İstemi Yılmaz
TT

Türkiye’nin zayıf karnı

Merakla beklenen Rusya-Türkiye zirvesi geride kaldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Soçi’de Rus mevkidaşı Vladimir Putin’le baş başa 2 saat 45 dakikalık bir görüşme gerçekleştirdi. Böylece Rusya’da yapılan seçimlerde sonra sessizliğini koruyan Putin de kamuoyunun karşısına geçmiş oldu.
Cumhurbaşkanı’nın bir hafta önce katıldığı Birleşmiş Milletler Genel Kurulu sırasında New York’ta ABD Başkanı Joe Biden’la görüşememesi sonrası, gözler Putin’le yapılacak toplantıya çevrilmişti. Hiç şüphesiz bunda, Amerikan basınına verilen “Bir set daha S-400 Rus hava savunma sistemi füzesi alacağız” demecinin etkisi vardı.
Ankara’ya göre, Putin-Erdoğan zirvesi oldukça “yapıcı” ve “yararlı” geçti. Cumhurbaşkanı, Suriye, Dağlık Karabağ, Libya ve Afganistan’daki gelişmelerin değerlendirildiğini, TürkAkım ve Akkuyu Nükleer Enerji Santrali projeleri üzerinden iş birliğinin süreceğini belirtti. Hatta Moskova’nın Ankara’ya ortak bir projeyle “uzaya roket göndermeyi” teklif ettiği de gelen bilgiler arasında. Fakat iki ülke arasındaki ilişkiler sanıldığı kadar toz pembe değil.
Moskova-Ankara hattındaki en büyük sorun Suriye’deki belirsizlik. Türkiye’nin desteklediği muhaliflerin son kalesi, İdlib kentinde, Rus savaş uçaklarının bombalamaları sürüyor. Kremlin, bölgeye yönelik saldırılarını “Önce İdlib’den ateş açıldı” savıyla gerekçelendiriyor. Her ne kadar ihtiyaç duymasa da bu bahanenin gerçeklik payı mevcut. Zira bir aydır İdlib’deki muhalif gruplar arasındaki ilişkiler gerilmiş vaziyette. Zaman zaman Resulayn gibi Türkiye’nin doğrudan denetimindeki bölgelere de sıçrayan çatışmalarda rakip muhalif gruplar kendi iktidarlarını sağlamlaştırarak “küçük grupları” ekarte etmeye çalışıyor. Dışarıdan bakıldığında apaçık görülen Suriye Milli Ordusu içerisindeki bölünmüşlük, Esed rejiminin İdlib iştahını kabartıyor.
Çatışma alanlarındaki diğer sorunlar Libya ve Dağlık Karabağ ile ilgili. Libya’da Moskova’nın General Hafter’e verdiği desteği geri çekmeye niyeti yok. Soğumaya bırakılarak siyasetçilere havale edilen Libya satrancında, Hafter, diplomasi sonrası başlatacağı askeri harekatın hazırlıklarıyla meşgul. Azerbaycan’ın Ermeni işgaline son vererek özgürleştirdiği Dağlık Karabağ’da ise Rusya’nın inisiyatifiyle Türk askeri için açılması gereken “ikmal hatları” planının bir türlü hayata geçirilemedi. Moskova’nın ayak sürümesinde, güçlenen Azerbaycan-Türkiye ittifakıyla Kafkasya’da bir “Türk baharı” estirme çabalarına son verme hedefi yatıyor. Rusya Ankara’yı Ermenistan’la masaya oturarak normalleşmeye zorluyor. Tüm bunlara, her şartta ortaya çıkan Kırım meselesi, Türkiye’nin Polonya ve Ukrayna’ya Silahlı İnsansız Hava Aracı (SİHA) satma kararı da eklenebilir.
Dış politikada tarafların kolayca “düşmanlık” çizgisine geçmesini sağlayacak yeterince anlaşmazlık mevcut. Ancak Türkiye, hiç olmadığı kadar Rusya’yla iş birliğine muhtaç. Ekonomik kırılganlığın sürdüğü bir tabloda henüz iki ülke arasında yeni bir doğalgaz anlaşmasına imza atılmadı. Ankara’nın Moskova’dan aldığı doğal gaz ile Kremlin’in Avrupa ülkeleri için belirlediği tarife arasında 4 kat fark var. Son yılların en soğuk kışlarından birine hazırlanırken, Rusya’nın vanayı kaç dolardan açacağı bir muamma. Üstelik Ankara’nın enerji mahkumiyeti Moskova’yla yapılan nükleer anlaşmalarıyla da farklı bir boyuta taşınmış durumda.
Biden’ın “otoriter” olarak tanımladığı yönetimler arasına koyduğu mesafe en çok Ankara’yı etkiliyor. Türkiye, ABD’den istediğini alamayınca yüzünü Rusya’ya dönmeyi alışkanlık haline getirdi. Fakat her seferinde Kremlin’e verilen tavizler, ikili ilişkilerin bağımlılık usulüyle kurulmasına zemin hazırladı. Bugün Rusya, Türk dış politikasının “zayıf karnına” dönüştü.