Küresel ekonomik gelişmelere yönelik son dönemde yapılan değerlendirmeler, uluslararası kuruluşların yıllık raporları ve ekonominin seyri ile ilgili hararetli tartışmalarla birlikte stagflasyon denilen olguya yapılan atıflar çoğaldı.
Bu terim ilk olarak 1965'te, söz konusu dönemde muhalefette olan Muhafazakar Parti'nin gölge hazine bakanıi İngiliz politikacı Iain MacLeod tarafından kötüleşen ekonomik koşulları tanımlama bağlamında ortaya atıldı. MacLeod kötü ekonomik durumu şöyle tanımlamıştı:
“Bugün çok kötü koşullarda yaşıyoruz. çÇnkü yalnızca bir fiyat enflasyonundan veya yalnızca bir durgunluk durumundan muzdarip değiliz. İkisini birlikte yaşıyoruz ve bu da bir tür stagflasyon sayılabilir”.
MacLeod’un muhalefette olmasına rağmen buhran yerine durgunluk ifadesini kullandığına dikkat edelim. Bunun nedeni, bir devlet adamı olarak İkinci Dünya Savaşı öncesinde yaşanmış sıkıntılı, kötü hazırlanmış ve oldukça taraflı Versailles Antlaşması ile birlikte bu yıkıcı savaşın nedenlerinden biri olan ekonomik dönemi hatırlatma konusundaki isteksizliği olabilir. Stagflasyonla mücadeleyi karmaşık zorluklar çevreliyor. Zira durgunluk bileşenine karşı alınacak önlemler enflasyonda alevlenmeye neden olabilir. Diğer yandan enflasyon bileşenine karşı önlemler de durgunluğu şiddetlendirebilir. Stagflasyonla mücadele çok zor olduğundan ekonomik olarak gelişmiş bir ülkeden bir yetkilinin, küresel ekonomiye ilişkin bir raporu tartıştığımız toplantıda verdiği tepkiye şaşırmadım. Söz konusu yetkili stagflasyonun olası belirtilerinin görülmediğini kanıtlamak için çeşitli argümanlar sunmuş ve bu yazının başlığına seçtiğim “Lütfen stagflasyon demeyin” demişti. Katılımcılardan “stagflasyon” terimini kullanmamalarını rica etmiş ve beklentileri rasyonalize etmek amacıyla mevcut durumu geçici fiyat artışlarıyla birlikte piyasalarda yaşanan darboğazlar şeklinde tanımlamayı tercih etmişti.
Bu terim yaygınlaşmadan önce yapılan ekonomik analizler, işsizliğin eşlik ettiği fiyat enflasyonu ve durgunluk olgularının çeliştiği ve eş zamanlı yaşanmayacakları eğilimindeydi. Yani ya daha yüksek işsizlik oranı pahasına enflasyon düşer ya da aksi yaşanırdı.
1980’lerden 2008 küresel finans krizine kadar gelişmiş ülkelerin tanık olduğu ekonomik patlama dönemlerinde, işsizlik ve enflasyonda istikrarlı bir düşüş ve ekonomik dalgalanmaların azaltılmasıyla birlikte artan verimlilik sayesinde ekonomik büyümenin devam edebileceği ortaya çıktı. Bir dönem ABD Merkez Bankası başkanlığı da yapan ekonomist Ben Bernanke, “Büyük Ilımlılık” dönemi olarak adlandırılan dönemde yaşanan patlamayı 3 nedenle açıklıyordu: Olumlu yapısal değişiklikler, izlenen ekonomi politikalarında iyileşme ve iyi şans.
Ancak 4 yıl geçmedi ki küresel ekonomi tek başına talihsizliğe bağlanamayacak, en büyük finans kriziyle karşı karşıya kaldı. Krizin nedenleri üzerine yapılan araştırmalar ve meclis soruşturma raporları, finans piyasalarına yönelik yetersiz denetimi, manipülasyonu, sahtekarlığı ve finans piyasalarının üstlerine düşen rolü oynamadıklarını açığa çıkardı.
Dünya tıpkı işsizlik oranlarının düştüğü ve yıllık fiyat değişimlerinin en düşük seviyeye gerilediği bu büyük ılımlı dönem gibi geçen yüzyılın yetmişli yıllarında da işsizlik oranlarındaki en az yüzde 6'lık artışla birlikte petrol fiyatlarındaki yükselişe tanık oldu. Ortalama fiyat enflasyonunun yüzde 7,5'in üzerine çıktığı zor bir stagflasyon dönemi yaşandı. Bu oranlar, gelişmiş ekonomilerin performans standartlarına göre çok yüksekti. Bu kriz ve buna karşı alınan önlemlerin, gelişmekte olan ülke ekonomileri üzerinde ciddi yankıları oldu. Gelişmekte olan ülkeler bu dönemde yüksek oranda dış borçlanmaya gitmiş olduklarından uluslararası faiz oranlarındaki yükselişe hazırlıksız yakalandılar. Bu da döviz kurlarında çalkantılara, finans akışında dalgalanmalara ve ülkelerin borçlarını geri ödeyememesine neden oldu. Gelişmekte olan ülkeler, ilk küresel borç dalgası olarak bilinen dönemin sonunda tanık olunduğu gibi, borç krizinden çıkmak için uygulamak zorunda kaldıkları prosedürleri ve politikaları benimsediler.
Geçtiğimiz aylarda pamuk, kereste, yarı iletkenler ve hazır giyim gibi çeşitli emtia fiyatları ve üretim girdilerinin oranında ardı ardına artışlar yaşandı. Francesca Cassells ve Prachi Mishra tarafından bu ay yayınlanan bir makalede, koronavirüs salgını sırasında gıda fiyatlarında yaklaşık yüzde 40'lık sıçramalar olduğuna işaret edildi. Bu durum, gıda tüketiminin hane halkı harcamalarının büyük bir bölümünü oluşturduğu düşük gelirli ülkeler üzerinde baskılara neden oluyor. Gıda fiyatlarındaki artışın devam etmesiyle birlikte Dünya Ticaret Örgütü Genel Direktörü Ngozi Okonjo-Iweala, ülkeleri genel olarak uluslararası ticarette ve özel de gıda ürünleri ticaretinde kurallara uymaya davet etti. Tarım ve gıda ürünlerinde uluslararası ticari hareketi kolaylaştırmak için çarpık önlemlerden vazgeçme çağrısı yaptı.
İngiliz Economist dergisi peş peşe iki sayısında, pandemi sonrası piyasalardaki ürün kıtlığı olgusunu ve tedarik zincirlerinin salgının ardından üreticilern ve tüketicilerin artan taleplerine ayak uyduramaması nedeniyle piyasalarda yaşanan kaosu ele aldı. Bu dönemde aynı şekilde petrol, kömür ve doğal gaz fiyatları da geçtiğimiz mayıs ayından bu yana yüzde 95 oranında arttı. Pandemiyi ve üretim hatları ile nakliye lojistiğinde neden olduğu aksaklıkları suçlamak kolay. Ancak pandemi öncesinde takip edilen ve sonrasında sürdürülen, ticari hareketi engelleyen, fiyatları artıran ve mal arzını azaltan korumacı tedbirlerin etkisini görmezden gelmek de mümkün değil. Buna ek olarak aşırı siyasi baskılar ve aceleyle alınan doğaçlama önlemler, karbon emisyonlarını azaltmaya geçiş dönemini yönetme politikalarını da çarpıttı. Yeni ve yenilenebilir enerjiye yapılan yatırımlar halen gerekli seviyenin yarısından daha az. Paris İklim Anlaşması'na katılan ülkelerin taahhütlerine uygun olarak 2050 veya 2060 yılına kadar nötr karbon hedeflerine ulaşmak için geleneksel enerji sektörlerinden çekilme politikaları, kötü yönetim ve disiplinsizlik nedeniyle zarar görüyor.
Denetleyici ve yasal önlemler korkusuyla eş zamanlı olarak ortaya çıkan bu kargaşa, fosil yakıtlara yapılan yatırımların azalmasına neden oldu. Economist'e göre fosil yakıtlar 2015'ten bu yana yüzde 40 oranı ile birincil enerji ihtiyacının yüzde 80'inden fazlasının ana kaynağı olmaya devam ediyor. Avrupa ülkeleri, Glasgow’un İklim Zirvesi'ne ev sahipliği yapmaya ve iklim sorunlarının müzakere edilmeye hazırlanıldığı bir dönemde, karmaşık jeopolitik riskler ve artan gaz fiyatları ile birlikte yıllardır kapısına kilit vurmuş oldukları ve bir daha kullanmamayı taahhüt ettikleri kömürle çalışan elektrik santrallerini yeniden çalıştırmak zorunda kaldılar.
Enflasyonist baskılarda bir artış veya bir durgunluğa ilişkin yükselen beklentiler şaşırtıcı değil. Şarkul Avsat bu yılın mart ayında, bu satırların yazarının enflasyonun dönüşüne ilişkin artan işaretler hakkındaki bir makalesini yayınlamıştı. Makalemde, tam ve kısmi bir kapanma döneminden sonra pandemi ile getirilen kısıtlamaların gevşetilmesiyle birlikte, arz talebine yetişme gücünün zayıf olması nedeniyle mal ve hizmet fiyatlarının artacağını belirtmiştim. Orta olarak sınıflandırılan ülkelerin, enflasyon beklentilerini kontrol altına almak için kısa vadeli menkul kıymetleri hedef alan küresel faiz oranlarındaki ani değişikliklerin etkisine karşı erken önlemler almaları gerektiğini söylemiştim. Özellikle de kredi notlarının düşürülmesi halinde buna eşlik edebilecek döviz kurlarındaki değişikliklere ve gerçek borç maliyetindeki artışlara karşı uyarıda bulunmuştum.
Geçen yılın şubat ayında yayınlanan makalemde de durgunluk korkularına, bazı gelişmekte olan ülkelerin küresel ortalamanın altında büyüme oranlarına tanık olacakları ve uzun sürebilecek bir döneme girmeleri ihtimaline değinmiştim. O dönemde V veya U tipi bir yol izleyen hızlı toparlanma hakkında söylenenlerin, kamu harcamalarını artırma ve düşük maliyetle borç alabilme yeteneği ile bağlantılı olduğunu ve bunun çoğu gelişmekte olan ülke için mümkün olmadığını söylemiştim.
Her halükarda, durgunluk korkusu veya enflasyon belirtileri ile hızlı bir şekilde başa çıkmak mümkün. Ekonomist Markus Brunnermeier, krizlerle hızlı başa çıkma yeteneğine sahip esnek toplum hakkındaki son kitabında bunun zor ancak mümkün olduğunu dile getiriyor. Brunnermeier, bir kriz anındaki karar alıcıyı, iki yanı uçurum bir yolda ilerleyen, ne sağdaki durgunluk uçurumuna ne de solda onu bekleyen enflasyon uçurumuna düşmemek için bisikletini dikkatli bir şekilde süren bir bisiklet sürücüsüne benzetiyor. Gerek enflasyon gerekse durgunlukla mücadelenin kendisine özgü finansal ve parasal araçları, yapısal prosedürleri var. Stagflasyon uçurumundan henüz uzaktayız ve ve bugün gördüklerimiz sadece erken uyarı işaretleri. Bu nedenle halen stagflasyondan kaçınma fırsatımız var. Elbette kendisini görmezden gelerek, piyasanın kendini düzeltme yeteneği hakkında cömert varsayımlarda bulunarak veya insanların zarar görmemek için beklentilerini otomatik olarak kontrol etmeye eğilimli tutumlarına güvenerek stagflasyondan kaçınmak mümkün değil. Bugün fiyatlardaki geçici yükselme olarak düşündüğümüz şey, kendisine karşı uygun parasal önlemler alınmadığı takdirde uzun vadeli olabilir. Yatırımlar üretim kapasitesini artırmaya ve altyapıyı geliştirmeye yönlendirilmezse tedarik zincirlerinde mal ve ürün kıtlığına yol açan geçici belirtiler varsaydığımız şey, kronik yapısal sorunlara dönüşebilir. Erken önlem, geç kalmış tedaviden daha iyidir. Tüm bunlar, eğer varsa, adını anmaktan kaçınarak ortadan kalkmayacak olan stagflasyonu çözme maliyetlerine kıyasla halen çok daha az maliyetli.
TT
Lütfen stagflasyon olduğunu söylemeyin!
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة