Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

Suriye’ye açılım, peki ya İran?

Suriye “Araplığın atan kalbi” olarak nitelenirdi. Merhum Mısır devlet başkanı Cemal Abdunnasır, Mısır-Suriye birliğinin çöküşünden ve Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin başarısız olmasından, ayrılık kararı alınıp Beşşar Esed rejiminin halen devam ettiği konusunda ısrar ettiği Baas Partisi’nin iktidara gelmesinden önce Suriye için bu nitelemeyi kullanmıştı. Doğrusu Baas Partisi yönetiminin devam edip etmediği meselesi üzerinde çok duran yok, çünkü 20’inci yüzyılın gerçek Arap partileri artık yok. Sözde Arap Baharı da ne bu partilere ne de onu kendi “baharı” sayan Müslüman Kardeşlere yardımcı olmadı. Baharın onlar ve başkaları için çorak bir sonbahar olduğu kanıtlandı. Bu, artık sadece gözü ve gönlü bağlanmış kişilerin tartıştıkları bilindik ve kesin bir mesele.
Suriye'nin mevcut durumunda dahi önceki rolünün bir kısmını yeniden elde etmeye çabalaması gerektiği varsayılıyor. Hem de BM'nin yanı sıra Arap Birliği ve Uluslararası Af Örgütü'nün Suriye hakkındaki şu tahminlerine rağmen; Suriye halkından 3 bin ila 5 bin arasında kişi Suriye hükümetine ait hapishanelerde infaz edildi. Yaklaşık 224 bin 928 kişi Suriye rejiminin kurbanı oldu. Yurtdışına göç edenler bir yana anavatanlarında yerinden edilenlerin sayısı 6 milyon civarında. 2011’den bu yana öldürülenlerin sayısı 387 bini geçti. Sadece 2013 yılına kadar fotoğrafları yayınlananlara göre rejim tarafından tutuklananların sayısı 11 bin.
Ayrıca BM İnsan Hakları Ofisi, 2014 yılından bu yana “Suriye savaşı” olarak adlandırdığı olaylarda ölü sayısının 209.350'ye ulaştığını duyurdu. Bunların arasında 27 bin çocuk var. Bunlar 10 yıllık mücadelede kaydedilen rakamlar. Öte yandan sadece iki hafta içinde 47 bin Suriyeli anavatanlarından göç etti ve bu da ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Washington'ın Suriye rejimiyle diplomatik ilişkileri normalleştirme ve geliştirme planı olmadığının altını çizmesini sağladı. Washington’ın daha sonra Şam ile herhangi bir ilişkiyi reddettiğini açıkladığı da biliniyor.
Bütün bunlara rağmen son dönemde Şam'a açılma ve Şam ile iş birliği yapmaya yönelik Arap çağrılarının olduğu da hesaba katılmalı. Bu kaçınılmaz ve eğer bir zorunluluksa, Suriye topraklarına müdahale eden tüm yabancı güçler, yani İranlı Hizbullah milislerine ek olarak İran güçleri, Rus güçleri ile İsrail güçleri ve Türk güçleri Suriye'den ayrılmalı. Ama Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a göre; “Suriye'de barış Rusya ve Türkiye ile bağlantılı.” Görünen o ki, Suriye'yi her yerden ve taraftan kuşatan bu şartlar, Suriye'yi yakın veya uzak herhangi bir Arap ülkesine açılmadan önce iç işlerine yönelik tüm bu müdahalelerden kurtulmaya mecbur kılıyor. Yani Türk kuvvetleri ve İran milisleri Suriye’den çıkmalı. Aynı zamanda Suriye, Türkiye Kürtlerinin işgalinden kurtulmalı. Aksi takdirde, komşu, yakın veya uzak olsun, onunla ilişki kuran her Arap ülkesine yük olacaktır. Özellikle de bu Arap ülkesinde yani Suriye Arap Cumhuriyeti’ndeki tüm bu dış askeri varlıkların, böyle bir karar başkalarının elinde olduğu sürece, herhangi bir şekilde ülkeden ayrılmayacağı açıkken. Bu noktada, kendisini bu bölgede önemli bir oyuncu olarak gören Cumhurbaşkanı Erdoğan büyük olasılıkla eski emellerini terk etmedi. Aynı şekilde Suriye dahil bölge ülkelerini tehdit ettiği ve Mısır ile ilişkileri yeniden kurmak için terk ettiğini söylediği Müslüman Kardeşleri de terk etmedi. Arapların Suriye'ye açılmasında kesinlikle yanlış bir şey yok. Ama sorun şu ki, Emeviler döneminden bugüne bu önemli ve tarihi ülkenin kararı artık onun elinde değil. Irak ve yönettiği ülkelerde dahi bir izi kalmayan Baas Partisi’nin terminolojisine göre “Suriye Arap Bölgesi” dahil birçok Arap ülkesine müdahale edenler, Türkiye’nin yanı sıra Rusya ve Suriye’nin başkenti Şam’da bile onun kararlarının geçerli olduğu başkanı Vladimir Putin var olduğu sürece de böyle olacak.
Dahası, Ortadoğu bölgesinin tamamında ana oyuncu olan ABD, Arapların Suriye'ye ekonomik ve siyasi açılımını destekleme kararından geri adım attı. Bu, üzerinde uzun uzun durulması gereken bir konu. Çünkü Amerikalılar, Suriye devletinin pratikte ve fiilen işgal altında bir devlet olduğunu ve kararının bir dizi Arap ülkesine artık bariz bir şekilde müdahale edenlerin elinde olduğunu biliyorlar.
Ayrıca bilinen ve kesin olan şu ki, Suriye ve halkı istisnasız tüm Arapların kalbinde ve aklında. Ancak buradaki sorun, bu Arap ülkesinin kararının onun elinde olmaması. Aksine Irak ve Lübnan'da (Beyrut'un güney banliyösü, güney Lübnan ve Bekaa) ve Yemen'in “Husi” kısmında olduğu gibi başkalarının elinde. Dolayısıyla bu ülkeye yönelik herhangi bir Arap açılımı Tahran'a açılmak demek…
Yukarıda bahsettiğimiz husus, bu gelişmelere karşı birleşik bir Arap pozisyonu olmasını gerektiriyor.