraki nesli beklediğinin söylenmesi, çabalayıp başarısız olan neslin gitmesinin kendiliğinden daha hazır ve daha güçlü bir neslin ortaya çıkmasına neden olacağı anlamına gelmiyor. Nitekim şu anki nesilden sonra neyin belirginleşeceğine dair kimsenin bir görüşü yok.
Kendisinden önce var olan bütün tabuları yıkarak Beyaz Saray'ın bahçesinde Rabin'le tokalaşmaya cesaret eden Yaser Arafat'ın revize edilmiş bir versiyonunun olacağının garantisi yok. Ya da bir uzlaşma sağlamaya çalışırken çok ileri giden ve kendisine eleştiriler ve kınanmalarla dolu cehennem kapılarını açan ‘Oslo mühendisi’ olarak anılan Mahmud Abbas gibi birinin geleceğinin garantisi yok. Buna karşılık İsrail’de ne başka bir Rabin’in ne Peres’in ne de şahinler devletine önderlik eden güvercinler olarak sınıflandırılan birinci safın liderlerinden benzerlerinin geleceğinin garantisi yok. Bu daireyi genişletirsek, Arap Baharı'nın ne tür bir liderlik üreteceğini kimse bilmiyor. Öyleyse garanti konusu nasıl gidiyor?!
ABD Başkanı zarif bir dille, şu andan itibaren bir sonraki duyuruya kadar yapılabilecek şeyin, çatışmayı yönetmek, göreceli de olsa sakinlik için nedenler sağlamak ve Filistinlilere yaşam gereksinimlerinden ihtiyaç duydukları şeyleri vermek olduğunu ilan etti.
Gerçek şu ki, ikna olmuş ve duyarlı davranan -ancak kendi tarzında- İsrail tarafı, ABD’nin tutumuyla iki yönlü sistematik politikasını sürdürüyor. Bu yönlerden biri, Filistinlileri mümkün olan en uzun süre boyunca kontrol altında tutmak. İkincisi ise, olabildiğince çok sayıda Ortadoğu ülkesi ile ilişkilerini geliştirmek ve genişletmek.
Bu durum devam edecekse ve doğrudan taraflar uzlaşmaya hazır değilse,
 o zaman mücadeleyi sürdürmek için sürekli bir hazırlığa sahip olma durumu devam edecek.