Hasan Ebu Talib
TT

Müslüman Kardeşler örgütünde fillerin mücadelesi

Gün geçtikçe, Müslüman Kardeşler örgütünün ve birden fazla Arap ülkesindeki kollarının kaderinin, esas olarak halkların onlara olan nefretlerine bağlı olduğu kanıtlanıyor. Halklar örgüt ve kollarının ne kadar fırsat verilirse verilsin bir ülkeyi yönetemeyeceklerini, liderlerinin entelektüel ve politik basiretsizliklerini, örgütü yöneten ideolojik katılığı, örgütün kendisine koruma sağlayan ülkelerin istihbarat servisleri arasındaki rekabete tabi olduğunu fark ettiler. Aynı şekilde, genç unsurların farkındalığını köreltmeye dayanan yetiştirme süreçleri, örgütün liderlerinin kendileri birçok ayrıcalıktan yararlanırken gençleri kendilerini kabul etmeyen toplumlarla mücadelelerinde bir araçtan ibaret görmeleri de ortada. Bu nedenle örgütün genç unsurları ile üst düzey sembolleri arasındaki uçurumun büyüdüğünün de ayrımına vardılar.
Atıfta bulunulan tüm bu nedenler, kaçınılmaz başarısızlığa giden yol, tarihte en kötü yere doğru gidişin tek kapısı. Orada örgüt ve üyeleri, esas toplumlarının büyük kesimleri için anavatana yönelik tehdidin bir sembolü, iktidar uğruna dini sloganları kullanmanın, sahte bir prestij için anavatanı feda etmeye hazır olmanın kaba bir modeli haline geldiler.
Müslüman Kardeşler örgütü, hem yerel hem de uluslararası düzeyde, zaman zaman aşırı bir başarısızlık durumu sergiliyor. Bu başarısızlık, Haziran 2013'te Mısırlılar tarafından siyaset sahnesinden utanç verici bir biçimde çıkarılmasıyla başladı. Yedi yılın ardından Tunus ve Fas kolları da siyaset sahnesini terk etti. Tunus kolu dünyanın son iki ayda tanık olduğu gibi, siyasi ve popüler kararlarla siyaset sahnesinden çıkartıldı. Bu, temel kusurun örgütün kendi yapısında, liderlerinde ve modası geçmiş fikirlerinde yattığını tartışmasız olarak kanıtlıyor. Mısır kolu ve küresel örgütlenme içindeki uzantısının durumuyla ilgili son belirtiye gelince; durum Türk ekibi olarak bilinen grup ile İngiliz ekip arasındaki hem örtük hem de açık çatışmayla gün yüzüne çıktı. Bazı liderlerin 8 yıl önce Türkiye'ye kaçmasıyla birlikte Mısır kolunu nüfuz araçlarından biri olarak gören Ankara çatısı altında çalışma yönünde güçlü bir eğilim doğdu. İngiltere, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşayan ve uluslararası örgütün çatısı altında faaliyet gösteren liderler ise Mısır kolunun yenilgiye uğratılmasının, bazı liderlerinin tutuklanmasının bazılarının da kaçışının liderliğin yapısında radikal bir değişim doğurması gerektiğine inanıyorlardı. Bilhassa Mürşid Muhammed Bedii’nin de cezaevinde olduğu düşünülürse. Ancak yardımcısı Mahmud İzzet'in dışarıda olması, Ağustos 2020'de tutuklanıncaya kadar işlerin olduğu gibi devam etmesi için bir şemsiye sağladı. O zaman İbrahim Münir, Mürşid’in görevlerini üstlendi. Bu durum, Mahmud Hüseyin liderliğindeki Mısır Ofisi veya örgütün yurt dışındaki işlerinden sorumlu en yüksek idari otorite olarak bilinen Türkiye'deki etkili grubu kızdırdı. Bilindiği üzere örgütün genel sekreteri olarak bilinen Mahmud Hüseyin’e Mısır'a karşı yürüttüğü medya kampanyasına harcaması için ayda iki milyon doları aşan büyük mali kaynaklar tahsis edildi. Yine Türkiye'de ikamet eden bazı kaçaklara aylık maaşlar verildi. Bazı gençler Kuzey Suriye'ye gittiler, bazıları ise vatandaşlık ve eğitim bursları aldı.
Mahmud Hüseyin liderliğindeki Mısır Ofisi ayrıca grubun içeride kalan ve kaçamayan gençleri tarafından Mısır'da düzenlenen birçok terör eyleminin idaresinde ve finanse edilmesinde de büyük rol oynadı. Fakat kurmuş oldukları Hasm Hareketi ve benzeri devrimci adlar taşıyan gruplar tamamen ortadan kaldırıldı.  5 yıldan uzun bir süredir mevcut değiller. Bu tür terör eylemlerinin başarısız olması, Ankara grubu ile Londra'daki uluslararası örgüt liderliği arasında örgütsel ve mali anlaşmazlıklara neden oldu. Ancak grubun iyi bilinen gizliliği nedeniyle su yüzüne çıkmadı.
İki ekip arasındaki örgütün yönetmeliklerini ihlal etmeye yönelik karşılıklı suçlamalar, yaklaşık iki yıldır sıkça rastlanan bir durum haline geldi. Fakat bu, geçen haziran ayında gün yüzüne çıkana kadar dar bir alanda sınırlı kaldı. Anlaşmazlıkların ortaya dökülmesi Türk politikasında Mısır'a yönelik tutumdaki değişim ve Kahire ile tam normalleşme nedeniyle Ankara grubunun gücünün azalmasıyla ilişkilendirilebilir. Söz konusu gelişme, Türk liderliğinin Müslüman Kardeşler'in sözde Mısır siyasetinin gidişatını değiştirme etki ve kudretine artık sahip olmadığı konusunda kesin bir kanaate ulaştığını, ona güveninin uzak bir geçmişte kaldığını ortaya koydu. Ardından Ankara grubunun yalpalama hızı adım adım yükselmeye başladı; kendisine bağlı medya platformlarının faaliyetleri kısıtlandı. Türkiye'ye yerleşen üyelerinin vatandaşlık talepleri reddedilir oldu. Kaçak liderlere sağlanan fonlar kısıtlandı. Liderlerin çocuklarına verilen burslar kesildi ve bazıları Malezya, İngiltere ve ABD gibi başka ülkelere gitmeyi tercih etti. Türkiye'de durumun artık güvenli olmadığı kesinleştiğinde, Londra'ya bağlı ve Mürşidin vekili görevini yürüten İbrahim Münir'in kararıyla Müslüman Kardeşler'in Ankara'daki ofisi feshedildi. Münir ayrıca Mahmud Hüseyin'in üstlenmiş olduğu sözde genel sekreterlik makamının yanı sıra Yüksek İdari Komite'yi de feshetmeye cüret etti.
Bu gelişmeler, örgüt içindeki bölünmenin derinliğini ve anavatana karşı dış güçlere sığınmanın kusurlarını gösterdi. İbrahim Münir bunlara ilaveten, Müslüman Kardeşlerin Şura adı verilen konseyinin 6 üyesinin üyeliğini askıya alma ve belirtilmeyen idari ve organizasyonel ihlalleri işleme suçlamasıyla soruşturmaya sevk etme kararı da verdi. Bu kişiler; Mahmud Hüseyin, Humam Yusuf, Recep el-Benna, Memduh Mebruk ve Muhammed Abdulvahhab’tır. Söz konusu isimler hakkında yaklaşık iki yıldır pek çok şey söyleniyor. Lider üyelere üstünlük taslamak, karşı çıkanlara karşı otoriter ve dışlayıcı tutumlar benimsemek, örgüte sağlan fonlara el koymak, Türkiye'de ve Avrupa ülkelerinde çocukları adına lüks gayrimenkuller satın almak, birçok aldatılmış genci kuzey Suriye'de savaşmaya göndermek ve bunu finanse etmek gibi. Tüm bu eylemlerin, yalnızca geçici vekil olarak değil, resmi olarak Mürşidlik görevini üstlenmek isteyen İbrahim Münir’in temsil ettiği küresel liderliğe danışılmadan yapıldığı da söyleniyor.
Gelişmeler bununla da sınırlı değildi. Zira Ankara grubu İbrahim Münir’in bu icraatlarına sessiz kalmadı. Münir'in kararlarını gayrimeşru ve örgütün kurallarına aykırı bulup reddeden bir karşı saldırı kampanyası başlattı. Örgütün uygulamada var olmayan Şura Meclisi adındaki aygıt, İbrahim Münir'i görevden alan bir açıklama yayınladı. Gelgelelim Müslüman Kardeşler’in Türkiye ve Ankara'da bulunan sembolleri de darbeci olarak tanımladıkları Hüseyin ve ekibiyle mücadelede reformist olarak nitelendirdikleri Münir’in icraatlarını destekleyen bir kampanya başlattılar. Buna karşılık Hüseyin'in destekçileri, örgütün meşruiyetinin uzantısı olarak gördükleri yeni bir Müslüman Kardeşler oluşumu yaratmanın bir yolunu arıyorlar. Münir'in yandaşları ise bu kişilerin ihraç edilmelerini ve örgütün onların kötülüklerinden arındırılmasını talep ediyorlar.
Mali yolsuzlukların, örgütün başına geçme hırsının, önümüzdeki aşamada benimsenecek çalışma yöntemiyle ilgili çekişmelerin, büyük siyasi hayal kırıklıklarının, bazı uluslararası destek kuvvetlerindeki önemli değişikliklerin iç içe geçtiği bu tartışma ortamının, örgütün üst kademelerinde bölünmeye yol açması ve genel yapıyı bozması kaçınılmaz. Bunun etkileri Mısır'da veya yurt dışında, genellikle pişman ve hayal kırıklığı içindeki genç örgüt üyelerine kadar yayıldı. Ama bu bir başka yazının konusu.