Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

Suriye: Jeopolitik bir trajedi

Birleşmiş Milletler (BM), Suriye'deki karmaşık durumu çözmek için umutsuz bir girişimle, eski bir hayaleti uykusundan uyandırdı. Bu hayalet böylece manşetleri süsledi. BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen, 'anayasal reformu hazırlamaya' başlamak için Anayasa Komitesi'ni iki yıllık uykusundan kaldırdı.
‘Başlamak’, ‘hazırlamak’ ve ‘anayasal reform’ sözcüklerine dikkat edin. Zira tüm bunlar, iki yıllık gerçek veya hayali müzakerelerden sonra Anayasa Komitesi’nin halen başlangıç noktasında, yerinde saydığı anlamına geliyor. Şu ana kadar planlananlar, yeni bir anayasanın fiilen yazılmasından ziyade aslında var olmayan bir anayasa için ‘hazırlık’ ve belirsiz ‘reformlar’ yapılmasıdır. Söylenenler diplomatik işaretlerin ötesine geçmiyorsa durumlarda bir değişiklik olmaması sizi şaşırtmasın.
BM'nin Suriye'yi şu anki ölümcül çıkmazdan kurtarmaya yardım etme konusunda oynayabileceği rolün basit işaretlere indirgenmesi, en hafif deyimiyle üzücüdür. Çünkü bugün Suriye sadece bir anayasal sorundan ibaret değil.
Yaklaşık 500 bin insanı canından eden ve nüfusun neredeyse yarısını mülteci veya sığınmacı konumuna düşüren trajedinin sebebi eksik bir anayasa değildi. Bu trajedi, Pedersen ve yardımcılarının hayalini kurduğu bir anayasa ile de bitmeyecek.
Gerçek şu ki Suriye artık bir ulus-devlet olarak aktif bir varlığa sahip değil. Bununla birlikte 'yönetilmeye boyun eğmeyen eski bir bölge' olarak da kabul edilemez. Çünkü ülkenin çeşitli bölgeleri yabancı güçler ve onların yerel müttefikleri tarafından bir nebze yönetiliyor. Ülkenin bu şekilde yönetilmesi, Suriye'yi yasal hamlelerle çözülemeyecek karmaşık bir jeopolitik sorun haline getiriyor.
Bugün Suriye toprakları beş farklı oyuncu tarafından kontrol ediliyor.
Rusya, kısmen özel güvenlik şirketleri aracılığıyla yerel bir cephe olarak Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed rejiminin kalıntılarıyla birlikte bir bölümü yönetiyor. Türkiye ve yerel İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) başka bir bölüme hâkim. ABD ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nden (NATO) bazı müttefikler yerli Kürtlerin desteğiyle üçüncü bir bölümü kontrol altında tutuyor. Dördüncü kısım İran İslam Cumhuriyeti ve onun Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye ve Lübnan'dan 'yabancı askeri birliklerinin' kontrolünde. Beşinci ve son bölüm ise DEAŞ kalıntıları ve Esed karşıtı gruplar arasında müttefike dönüşen eski düşmanların elinde.
Bu beş bölüm bazen siyasi rejim içerisinde karşıt, çeşitli deneylere tabi tutulmak üzere deneme sahalarına konuldu. Rusya'nın kontrol ettiği bölümde biri, Soğuk Savaş sırasında Sovyetler Birliği tarafından desteklenen askeri güvenliğe dayalı Arap despotizminin yankısını halen duyabilir.
Rusya, başta Akdeniz'deki üsleri olmak üzere askeri varlığını koruyabildiği müddetçe Suriye'deki siyasi yapıyla ilgilenmiyor. Buna ilaveten Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya Federasyonu'nun Müslümanların çoğunlukta olduğu bölgelerine terörün taşınmasında Suriye'nin bir üs haline gelmesini engellemeye kararlı.
Putin, muhtemelen Türkiye hariç, Suriye'deki diğer tüm oyuncuların er ya da geç geri çekilmek veya oyunda saf dışı kalmak zorunda kalacağına inanıyor. İsrail'in İran bölgelerine tekrar tekrar yaptığı hava saldırılarının yardımıyla Putin, şimdiden çeşitli yerlerde varlığını azaltmaya başlayan İran için 'kaygan bir zemin' hazırlıyor.
ABD'nin de Suriye'den çekilmeye hazırlandığını düşünen Putin burada yanılıyor olabilir. Böyle bir hareket Donald Trump döneminde ya da Başkan Joe Biden Kabil'deki geri çekilme fiyaskosu karşısında şok olmasaydı gerçekleşebilirdi. Putin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı Suriye'nin geleceğini tayin etmede güvenebileceği tek ortak olarak görüyor. Nitekim Türkiye'nin, sınırı boyunca bir tampon bölge oluşturmak ve Suriye'de bağımsız bir Kürt yerleşim bölgesinin ortaya çıkmasını engellemek hususunda ulusal güvenlik çıkarları var.
Pedersen ve grubu Putin'i kötülerken Erdoğan birkaç zirvede Suriye için yeni bir anayasayı tartışmıştı. Bu zirvelerin en sonuncusu Soçi'de yapılmıştı. Putin, Suriye için devletin dini ilkesinden bahsetmeden laik bir anayasa yazılmasını istiyor.
Buna karşılık Erdoğan’ın görüşü devletin dini ilkesinden bahsedilirse bunun İslam’ın Sünnî mezheplerinden biri olan Hanefilik olması yönünde. Ancak bu, Suriye'deki Nusayri (Alevi) azınlıkları, İsmailileri, On İki İmam'a inanan Onikicileri, Dürzileri ve Hıristiyan mezheplerini de kışkırtmak anlamına gelebilir.
İki lider, anayasada geçecek devletin resmi dili ile ilgili de görüş ayrılığı yaşıyor. Kendisini Suriye'deki Türk azınlığın -ki bu nüfusun yüzde birinden azına tekabül ediyor- koruyucusu olarak gösteren Erdoğan, Arapçanın yanında Türkçenin de resmi dillerden biri olarak kabul edilmesini isterken, Suriyelilerin yaklaşık yüzde 4'ü tarafından konuşulan Kürtçenin aynı statüye konmasına şiddetle karşı çıkıyor.
İran İslam Cumhuriyeti, sözde Suriye anayasası hakkında kendi düşüncelerini sundu. Suriye'de İran'ın Şii mezhebini yaymaktan sorumlu olan Ayetullah Muhsin Araki Alevi, İsmaili ve Dürzi inançlarının yanı sıra İran Şii mezhebini de içeren yeni bir “Fatimi” kimliği oluşturmayı öneriyor. Ancak bu öneri, Kum ve Necef'teki geleneksel Şii yetkililerin, Suriye mezheplerini hala zındıkça görmesi gibi bir engelle karşı karşıya.
Diğer yandan ABD'nin Suriye'de ne yapacağına dair uzun vadeli bir vizyonu yok gibi duruyor. Zira eski ABD Başkanı Trump, Suriye'den çekilmek istediğini dile getirmiş ve böylece yerel Kürtlere ve ABD'nin diğer müttefiklerine büyük bir darbe indirmişti. Ancak Trump hızla geri adım atmıştı. Biden en azından şimdilik onu takip ediyor. Ancak şu ana kadar ihtiyacımız olan şey, Suriye'yi bir ulus-devlet olarak yeniden canlandırmaya yönelik net bir ABD stratejisidir. Bölgesel barışa katkıda bulunabilecek ve ABD ile müttefiklerinin uzun vadeli çıkarlarına hizmet edebilecek tek sonuç bu. ABD yönetimi olmadan Avrupalı ​​güçler, Suriye trajedisine son vermeye yardımcı olmak için oynayabilecekleri ve ileri sürmek zorunda oldukları belirleyici rolü oynayamazlar.
BM, Suriye sorununun jeopolitik yönünü görmezden gelerek ve Suriye halkının ülkelerinin geleceğini tayin etmeye katılımını Esed'in üç beş piyonu ve bir avuç muhalif figürle sınırlayarak çifte hata yapıyor. Suriye gerçekte olduğu gibi yani yönetilmeye boyun eğmeyen bir bölge olarak tanınırsa BM'nin rolü, nasıl ve kim tarafından yönetilmek istedikleri konusunda son sözü söylemesi gereken Suriye halkının egemenliğini geri kazanmasına yardımcı olmalıdır. Bu da İsviçre'de bir otel süitinde diplomatik işaretler gönderilerek yapılacak bir iş değil.