Vahdettin İnce
Yazar
TT

Hicretin bereketi

Arapçada bir yerden ayrılıp başka bir yere gitmek anlamında kullanılan birçok fiil var, “rahele”, “ğadere”, “tereke” gibi. Ama bir tanesi vardır ki telaffuz edilir edilmez insanın zihninde bereket, bolluk, huzur, ünsiyet, kaynaşma gibi medeniyet yapıcı anlamları uyandırır. Bunun böyle olması tesadüf değildir. Tarihin tanıklığıyla fiilen bu tür bir sonuç verdiği için. “Hacere” fiilinden ve hicretten bahsediyorum.  Kökü “h.c.r”dir. Aslında bir isimden türemiş. Hacer. Tarihçiler bilir Hacer, Mezopotamya’da egemen olan dönemin imparatorluğu ile Mısır arasındaki savaşta esir düşmüş bir cariyedir. Dönemin Mısır Firavun’unun sarayında. Hz. İbrahim’in meşhur Mısır seyahatinde Firavun, hemşerisi Hacer’i ona hediye eder. Adı aslında “Ager”dir. Ateş yani (Mezopotamya’nın kadim halkı Kürtler hala ateşe “agir” derler). Araplar yabancı dillerden aldıkları kelimelerdeki her harfi telaffuz edemezler bildiğiniz gibi. Bu yüzden Ager’deki “g”yi “c” diye telaffuz etmişler. Başına da “h” harfini getirmişler. Farsçadan aldıkları “endaze”yi “hendese” yaptıkları gibi.
Bir isimden fiil ve kavram üretmek sadece “Hacer” ismiyle sınırlı değil tabi. Başka örnekleri de var Arapçada. Mesela bugün her vesileyle kullandığımız “Hurafe” kelimesi de öyledir. Hurafe isimli bir adam daha önce normal ve mantıklı konuşan biri iken geçirdiği bir rahatsızlık yüzünden düzensiz, mantıksız, tutarsız, insicamsız şekilde konuşmaya başlar. O günden sonra anlam ve söz tutarlılığını gözetmeden, akla mantığa sığmayan sözler söyleyen her kese “tekelleme ke’l hurafe” (Hurafe gibi konuştu) denmiş ve böylece her türlü saçmalığa ad olmuş hurfe.
Konumuz hicretin bereket esaslı anlam dünyası. Kur’an’da İbrahim peygamberin eşi Hacer ile oğlu İsmail’i  Mekke’nin tarıma elverişli olmayan, susuz vadisine getirdiği anlatılıyor: “Ey rabbimiz! Ben zürriyetimden bir kısmını, senin kutsal evinin (Kâbe) yanında tarıma elverişli olmayan bir vadiye yerleştirdim.” Bu ayetten sonraki gelişmeler ise tarih kitaplarında anlatılıyor. Hacer’in gelişiyle bu susuz, tarıma elverişli olmayan vadi suya kavuşuyor ve o günden sonra insanların gönülleri oraya doğru akıyor. İbrahim’in aynı ayetin devamında yer alan duasının karşılığı olarak: “İnsanların gönüllerini onlara meylettir”. Medeniyetin ilk adımı insanların gönüllerinin İsmail’in ayaklarının dibinden fışkıran suyun etrafında kaynaşması ise ikinci adımı da tarıma elverişli olmayan bu vadiye, dünyanın her tarafındaki tarıma elverişli bölgelerin ürünlerinin akmasıdır yine tevhid medeniyetinin babası İbrahim’in duasının kabulü olarak: “çeşitli ürünlerden onlara rızık ver”. Bu bir afaki yorum değil, fiilen yaşanmış ve halen yaşayan bir realitedir.
Günümüz sosyologları görkemli tüm medeniyetlerin göçmenler (hicret edenler) tarafından kurulduğunu söylerler. Önümüzde Amerikan medeniyeti gibi somut bir örnek var. İranlı sosyolog  Ali Şeriati Yunan medeniyetini (Hacer (Agir)in soydaşları) Kürtler tarafından kurulduğunu söyler.
Hicret, tarıma elverişsiz, susuz, bu yüzden ıssız topraklara bol rızkın ve suyun gelmesi ve insanların gönüllerinin su gibi birbirlerine akması demektir.
İbrahim’in zürriyetinin bir kısmını bol rızkın ve medeni kaynaşmanın vesilesi olsunlar diye Mekke’nin çorak vadisine getirdiğinin anlatıldığı ayetin sonunda “…ki şükretsinler” deniyor.
Yüzyılı aşkın bir süredir coğrafyamız batı eksenine girdikten beri ırkçılıkla malul, verimsiz, bereketsiz, medeniyetsiz çorak bir vadi haline gelmişti. Geçmiş medeniyetten geriye kalan bereket birikintileri de kaynaklarıyla bağları kesildiği için gitgide etrafını rahatsız eden bir ufunet membaına dönüşmüştü. Dudaklar çatlamış, ruhlar kavrulmuş, yürekler ıssızlaşmıştı. Her gün şuruda burada bir ufunet patlaması yaşanıyordu. Irkçı, batıcı zihniyetin sokak aralarında burnunun direği kırılmadan dolamazdın. Köşe başlarını sapkın meymenetsizler tutmuştu.
Derken bu ufuneti dağıtacak bir meltem esmeye başladı. Çeşitli acılara sebep olsa da Suriye’den milyonlarca insan hicret etti coğrafyamıza. Kur’an’ın, tarihin ve realitenin tanıklığıyla bu bir şükür vesilesiydi. En az İsmail’in ayaklarının dibinden fışkıran zemzem suyu kadar. Burunları ufunete alıştığı için artık varoluşlarının temel gıdası haline gelen ufunetten nemalananlar rahatsız oldular doğal olarak.
Bugünlerde ırkçılığının haşmetini kıracak, çoraklığı verimliliğe dönüştürecek, birbirinden kopmuş yürekleri kaynaştıracak ve yeni bir medeniyet atılımını gerçekleştirecek hicrete burun kıvıranlara rağmen, ilerleyen zamanlarda bu hicretin nasıl şükrü gerektiren bir bereket olduğunu göreceğiz.
Ufunet meftunu ırkçıların sataşmalarına “selam” deyip geçsin muhacirler.