Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

Büyük tehlike: Dini sığlık

Din,  her açıdan insan hayatını etkileme, yönlendirme ve şekillendirme potansiyeline sahip insani bir tecrübe alanıdır. Din, insanın psikolojik, duygusal, manevi ve sosyal hayatını güçlü şekilde etkilemektedir. Dinin   dinamizme, akla, değişime ve bireye dayanması, dini tecrübenin sanat, felsefe, bilim ve ahlak tecrübeleriyle ilişkili tazeleyici ve yenileyici olmasını sağlamaktadır.
Dinin akla düşman hale getirilmesi, insanı esas almaması, dinin bir yozlaşma, atalet, uyuşukluk ve sığlık bataklığına dönüşmesine neden olmaktadır. Bugün dünyada din adına büyük bir dini sığlık yaşanmaktadır.  Dindarlığın, maneviyatın ve ahlakın dini sığlığamahkum olması, insanlık için büyük tehlikedir.
Dini sığlığın kölesi olmamak için insanların, yaşadıkları çağın gelişmelerinin ve insanlık durumunun sahici, nitelikli ve derinlikli bir şekilde farkında olmaları gerekmektedir. Çağın gelişmelerinin ve insanlık durumunun farkında olmadan yaşamak, dini, bir sığlık bataklığına dönüştürdüğü gibi, insanlığı da çağdışı ve insanlık dışı   dayatmaların kölesi haline getirmektedir.
Dini makine gibi insanın dini otomatik bir şekilde yaşaması, Allah rızasına uygun bir hayat olmadığı gibi, insanlığın hayrına olan ahlaki ve akıllı bir yaşam da değildir. Dini sığlıktan korunmak, sağlıklı ve sahici bir dindarlık ve maneviyat hayatının olmazsa olmazıdır. İnsanlığımızı gerçekleştirmenin ve olgunlaştırmanın yolu, dini sığlığa, uyuşukluğa ve yozlaşmaya karşı gerçekleştireceğimiz direnişten ve dirilişten geçmektedir. Kendimizi dinamik ve yaratıcı şekilde yenilediğimiz takdirde güzellik, doğruluk, mutluluk ve iyilik arayışımız sağlıklı bir şekilde ilerleyişini sürdürebilir.
İnsanlığın mevcut dini durumu skandallarla doludur. Cinsel suçlar, güç mücadelesi, ekonomik çıkarlar, makam-itibar-şöhret için çevrilen dolaplar, şiddet ve vahşilik, dini siyasetin aracı haline getirmeler, dini kurumları ve grupları tamamen esir almış haldedir. Ahlak ve maneviyat vaazı veren dini kişiler, kurumlar ve gruplar, derin bir ahlaksızlık ve materyalizmin girdabındadırlar. Sığlık, sahtekarlık ve münafıklık, mevcut dini durumun asli karakteristikleridirler. Dinin sonunu getirecek şey, bir başka din veya ideoloji değildir. Dinin sonunu getiren şey, dinin içinde bulunduğu ahlaksızlık, sığlık ve münafıklık durumudur. Dini sığlık nedeniyle dinin ahlakla, bilimle, akılla, sanatla ve felsefeyle ilişkileri kesilmiş durumdadır. Dini sığlık nedeniyle dinin yarattığı şiddet, istismar, fanatizm, ayrımcılık, cinsiyetçilik, cehalet, dinbazlık, ekonomik ve siyasi istismar, yoksulluk gibi sahici problemlere hiçkimsenin gözünü kapama   lüksü yokur. 
Dinin temel işlevi, insanların sahici anlamda ahlaki ve manevi hayat yaşamalarına katkı sunmaktır. Dinin insanlık hayatına sahici anlamda ahlaki ve manevi katkı sunması için dinin merkezinde akıl, ahlak ve adalet yer almalıdır. Bugün dinin asli gayesi akıl, ahlak ve adalet dışı amaçlardan oluşmaktadır. Bundan dolayı dinin merkezini ve çevresini şiddetin, fanatizmin, cehaletin ve iktidarperestliğin oluşturduğu bir yapaylık ve sığlık işgal etmiştir. Dini sığlık, din için teferruat değil, bir varoluşsal sorundur. Dünyada yaşanan dini sığlık sorunu, dinin bizzat kendisinden kaynaklanan yapısal ve varoluşsal bir sorundur.
İnsanlar, bugün ahlaklı, adil ve akıllı bireyler olmak için dine yönelmemektedirler. İnsanlar kişisel  ve sosyal konforlarını korumak, zengin olmak, güç elde etmek ve bir statü ve itibara sahip olmak  için dine yönelmektedirler. Ahlak ve maneviyat üretmeyen din, kişilerin ruhlarında sahici ve derinlikli bir değişimin ve dönüşümün kaynağı olamamaktadır.  Konfor, zenginlik, güç, statü ve itibar arzusu, bugünkü dindarlığı belirleyen dışsal ve yapay unsurlardır. Güç, para, cinsellik, statü ve zenginlik gibi dışsal arzular, dindarlığın bizzat varoluş nedenleri haline geldiğinden dolayı dini sığlık kaçınılmaz bir sonuç olarak ortaya çıkmaktadır.
Dini sığlık, kişiyi derin bir hakikat arayışına yöneltmekten uzaktır. Dini sığlığa kendisini teslim eden kişiler ve gruplar, insanın kendini gerçekleştirmesi ve hayatın amacının ne olduğu konularında   hakiki bilgiyi, düşünmeyi ve çalışmayı ortaya koymaktan çok uzaktırlar. Cehalet, duygusallık, şiddet, ahlaksızlık, taklit ve baskı, dini sığlığın din olarak dayattığı ilkelliklerdir. Dini sığlık, bugün insanlara mütevazi olmayı öğretmemektedir. Dini sığlığa teslim olan insanlar, mutlak doğruya ve güce sahip olan otoriteler olarak   kendilerini kibir abidesi putlar haline getirmişlerdir. Sığ ve kibirli dinperestler,  hiçbir şekilde toleranslı olmayı erdem olarak görmemekte ve kendileri dışında hiçbir şeye ve hiçbir varlığa saygı göstermemektedirler. Dini sığlık, hakikati, iyiliği ve güzelliği keşfetmenin samimi ve saygın bir yolu değildir. Hakikate, güzelliğe, iyiliğe ve adalete kendini adamadan sığ ve sıkışmış bir şekilde maneviyat ve hakikat arayışının gerçekleşmesi mümkün değildir. Dini sığlık, şekilcilik ve ritüalizmle kuşatılmış bir   taklitçiliktir. Dini sığlıkta, felsefi bir perspektif, mantık ve aklın gelişimi, bilimsel keşif ve değişimci-dönüşümcü bir ruh bulunmamaktadır.
Dinin sadece Kutsal olarak kabul edilen bir varlığa inanmayı emretmesi ve her şeyi bu inanç etrafında oluşturması, bir sığlık ve sıkışmışlık durumunu ifade etmektedir. Dinin Kutsal olana inanmaktan öte insanlara ve bütün canlılara ahlaka, hukuka ve akla uygun davranmayı öğretmesi gerekmektedir. İnsanlarla ahlaki ve adil ilişkiler ve işbirlikleri gerçekleştirmek, bugün en çok ihtiyaç duyulan şeydir. Başka bir ifade ile insanlar, ahlak ve hukuka ihtiyaç duymaktadırlar. Kişinin, kendisi, diğer insanlar ve canlılar için hayırlı sonuçlara neden olacak bir hayat tarzını sürdürmek şeklinde ahlaki ve hukuki sorumluluğu vardır. İnsanlara ve canlılara karşı ahlaki ve hukuki görevlerini esas almak yerine Tanrı’ya karşı   ritüalistik görevlerin yerine getirilmesiyle kurtuluşa erişileceğini vadetmek, dindeki sığlığın, çürümüşlüğün ve yozlaşmışlığın bir sonucudur. Ahlak ve hukuku dışlayarak sadece görsel ve şekilsel ritüelleri yerine getirmek ve dini kimliğe sahip olduğunu gösteren birtakım görsel bağlılıklarda bulunmak, kişiyi, ahlaklı iyi insan haline getirmemektedir.
Eskiye dair her şey geçmiştir. Eskiyi tekrar etmek, geçmişteki kişilerin ve kaynakların tecrübelerini örnek ve otorite olarak günümüze taşımak ve dayatmak, hiçbir şekilde anlamlı, değerli ve işlevsel değildir. Kendimizle, insanlarla, canlılarla yeni bir ilişki yolu bulmalıyız. İlişkilerimizde yenilenmenin yolu ahlaktan, akıldan ve adaletten geçmektedir. Dini sığlık tehlikesine karşı kendimizi akılla, ahlakla ve adaletle yenilemeliyiz.