Abdurrahman Şalkam
TT

Taliban, iki arada bir derede

Taliban, ABD’nin ve NATO'daki müttefiklerinin güçlerini geri çekmesinden sonra, hareketten otoriteye dönüştü.
Hareket, ideolojik ve örgütsel olarak yerel ve uluslararası koşullarda şekillendi. Çoğunlukla dini ilimleri katı bir müfredatla okuyan öğrencilerden oluşuyordu. Hareketin liderliği, yalnızca kendisini dinleyen ve aynı fikirde olmayan kimseyi kabul etmeyen savaşçı bir seçkin ekibi temsil ediyordu. Nitekim hareketin lideri olan Molla Ömer, gerek düşüncesinde gerek insani ve sosyal davranışlarında aşırılığın zirvesinde idi. Hareketi iktidara geldikten sonra Kandahar'da kalmakta ısrar etti, başkent Kabil’de durmadı. Bunun için gerekçesi, kafir yabancı diplomatlarla -necis oldukları için- tokalaşmayı kabul etmemesiydi. Tevbe Suresi’nin 28’inci ayetinin buna delil olarak getirirdi: “Ey iman edenler! Allah'a ortak koşanlar ancak bir pislikten ibarettir. Artık bu yıllarından sonra, Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, Allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
Dini olsun ya da olmasın herhangi bir ideoloji için aşırılık kaçınılmazdır. Öyle ki tek bir ideolojik sistem içinde bile, bileşenleri arasında gökkuşağını andıran karşıtlıklar mevcuttur. Ötekiyle yüzleşmeye dayalı ideolojiye sahip bir hareketin içinde şiddetli sancılar baş gösterir ve bu durum hareketin liderleri arasında bir çatışmaya yol açarak hareketin tüm bileşenlerine yayılır. Son zamanlarda Afganistan'ın kontrolünü ele geçiren Taliban, bir dizi siyasi, ekonomik, idari, kültürel ve sosyal sınavla karşı karşıyadır.
Taliban liderliğinin temel yapısında kuşkusuz dini aşırılık vardır ve hedefi, şeriat ile yönetilen bir emirlik kurmaktır. Taliban, 1996-2001 yılları arasındaki yönetiminde, devleti kurumsallaştırmak adına herhangi bir adım atmamış, bir ekonomik ve sosyal kalkınma planı geliştirmemiş ve ülke, teknokratların gücünden yoksun kalmıştır. Hareketin zihniyeti neredeyse değişmeksizin olduğu hal üzere kalmıştır. Savaşçı ruh, her şey üzerinde hâkimdi. Ahmed Şah Mesud liderliğindeki kuzey bölgesi “Taliban”a boyun eğmedi ve Şii Hazaralar topluluğuyla olan düşmanlık dinmedi. Taliban hareketinin dünyanın her yerinden aşırılıkçı İslami grupları kucaklaması onu bölgesel ve uluslararası güçler için bir hedef haline getirdi. El Kaide'nin New York kulelerini bombalaması, hareketin otoritesinin sonunun ve ülkenin işgalinin başlangıcı oldu. Bugün hareketin karşı karşıya olduğu zorluklar ülke geneline yayılmaktadır. Halkın yarısından fazlası yolsuzluktan muzdariptir ve yıllardır dış yardıma bağımlıdır. Kuraklık neredeyse yeşili ve sarıyı ortadan kaldıracak düzeydedir. İdari ve teknik uzmanlar yurtdışına çıkmaktadır. En tehlikelisi ise hareketi sarsan çelişkilerdir. Hareket, iktidarın barışçıl bir şekilde el değiştirmesini, demokrasi ve çöken rejimin bazı unsurlarını yeni hükümete dahil etme hakkında konuşmayı reddedenlerle doludur.
Horasan eyaletinde güçlü bir şekilde yayılan DEAŞ, ABD ve müttefikleri ile müzakerelere giren Taliban hareketini “küfür” ile itham ediyor. Taliban hareketiyle savaşmakta ısrar ediyor, başkent Kabil'in içinde ve dışında intihar bombacılarıyla terör eylemleri düzenlemekte tereddüt etmiyor. Kabil Havalimanı'nda 26 Ağustos'ta meydana gelen patlamada onlarca kişi hayatını kaybetti. Ahmed Şah Mesud'un Penşir’deki güçleri Taliban için güçlü bir tehdit oluşturuyor. Buna ülkenin çeşitli bölgelerine dağılmış olan İslami olmayan etnik ve dini odakları da eklemek gerekir. Bunların Taliban yönetimi sırasında pozisyonları ne olacak? Afganların büyük bir bölümü, son yirmi yılda büyüyüp geniş bir özgürlük ve açıklıkta yaşamış olan gençlerdir. Taliban tarafından dayatılan aşırılığa sessizce boyun mu eğecekler, yoksa kısıtlamalara karşı silaha sarılmaktan çekinmeyerek bir direniş safı mı oluşturacaklar? Öte taraftan kabileler ise zaman ve mekânı aşan dağların üzerinde ve çevresinde savaşları ateşlemek için tetikte bekleyen hücrelerdir.
Bütün bunlar, henüz doğmamış bir varlığı felç edecek unsurlardır. Taliban'ın karşısında cevap bekleyen bir temel soru var: Taliban, bir hareket olarak mı kalacak yoksa yıpranmış bir devleti yöneten bir otoriteye mi dönüşecek? Ayrıca insanların acil gıda ve ilaç ihtiyacını karşılama ve asgari düzeyde güvenlik sağlama yeteneğine sahip mi? Taliban, benimseyeceği siyasi rejimin türünü henüz açıklamayan bir hareket olma statüsünde gidip geliyor. Afganistan bir cumhuriyet mi, emirlik mi, krallık mı olacak? Yoksa İran modeli mi esas alınacak? Avrupa ülkeleri, Afganistan'a yardım için özellikle insan hakları, kadınların statüsü, çalışma ve eğitim hakları, düşünce özgürlüğü, hukukun üstünlüğü gibi şartlar öne sürüyorlar. Yeni rejimin önünde büyük bir sınav var ki, o da terör örgütleriyle olan ilişkisidir. Afganistan bu gruplar için bir kuluçka merkezi olacak mı?
Rusya, Çin, Hindistan, Pakistan, İran, Türkiye ve Orta Asya'daki diğer ülkelerin buraya dair çıkarları ve endişeleri var. Toprağı maden, petrol ve gaz deposu olan bu ülkeye yatırım yapmaya hevesli olanlar var. Çin bu listenin başında yer almaktadır. Ancak gelecekle ilgili kararı verecek olan ve silahlı gücü Taliban liderliğinde Afganistan'ın ikinci statüsünün haritasını çizecek olan şey güvenliktir. Bununla birlikte her iki konum arasındaki mesafe çok uzundur ve aralarında tozla kaplı büyük bir kan bataklığı ve her yönden gelen bitmek bilmeyen sesler vardır.