Nebil Amr
Filistinli siyasetçi ve yazar
TT

Trump hala İsrail’de

Trump'ın miras bıraktığı şey, onunla birlikte gitmedi. Aksine, Netanyahu'nun bedeni üzerine kurulan İsrail hükümeti bu mirası alıp sadece üzerinde çalışma şekli ve dış görünüş düzeyinde değişiklikler yaparak Filistinlilere yönelik politikalarının temeli haline getirdi.
İlk olarak Kudüs’ü ele alalım ve Filistindeki evlerin sahiplerinin İsrail mahkemesinin onları on yıllar önce evlerini miras olarak almış mülk sahiplerinden, sıfatlarının arkasına ‘korunan’ kelimesi eklenmiş başka bir mülk sahibinin kiracılarına dönüştürme kararını reddetmelerinin ardından gündeme gelen Şeyh Cerrah davası ile başlayalım. İsrail'in bu kararının asıl anlamı, ev sahiplerinin kaderini orada oturma hakkından bile mahrum bırakan bir Knesset, hükümet veya mahkeme kararına bağlamaktır. Bu karar uluslararası toplumun Filistinlilerin ve insan hakları örgütlerinin tepkilerini çekmemek için şu anlık yürürlüğe konmasa da daha sonra yürürlüğe konulmayacağının bir garantisi yok.
İsrail tarafında yaşananlar, Trump'ın birleşik Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanımasının etkilerinden istifade etmenin bir biçimidir.
Kudüs'ün yanı sıra yüzölçümü işgal altındaki Batı Şeria'nın yarısından fazlasını oluşturan C Bölgesi’ne yeni bir yolla muamele ediliyor. Oslo günlerinde, bu bölge daha çok beş yıl olarak kabul edilen geçiş döneminin sona ermesinden sonra Filistin halkına geri verilecek geçici bir emanet gibiydi.
Ancak aradan birden fazla beş yılın geçmesinin ardından İsrail'deki mevcut hükümet bu bölgeyi yerleşim sermayesi haline getirdi. Yani bu sermayeden bölgedeki Filistinli sakinlerden bazılarına topraklarında inşaat yapma izni verilirken İsrailli yerleşimcilere yalnızca C Bölgesi'nde değil, aynı zamanda Batı Şeria'nın herhangi bir yerinde Filistinlilere verilenden çok daha fazla inşaat yapma izni veriliyor. Böylece, C Bölgesi'nin asıl sakinleri vatandaş değil de yerleşimci gibi oldu.
Bu da şu demek oluyor ki, Netanyahu'ya resmi, fiili ve kalıcı olarak ilhak etmesi için Filistin topraklarının yüzde 30'unu veren Trump, Netanyahu'nun varislerinin Batı Şeria topraklarının yüzde 50'sinden fazlasını fiilen ilhak etmesinin temelini atmış oldu. İşgalin devam etmesiyle birlikte fiili ve kayıt dışı ilhak öyle ya da böyle tüm Batı Şeria'yı kapsayacak. Uluslararası bir deprem Filistin-İsrail uzlaşısı üzerinde çalışmayı gerektirirse, tartışma Oslo döneminde olduğundan tamamen farklı bir durumun çatısı altında gerçekleşecek. Çünkü bu durumda müzakere konusu İsrail'in ihtiyacından fazlasına tekabül eden topraklardan Filistinlilere kalanlar olacak.
İsrail'in şu anda yaptığı şey budur. Bunu uygulamak için mali savaş ve Filistinlileri siyasi taleplerini zayıflatan en temel yaşam ihtiyaçlarının peşinden koşturmaya devam etmek için onlara karşı acımasız faaliyetler yürütmek de dahil olmak üzere çeşitli araçlardan yararlanıyor.
Son açıklanan 100 milyon dolarlık kesinti İsrail'in Batı Şeria bölgelerine sağladığı elektriğin harcı. Boğucu mali sıkıntıdan dolayı Filistin Yönetimi’ni parasından avans veya kredi olarak ödeme almaya zorlayan daha büyük kesintiler yapılıyor. Bütün bunlara, ABD ve Avrupa da dahil olmak üzere Filistin-İsrail uzlaşısına karşı uluslararası ilginin azalmasının somutlaştırdığı siyasi hava da zemin hazırlıyor. Zira İsrail, bunu böyle bir siyasi havada kontrol veya hesap verme olmadan istediğini yaptığı değerli bir vakit armağanı olarak görüyor.
İsrail kontrol ve tahakküm gücüne sahip olmasına rağmen, aydınlarının, politikacılarının ve kanaat önderlerinin büyük bir kısmı Filistinlilere karşı böyle bir politikada ısrar edilmesinin sonuçlarına dair uyarıda bulunuyor. Bunu İsrail'e güvenlik ve selamet getirebilecek bir çözüm olarak görmüyorlar. İçlerinden bazıları daha da ileri giderek İsrail'in Filistinlilerin razı olacağı bir siyasi çözüme sırt çevirmesinin Filistinlileri yorabileceği kadar, İsrail için de sürekli bir yorgunluk kaynağı olacağından emin olduklarını söylüyorlar.