Abdurrahman Şalkam
TT

Hevâ ehli insanlar ve çevre dostları

Kim kimden usandı? İnsanlar mı yoksa ateş püskürüp sel baskınlarıyla feryat edip üzerindekilere sıkıntı veren toprak mı? Yangınlar, yıllarca yeryüzünde yetişenlerin tadını çıkaran, emrine amade kılan, kendine esir eden ağaç, hava ve toprak olsun bu dünyada var olan her şeyin bir yaşam hakkı olduğunu unutan insanlardan intikamını alıyor. Her canlının bir tebessümü ve öfkesi vardır. Yeryüzünün nimetleri, oksijen solumanın faziletleri, fotosentez ve gökten indirilen bulutların hayrı olmadan yiyip içebilir, nefes alıp verebilir kısaca insanın yaşaması mümkün olabilir miydi?  İnsanoğlu çaba ve gayreti olmadan toprağı canlandırabilir mi? Ormanlar insanların emeğiyle var olmadı. Aksine, varlık ağacında canlıların yaprakları büyümeden önce, toprak ve suyun buluşmasının sevincinden filizlendi.
Allah yarattığından beri, donma ve akışkanlık arasında hareket eden, rüzgârın estiği ve gökyüzünün sularının onu barış içinde kucakladığı, oradaki ağaçların veya taşların üzerine gelen savaşlar veya taşkınlıklardan rahatsız olmayan bu yeryüzü üzerinden çağlar geçti. İnsan ve hayvanlardan canlı varlıklar yaratıldı ve her şey tersine döndü. Yeryüzünde bozulma başladı. Allah-u Teala bu konuda şöyle buyurmuştur: “Hani rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Biz seni övgü ile tesbih ederken ve senin kutsallığını dile getirip dururken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler. Allah “Şüphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim” buyurdu.”(Bakara-30)
Bu, O’ndan başka ne melek ne de insanın bildiği Allah’ın hikmetidir.  İnsan hırslı ve sınırsız bencildir. Kendisine hizmet ettirmek ve onun üzerinde kontrol sağlamak için her şeyi kullanmaya çalışır. Yaşamak için dağlara, mağaralar oydu. Avlanmak, öldürmek ve savaşmak için taştan aletler yaptı.  Sonra topraktan evler yaptı. Meyvesini yediği ağaçları kesti. İnsan, yeryüzünü erken dönemde emrine amade etmiş ve onu sınırsız arzu ve isteklerine tabi kılmıştır.
Tüm bunlara rağmen, dünya, insanın şiddetli bencilliğine direnebildi. Başta insan olmak üzere tüm canlıların içinde yaşadığı havanın temizliğinin yanı sıra bitkilerin ve nehirlerin temel bileşenlerini korudu.
Dünya üzerindeki bu tehlikeli dönüş, sanayi devrimi ile başladı. 18. yüzyılın sonlarında, özellikle Britanya'da makineleşme, el emeğinin yerini aldı ve daha sonra Batı Avrupa'ya yayıldı. Demir üretimi, buhar gücü ve kimyasal işleme başladı. Kadim dünyadaki her şey değişti. Nüfus arttı. Batı Avrupa'nın dünyadaki sömürge egemenliği genişledi. Yeni insanlarda hırs ve kontrol arzusu arttı. Zevk ve lüks arzusunu, sanayinin ve savaşın en güçlü silahı haline gelen makinenin gücüyle evrendeki tüm insanları ve hammaddeleri köleleştirme ne makinesi ne de silahı olmayanları sömürgeleştirmeye yarayan içgüdüsünü tatmin etmek için her şeyi emrine amade kılan ihtiraslı insanların gücü oluştu. Sanayi devriminin en büyük kurbanı, milyonlarca yıldır toprağın içinde var olan ve ortaya çıkarılan kömür, demir, gaz, petrol ve benzeri madenler oldu. Bunlar daha tehlikeli bir sömürge gücüne dönüşmek amacıyla muhteris insanların eliyle sömürgeleştirilen yeryüzüne çıkarıldı. Buluşlar, elektrikten trene oradan da otomobillere kadar uzandı. İnsan artık tek bir basit lambayla yetinemez hale geldi. Ardından üzerinde onlarca lambanın bulunduğu avizeler sarkıtıldı. Dünyayı gürültü ve dumanla dolduran otomobiller yaygınlaştı. Atmosferi demir dolu bir araziye dönüştüren binlerce uçak üretildi. Atıklar sürünerek deniz ve nehirleri işgal ettiler. Ormanlar kesilip, yeşil yerini taşlara bıraksın diye ateşe verildi. Sabırsız lüks ihtirası, yeryüzünde milyonlarca yıl barış ve güven içinde yaşanmasının ardından yalnızca birkaç yıl içinde öldürücü varlıkları bir araya getirdi.
Bugün korkunç tehlike, insanlığa şunları haykıran ağızlar ve kalemler haline geldi: Üzerinde yaşadığınız bu gezegen ciğersiz kalınca boğulacak. Dünya içine kirlilik çekiyor. Korkunç derecede yükselen bir sıcaklık üflüyor. Yeryüzüne serinlik ve selamet veren buzlar eriyor. Tabiat kendinden intikam almaya başladı. Kuruyanları ve geriye kalan yeşillikleri yakmak için kendini ateşe verdi. Ateş orduları dünyanın doğusuna ve batısına saldırdı. Sel baskınları muhteris insanların inşa ettiklerini boğmak ve şehirleri tehdit etmek hatta ülkeleri sular altında yok etmek için onunla ittifak kurdu.
Bugün, bilim adamları ve uzmanlar son çağrılarını yapıyor. Dünya liderleri, doğal varoluştan kurtarılabilecekleri kurtaran, endüstriyel olmayan, daha çok insani bir devrimi icat etmeyi umarak, birbirini izleyen zirvelerde buluşuyor. Karayı ve havayı savunmak ve bu dünyadaki hiçbir yaşam faktörünü bırakmayan içgüdüsel çılgınlığı dizginlemek için bir insan ordusu mu oluşturulacak?
Üstündeki insanların varlığı, lüksün bitmeyen süsünün saçma dürtüsü tarafından tehdit edilen gezegeni etkileyen büyük zayıflığı görmezden gelen hevâ ehli insanlar ve zehirleyicilerle savaşma ve onların cani bencilliklerini dizginleme güçleri olmayan, dünyayı kurtarmak için aklın, vicdanın ve bilimin gücünü seferber etmek için haykıran çevreci insanlar arasındaki yaşam savaşı, ABD’li yazar Mark Twain’in ‘Lanetlenmiş İnsan Irkı İçin Bir Rehber’ isimli kitabında söylediklerini doğruluyor mu? Twain kitabında, insanlar ve hayvanları karşılaştırıp, Darwin’in türlerin kökeni teorisine karşı çıkıyor. Hayvanın, onu avlanma oyunundan zevk almak için öldüren, kendisinden daha zayıf olana saldıran ve tabiata zarar vermekten çekinmeyen insandan üstün olduğunu savunuyor.
Mark Twain'e göre hayvanlar, savaş başlatmaz ve soykırım yapmazlar. Twain, insanın en az rasyonel canlı olduğunu deli ve saçmalayan bir varlık olduğunu söylüyor. Dünyaya hayat veren çevre dostları, dostları için savaşan bir umut gücü... Umalım ki sonuncusu olmasınlar.