Hazım Sağıye
TT

Cumhuriyetin saygısızlığa uğrayan saygın bir vatandaşı

Hakimler hakkında konuşurken hatırlanması gereken gerçekler arasında şunların olduğunu söyleyebiliriz:
İtalya'dan başlamak gerekirse; Soğuk Savaş sona erdiğinde ve geleneksel partiler ve ideolojileri dağıldığında, yurttaşlık bağları, ekonomik kooperatifler ve STK'lar yerle bir oldu. Politikacılar yolsuzluğa bulaşmış bir grup olarak teşhir edildi. Partileri onları halkın gözünden uzak tutmaya başladı. Roma, 1992 - 1994 yılları arasında çalkantılı sularla boğuşan bir gemi gibi görünüyordu.
Siyasi çıkmazın ışığında kurtarıcısını bulamayan bu görev, “Temiz Eller” (Manny Polite) olarak bilinen hakimler tarafından ele alındı. Bu hakimler, Tangento Poli'yi, yani “Rüşvet Şehri”ni oluşturan politikacıları, iş adamlarını ve yöneticileri hedef aldılar.
İtalyan Maliye Bakanlığı o sırada yolsuzluk ve vergi kaçakçılığının hazineye 90 milyar dolara mal olduğunu tahmin ediyordu. Daha tehlikelisi ise bu durumun polisler ve öğretmenler de dahil birçok kesimi etkilediği göz ardı edilerek sadece siyasi ve idari seviyelere indirilmesiydi. Hâlbuki tüm topluluk kirliliğin ölümcül zehri tarafından tehdit ediliyordu.
"Temiz Eller"in hedef aldığı çirkin durum, yolsuzluk ve organize suçun son derece iç içe geçtiği bir gerçeklikti. Tutuklanan mafya mensupları arasından pişmanlık yasasından faydalananlar itiraflarında, Hıristiyan Demokrat ve Sosyalist partilerin önde gelen isimlerinin mafya gruplarıyla iş birliği yaptığını ortaya koydular. Bu iç içe geçmiş durum, hakimlerin görevlerine siyasi, ulusal ve ahlaki boyutlar kazandırdı. Bu İtalyan anını “parti demokrasisinden” “hakim demokrasisine” geçiş olarak kaydedenler, süreci “vatandaşlar demokrasisi” yolunda zorunlu bir durak olarak kabul ettiler.
İtalya'yı arındıran "Temiz Eller" operasyonunun ucu, daha önce yedi kez başbakanlık yapmış olan Hıristiyan Demokrat Giulio Andreotti gibi büyük bir politikacıya kadar uzandı. Onun yargılanması, İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana ülkeyi yöneten partisinin sonunun gelmesine katkıda bulundu. Adli temizlik, Tunus'a kaçan ve ölene kadar da orada kalan bir başka eski başbakan, Bettino Craxi'yi de etkiledi. Partisi, Sosyalist Parti kendini feshetti ve üç milletvekili intihar etti.
1992-1994 yılları arasında, aralarında senato üyelerinin dörtte biri ve içlerinde bakanlar, temsilciler, belediye başkanları, memurlar ve idareciler de bulunan yaklaşık altı bin siyasi ve idari isim mahkemelere getirildi...
İtalya'da yaşananlar başka ülkelerde de yankı buldu. Örneğin, Fransa'da, 1994 yazında, siyasi yolsuzlukla mücadele konusunda uzmanlaşmış bir hakim olan Eric Halfin, başkent belediyesinde eski bir emlak yetkilisi ve Gaullist ve Chiracçı bir parti olan “Cumhuriyet İçin Topluluk” partisinin milletvekili Jean-Claude Merry'nin tutuklanmasına karar verdi. Merry birkaç ay hapis yattı. Daha sonra kalp ve şeker hastalıklarından dolayı serbest bırakıldı. Ancak adı “lanetle” eş anlamlı kullanılır hale geldi. İflas tehdidinin yanı sıra karısının boşanmayla tehdidiyle de karşı karşıya kaldı.
Bu nedenle sistemlerinin kuvvetler ayrılığını benimsediğini söyleyen ülkelerde “yargı yetkisi” anlamsız bir ifade değildir. Ancak ne İtalya'da ne de Fransa'da hakimi “ölümle” tehdit eden bir Hizbullah güvenlik görevlisi ya da dini ve mezhepsel referanslarını yargıya zorla kabul ettiren mezhepçi politikacılar var. Lübnanlı hakim Tarık el-Bitar'ın, Lübnanlıların buna kimin sebep olduğunu öğrenmesi için liman trajedisini soruşturmak istediğinde başına gelen tam olarak da budur.
“Nasılsın, kiminle gidiyorsun bilmiyorum...” Mezhep siyasetçilerinin sımsıkı tutunduğu, kendi otoritelerinden daha büyük bir otoriteyi reddeden ve devletin daha büyük bir devlet olmasını engelleyen “teori”nin başlığı işte budur.
Aslında biz Lübnan'da mezheplerin anarşizminden bahsedebiliriz. Anarşizm, bir devlete ihtiyaç görülmemesidir. Devlet, anarşist sol devrimciler tarafından kapitalizm uyguladığı gerekçesiyle kabul edilmez. Anarşist sağ devrimciler tarafından da kapitalizmi engellediği ve dizginlediği için kabul görmez. Solda Mikhail Bakunin'den, sağda radikal neoliberal Murray Rothbard ve David Friedman'a kadar birçok kimse devleti düşman ve zalim olarak tasvir ediyor.
Ancak Lübnan mezheplerinin anarşistleri ile bunlar arasındaki en önemli farklardan biri, eski solcuların ve sağcıların devleti neden kabul etmediklerini açıklayan ve alternatiflerini sunan bir kütüphane bırakmalarıdır. Yerel anarşistlerimizin yaratıcılıkları ise şu sözde takılıp kalıyor: “Nasılsın, kiminle gidiyorsun bilmiyorum...”
Yargıç Bitar ise halini şöyle ortaya koyuyor: “Nasılsınız ve kiminle gidiyorsunuz biliyorum...Onlarca kişinin ölümüne, binlercesinin de yerinden edilmesine ve başkentin beşte birinin yıkılmasına neden olan bir felaket için halkınıza karşı sorumluluğunuzu size sormak istiyoruz.” Burada bu cesur hakim, yargının dahi kaçamadığı, tüm ülkeyi kaplayan çürümeyi gözler önüne seriyor. Ancak bu hakim, özellikle devrimi yenilgiye uğratıldığından, mevcut alternatifleri azaltıldığından ve sesi kesildiğinden beri kanatları zayıflamış bir toplum adına tek başına hareket etmeye çalışıyor.
Aşiret ailesinden gelmeyen, Hizbullah'ın silahına sığınmayan bir hakim, rejimi bu silaha sığınan eşrafa saldırmaya nasıl cesaret edebilir? Bu, imkansızı göze almak değil midir?
Öldürülmesi, görevden alınması veya görev yerinin değiştirilmesi istenen Tarık el-Bitar, bir cumhuriyetin saygısızlığa uğrayan saygın vatandaşlarının sonuncusudur.