Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

Hayalet mahkumlar ve CIA fiyaskoları

11 Eylül sonrası, Klu Klux Klan ilhamıyla Müslüman avına çıkan ABD, bir yandan hız kesmeden insan hakları ihlallerine ve işgallerine devam ederken diğer yandan dünyanın tepkisini çekmemek için “küresel teröre” karşı tüm dünyayı koruyacağını vaat ediyordu. O günlerde panik halde olduğunu söyleyebileceğimiz dünya kamuoyu, ABD’nin tüm hak ihlallerine sessiz kalmış hatta destek vermişti. İtiraz eden az sayıdaki cılız sesin de maalesef ABD’yi durdurmaya gücü yetmemişti. Ama aradan uzun yıllar geçtikten sonra bu tür ihlaller nedeniyle özür dilenir, ihlallerin failleri yargılanır, olmadı kınanır… Ancak bugün 11 Eylül’ün 20 yıl sonrasında bile maalesef beklenen özürler dilenmediği, kınamalar yayımlanmadığı, yargılanmalar gerçekleşmediği gibi henüz faili belli bile olmayan terör saldırıları Müslümanlara mal edilmeye devam ediyor. Durum böyle olunca aynı minvalde sürekli yazma gereği hasıl oluyor.
11 Eylül sonrası cadı avının mağdurlarının uğradığı hak ihlallerini, işkenceleri belirli periyotlarla yazıyorum, bugün Ebu Zübeyde hakkında yazacağım.
Ebu Zübeyde, 1971 Riyad doğumlu bir Suudi vatandaşı, Filistin kökenli... 2002 yılında Pakistan ve CIA’nın birlikte yaptığı operasyonda tutuklandı. Kendisi, avukatına yaptığı açıklamada gördüğü işkenceleri şu şekilde açıklıyor; 83 kez waterboarding/su ile boğma işkencesine maruz kalmış, defalarca duvara asılmış, kafası sayısız kez duvarlara vurulmuş, bir hafta uykusuz bırakılmış, çok küçük kutularda zorla tutulmuş ve sorgu sırasında bir gözünü kaybetmiş. Tabi aynı zamanda CIA psikologlarının “beynine girmeye çalıştığı kişi” olduğu için birçok psikolojik teste de tabi tutulmuş. Psikolojik test derken, işkenceli sorgulama testlerinin deneği olmuş.
Ebu Zübeyde, İsrail’e karşı Filistinlilerle birlikte savaşmış bir isim, aynı zamanda Afganistan iç savaşında da savaşmış, Ebu Zübeyde’nin El-Kaide ile de bir şekilde bağlantısı olduğuna dair zayıf kanıtlar var ama… Ama kısmı buradan sonra başlıyor.
ABD, Ebu Zübeyde’nin Üsame bin Ladin’in en üst düzey yardımcısı olduğunu iddia ediyor. CIA görevlileri, Ebu Zübeyde’nin günlüklerini didik didik ediyor. Amerikan filmlerinde gördüğümüz tüm o ajanlık senaryolarını Zübeyde üzerinde uyguluyorlar ancak Ebu Zübeyde onların iddia ettiği gibi birisi değil, o kadar etkili bir figür hiç değil. Dahası, ABD’nin sürekli inkar etmesine rağmen dünyanın birçok yerinde Guantanamo’ya bağlı hapishaneleri vardı, halen faal olan hapishaneler, işkencehaneler var, Ebu Zübeyde’nin Polonya’daki hapishanede tutulduğu, orada sorgulandığı söyleniyor, hatta bu nedenle Polonya’nın kendisine tazminat ödemesi gerektiğine dair bir karar bile var. Aslında Ebu Zübeyde, insanlık suçu olan işkencelere maruz kalmasını bir kenara bırakırsak, ABD’nin “küresel teröre karşı tüm dünyayı koruyorum” safsatasının trajikomik bir örneğini oluşturuyor. Zira ABD’nin ona yüklediği misyonun sahibi değil ve zannediyorum ABD, bu nedenle Ebu Zübeyde’ye ait tüm görüşmeleri, tutanakları imha ettiğini söylüyor. Aslında haklı, hiçbir ülke böyle bir fiyaskonun kayıtlarını elde tutmak ya da paylaşmak istemez. ABD, bununla yetinmiyor ve aynı zamanda işkence üsleri olan ülkelerle de hiçbir şekilde bilgi paylaşmamaları konusunda çeşitli anlaşmalar yapıyor.

*****

Ebu Zübeyde ile ilgili konu oldukça uzun ve hepsine yer vermek şimdilik mümkün değil, hikayenin boş noktaları var ama meseleyi anlamak için bu kadar bahsetmek sanırım yeterli zaten mesele biraz da bundan sonra başlıyor…
Peki, sonra ne oldu dersiniz? 2002-2009 yılları arasında tüm bunlar yaşanırken, ABD birden Ebu Zübeyde ile ilgili yaptığı suçlamaları geri çekti ama bu kez Bush yüksek perdeden bir tonla “El Kaide’nin iki numaralı ismini yakaladık” açıklamaları yapmıyordu, oldukça sessiz bir şekilde suçlamalar geri çekildi. Birden Ebu Zübeyde ile ilgili yaptıkları tüm suçlamaları aslında yapmadıklarını söylemeye başladılar. İkinci fiyasko en azından ilki kadar işkence içermiyordu. Sadece basit bir ifade ile şöyle söylediler; “ABD hükümeti Ebu Zübeyde’nin El Kaide ile bağlantısı olduğunu iddia etmedi.” Ama aynı zamanda Ebu Zübeyde, tüm bunlara rağmen, hala tehlikeli görüldüğü için serbest bırakılmamalıydı ve davası yasal sınırı aşmasına rağmen halen devam etmekte.

*****
Evet, terörle kendini savunma arasında çok ince bir çizgi var. Ve evet, terör yapılanmaları aynı zamanda yeraltı yapılanmaları olduğu için kendileriyle ilgili sarih ve sahih bilgiye ulaşmak çok güç. Ve evet, Müslüman olduğu halde terör örgütü mensubu olan kişiler de var. Ama, terörist olduğu, suç işlediği ispatlanmadıkça her kişi masumdur. Sırf ABD’nin, CIA’nın hegemonyası zarar görmesin diye dünyanın birçok yerinde, bilinmeyen noktalarda delilsiz ve ispatsız şekilde insanlara işkence edemezsiniz. Velev ki böyle şeyler yaşandı, bu kez de elinizi kolunuzu sallayarak gezemezsiniz, bu suçları işleyenler hesap vermek zorunda. Aksi halde, güya durdurulmaya çalışılan “küresel terör tehdidi” moral destek bulur, kendine kolayca yeni taraftarlar bulur.
Soğuk Savaş’tan bu yana tarihin sonu gelmedi ama aynı zamanda bir medeniyetler çatışması da yaşamıyoruz; tarih, realist güç anlayışının tüm enstrümanlarını en ağır hak ve hukuk ihlalleri üzerinden pervasızca sergileyenleri, tarihi kendileri yazdığı için yazamıyor olsa da, “hayalet mahkumlar” adı altında, gerçek işkencelerden geçirilen “gerçek insanların” suçsuz yere hapsedildiğini belgeleyemiyor olsa da, 20 yıldır ABD/CIA önderliğinde devam eden fiyaskolar silsilesini kitabın sonundan da olsa yakalayabiliyoruz, dolayısıyla imha edilen her kayıt aslında başarısızlığın belgesi olarak tarihteki yerini alıyor.