Ekrem Bunni
Suriyeli yazar
TT

Bölgenin istikrarını mercek altına alan sorular!

Eskiden Arap-İsrail çatışmasının ve Filistin halkının haklarının kabul edilmemesinin bölgemizdeki kaosun arkasındaki ana sebep olduğunu, uluslararası toplum bu çatışmayı çözme ve Filistin meselesi için adil bir uzlaşma sağlama konusunda isteksiz olduğu sürece bölgemizin istikrarlı bir şekilde ilerleyemeyeceğini söylemek kolaydı. Ancak bugünkü gelişmeler ve gerçekler, bölgedeki istikrarsızlığı ve kargaşayı sona erdirme ve on yıllardır yanan çatışma ateşini söndürme arayışı içindeki herkesin yanıtlaması gereken birkaç soruyu gündeme getiriyor.
Bölgenin istikrarına yeni tip koronavirüs (Kovid-19) krizinin arkasında bıraktığı olumsuz etkilerin penceresinden, özellikle de ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik yeni bir politika çizerek Çin'in yükselişi ve muazzam gücü ile mücadeleye öncelik vermesi ve bölgenin stratejik önemini daha alt sıralara koyması açısından bakmamız doğal değil mi? ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi bölgede, Washington’ın coğrafyadaki ülkelerin eğilimlerinde ve etkileşimlerinde etkileyici ve itici güç olduğu eski yıllardaki bildiğimizden farklı, yeni bir dönemi başlatmadı mı? Bölgesel istikrarsızlık ve ‘yapıcı kaos’ olarak bilinen politika, Washington'ın bunun yansımalarını yönetemediği ve geride bıraktığı olumsuz sonuçları ve zararları kontrol edemediği kanıtlanmışken unutulmuş sayfalar arasına girmedi mi? Dahası Washington’ın denetleme ve yönetme rolünü uzaktan oynama ve olayları yönlendirdiği iplerin çoğunu elinde tutmasını sağlayan askeri üslerini, güvenlik sözleşmelerini ve muazzam ticari ve ekonomik anlaşmalarını da kapsayan bölgedeki çeşitli çıkarlarını koruma araçlarını değiştirme eğilimi olduğu açıkken, barış ve güvenliğin korunmasındaki belirsizliği ve dengesizliği nasıl azaltacağız? Son olarak yapılan tahminlerde de işaret edildiği üzre Rusya, Türkiye ve İran gibi yabancı tarafların kriz bölgelerine etkin bir şekilde girmesine zemin hazırlamak da dahil olmak üzere anlaşmazlıklara ve ihtilaflara neden olabilecek durumlar mevcut. Bunun en açık örnekleri Irak, Suriye, Libya ve Lübnan'da yaşananlarken, yakın bir gelecekte Beyaz Saray’ın bölgenin anahtarlarını yerel oyunculara teslim edip hepsine güçlerine ve yetkinliklerine göre geleceklerini ve ilişkilerini belirleme konusunda roller verdiği bir tutuma şahit olmamız olası değil mi?
İran rejimi gerçeğini, bölgeyi istikrarsızlaştırma eğilimini, mezhep çatışmasını körüklediğini ve bölgesel nüfuzu ve dolayısıyla kendi ülkesindeki hükümranlığını ve devamlılığını sağlayan dayanaklarını güçlendirmek için devrimi ihraç ettiğini de unutmamak gerek. Bu bizi bizi şu sorulara yöneltiyor:
Tahran yöneticilerinin bu müdahaleci tavrını değiştirmekten bahsetmenin bir anlamı var mı? Ya da en azından bölgedeki çatışmaları dindireceği ve istikrar faktörlerini sağlayacağı iddialarından biri olarak davranışlarını değiştirmek için ciddi bir fırsat bulunuyor mu? Yoksa bundan bahsetmek, köhne bir yönteme mahkum olduğu için İran otoritesi ve onun değişime karşı olan ideolojik ve siyasi yapısı için bir hayal mi? Dahası İran ile doğrudan diyalog kurularak bölgesel kaos sorunları etkili bir şekilde çözülebilir mi? Tahran'ın bölgesel vekillerine verdiği desteğe son verip Lübnan, Irak veya Yemen'den elini çekmesi ya da Suriye'den çıkması konusunda bir umut var mı? Aklı başında olan herkes Tahran'la, yayılmacı eğilimini sınırlayan şartlar konulmadan nükleer anlaşma yeniden canlandırıldığında, bunun bölgedeki gerilimler üzerinde ciddi etkileri olacağının farkında değil mi? İran’ın şu anki durumuna, kontrol ve nüfuz projesine bakarsak Tahran ile orta vadeli bir birliktelik üzerine bahse girmek doğru olur mu? Yoksa öncelikle İran'ın askeri ve milis olmak üzere iki biçimdeki varlığının motivasyonlarını ve özellikle de şu an Irak, Suriye, Lübnan ve farklı bir düzeyde Yemen gibi kontrol ettiği bölgelerdeki mevcudiyetini zayıflatacak şekilde bölge ve dünya ülkeleri arasında bir ekonomik ve siyasi iş birliğine mi ihtiyacımız var?
Bu bağlamda şunları merak ediyoruz; mevcut Suriye rejiminin daha geniş yetkilerle yola devam etmesi ve rejimle ilişkileri normalleştirme yönünde çağrılar yapanlar, rejimi tekrar ehil kılma coşkularının bölgenin istikrarı üzerinde bırakacağı tehlikeleri düşündüler mi? Gösterecekleri esnekliğin, Şam yöneticileri tarafından adetleri olduğu üzere sadece mevcut krizden çıkmak için değil de eski tavırlarına dönüp eziyet etmek, başkalarının işlerine karışmak ve bölgesel nüfuz konusundaki anlaşmalara dönülmesine kapı aralayan farklılıkları alevlendirmek için kullanılacağı sonucuna varılması doğru değil mi? Diğer bir ifadeyle bu düşüncedeki insanlar, Suriye rejimi ile normalleşmenin kabul edilmesi halinde bölgesel istikrarın ne kadar hasar alacağını, bu normalleşmenin rejime bölgesel denklemlerde bir yer edinmesini ve böylece başta kimyasal silah kullanımı olmak üzere işlediği suçlardan ve yaptığı işlerden ceza almadan paçayı sıyırmasını sağlayabileceğini görmüyorlar mı? Sivillere yönelik şiddetini artıracak cesareti bulmasına, böylece de başta insani meseleler olmak üzere rejimi taviz vermeye zorlama fırsatını ve Suriyeli mültecilerin ülkelerine dönmeleri ve bölgedeki istikrarsızlık durumunun devam etmesi ışığında çektikleri acıların ve durumunlarının yansımasını hafifletmek için sağlıklı bir ortam sağlama fırsatını kaçırmaya sebep olacaklarını fark etmiyorlar mı? Bu nedenle başta siyasi bir geçiş ve değişiklik olmadan rejim ile Batı ve Arap ülkelerinin normalleşme hususunda ilerleme kaydetmesine izin vermeyen Birleşmiş Milletler’in (BM) 2254 sayılı kararı olmak üzere uluslararası kararların uygulanmasından kaçınmak için rejimin ve müttefiklerinin cesaret bulmasına yol açacağını görmüyorlar mı?
Arap Baharı dalgalarının geçtiğimiz 10 yılda yarattığı siyasi değişim fırsatlarının istikrarsızlık ortamına neden olduğu, etkileri ve yansımalarının farklı derecelerde önce tüm Arap ülkelerini, ardından da İran, Türkiye ve İsrail olmak üzere komşu ülkeleri etkilediği, aynı şekilde ABD, Rusya ve Avrupa Birliği (AB) ülkeleri gibi büyük ülkelere buna dahil olma ve gidişatını ve sonuçlarını etkileme cesaretini verdiği doğru. Mevcut güç dengeleri ışığında; değişim güçlerini canlandırma ve siyasi denklemlerde önemli değişiklikler yapma ihtimalinin azaldığı ve emrivaki ve devrim karşıtı güçlerin, kontrollerini yeniden sağlamayı ve mantıklarını dayatmayı başardıkları ve ulusal dokuyu parçalamayı, toplumsal yapıları yıkmayı, siyasi ve kültürel tabakayı öldürmeyi, hapsetmeyi ve yerinden etmeyi ve bilimsel yeterlilikleri çürütmeyi başardıkları da doğru. Ancak şu da doğru ki bölgede güvenlik ve barış için sarsılmaz bir istikrar isteyen tüm iç ve dış aktörlerin bu sonuçları tanımayı veya bunlarla ilgilenip üzerine bir şeyler inşa etmeyi reddetmeleri bekleniyor. Zira ezilen halklar en temel haklarından mahrum kaldıkça ve halen ruhlarında yanan ve gün geçtikçe kolektif hafızalarına kazınan baskı, ayrımcılık ve zulmün her şekline maruz kaldıkça böyle bir istikrar, sanki küller altındaki kormuş ya da daha çok kimsenin ne zaman patlayacağını bilmediği bir saatli bombaymış gibi geçici ve aldatıcı olmaya devam eder.