Kişi, içinde doğduğu, büyüdüğü ve yaşadığı toplumda ve kültürde var olan dinsel, mezhepsel veya ideolojik inanışları benimseyebilir. Toplumların ve kültürlerin, uzun tarihsel süreçler içinde siyasal, sosyal, ekonomik ve psikolojik faktörlerin etkisi altında şekillendirdikleri dini, mezhebi ve etnik anlayışlar, zamanla o toplum içinde kimlik olarak algılanmaya başlanabilir. Kişi, o topluma aidiyetini göstermek için toplumsal ve kültürel çevrenin sunduğu dini veya mezhebi kimliği benimseyebilir.
Kişinin, bir dini veya mezhebi kimliği benimsemesinde hiçbir anormallik yoktur. Toplumsal kabul ve aidiyet ihtiyacını gidermek için kişi, kendini bir sosyal gruba ait görebilir, o grubun normlarına göre davranabilir veya gruptan insanlarla birlikte hayatını sürdürebilir. Anormal olan şey, bir kimliğin kendisini kutsallaştırıp diğer insani kimlikleri şeytanlaştırması ve düşmanlaştırmasıdır.
Ehl-i Sünnet kimliğini koruma ve kollama görevine sahip olduklarını vehmeden birtakım insanlar ve yapılar, Alevi kimliğini ötekileştirerek kendileri için oluşturdukları sosyal, siyasal, dinsel ve ekonomik hakimiyet alanını korumanın arzusundadırlar. Alevi kimliğine karşı gösterilen düşmanca tavrın kendisini gösterdiği en kritik alan, özel hayattır. Bir Sünni’nin sapkın bir inanca sahip olduğu gerekçesiyle bir Alevi’yle evlenemeyeceği ve aile kuramayacağı şeklindeki cehalet, fanatizm ve faşizm ürünü anlayışlar geçmişte üretildiği gibi, günümüzde de üretilerek insan ilişkilerini zehirleme ve yozlaştırma çabaları sürdürülmektedir.
Bir Sünni’nin sapkın olduğu gerekçesiyle bir Aleviyle evlenemeyeceğini söylemenin hiçbir ahlaki, hukuki ve insani temeli ve meşruiyeti bulunmamaktadır. Evlenmeyi din adına yasaklayarak Alevi ve Sünniler arasına sınır koyma imtiyazını kendinde gören kişilerin tutum ve davranışlarını, sosyal psikoloji açısından açıklamak lazımdır. Sosyal psikoloji açısından Aleviler ve Sünniler birbiriyle evlenemez demek, tipik bir grup içi ve dışı davranış örneği olup grup asabiyetinin ve taassubunun faşist, fanatik ve yıkıcı bir şekilde ortaya çıkması anlamına gelmektedir. Sosyal psikoloji alanına ait grup taassubunu ilahiyat alanına taşıyarak kutsal grup oluşturmanın hiçbir gerçekliği ve yararı bulunmamaktadır. Hiçbir grup taassubu, kutsal ve erdemli değildir. Bütün grup taassupları, yapay, fanatik, faşist ve ayırımcıdır.
Sünnilerin Alevilerle evlenmesinin dinen yasak olduğu şeklindeki dayatmanın, çok ciddi bir sosyal, dini ve psikolojik temeli bulunmaktadır. Sünni’nin Aleviyle evlenemeyeceğini dayatanlar, Sünniliğin, gerçek İslam olduğunu vehmetmekte, Aleviliğin ise İslam’ın akidesiyle bağdaşmayan sapkın inançları bünyesinde barındıran sapkın bir mezhep olarak konumlandırmaktadırlar. Bu anlayış çerçevesinde bir Müslümanın sapkın inançlara mensup bir mezhep mensubuyla evlenemeyeceğini öne sürerek Alevileri İslam’ın ve insanlığın dışında konumlandırmaktadırlar.
Ehl-i Sünnet adı altında kendisini İslam’ın tek doğru ve saf temsilcisi olarak gören yaklaşımın yüzyıllardır tekrar ettiği bir yanılgı, yanılsama ve yanlış vardır. Yüzyıllardır Ehl-i Sünnet adı altında kendisini ilahi doğruyla özdeşleştiren Sünnilik, Aleviliğe İslam’dan sapmış bir mezhep kurgusu üzerinden yaklaşmaktadır. Dinden çıkmış sapkın mezhep kurgusu, Alevi olgusunu sağlıklı bir şekilde anlamaya yetmediği gibi, Alevilerle hukuk, ahlak ve akıl çerçevesinde insani ilişkiler geliştirmenin de önünü kapatmakta ve engel olmaktadır. Sünniler, kendilerini gerçek mümin, Alevileri ise sapkınlar olarak görmek şeklindeki eşitlikle, ahlakla ve hukukla bağdaşmayan yoz anlayışlarından vazgeçmelidirler. Sünni zihin yapısı, Alevi ve Sünni ayırımı yapmadan bütün insanların birbirine eşit olduğunu kabul etme konusunda kendisini değiştirmelidir. Bir Sünni’nin sapkın bir inanca sahip olduğu gerekçesiyle bir Aleviyle evlenemeyeceği şeklindeki fanatik ve ayırımcı yaklaşımın arkasında Sünnilerin kendilerini Alevilerle eşit görmemesi ve sürekli olarak kendilerini üstte konumlandırma saplantısı bulunmaktadır. Sünniler, üstünlük saplantısından kurtulup kendilerini Alevilerle eşit görmeye başladıkları andan itibaren Aleviler ve Sünniler arasında gerçek anlamda ahlaka, akla ve adalete uygun insani ilişkiler kurmanın yolu ve imkanları açılacaktır.
Yüz yıllardır Sünni toplumlar, Alevilerin kendilerine eşit insanlar olduğu gerçeğini anlama ve içselleştirme olgunluğuna ulaşamamışlardır. Alevilik ve Aleviler, Sünnilik ve Sünniler kadar eşit, özgür ve hak sahibi olmalıdırlar. Sünni olmak hiç kimseyi doğru ve üstün yapmadığı gibi, Alevi olmak da hiç kimseyi sapkın ve düşük bir düzeye getirmemektedir.
Birbiriyle evlenme ve aile kurma konusunda kararı, Alevi ve Sünni bireyler özgürce vermelidirler. Sünniliğin doğru İslami inanç olduğu, Aleviliğin ise İslam akidesine aykırı sapkın bir mezhep olduğu gerekçesiyle bir Sünni’nin bir Aleviyle evlenemeyeceğini ve aile kuramayacağını dayatmak, ağır bir insan hakları ihlalidir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 16. Maddesi, ailenin ve evlenmenin özgürce gerçekleştirilen bir insan hakkı olduğunu net olarak ifade etmektedir:
“Evlilik çağına varan her erkek ve kadın, ırk, uyrukluk veya din bakımından hiçbir kısıtlamaya tabi olmaksızın evlenmek ve aile kurmak hakkına haizdir. Her erkek ve kadın evlenme konusunda, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit hakları haizdir. Evlenme akdi ancak müstakbel eşlerin serbest ve tam rızasıyla yapılır. Aile, cemiyetin tabii ve temel unsurudur, cemiyet ve devlet tarafından korunmak hakkını haizdir.”
Aile ve evlenmede din, mezhep veya kültür ölçü alınamaz. İnsan hakları doktrini, bireylerin istedikleri kişilerle evlenmeye ve aile kurmaya haklarının olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Aleviler ve Sünniler arası ilişkilerde Ortaçağ zihniyetinin değil, günümüzün insan hakları, insan onuru ve demokrasi ve bireysel özgürlük anlayışının esas alınması gerekmektedir.
Bir Sünni’nin bir Alevi’yle evleneyeceği saplantısı, Ehl-i Sünnet denilen kimliğin aslında kapalı ve dar tutulması anlamına gelmektedir. Ehl-i Sünnet kimliğinin kapalı doğası, onu dışlayıcı ve ötekileştirici hale getirmektedir. Kapalı ve dışlayıcı bir doğaya sahip Ehl-i Sünnet kimliğinin doğru İslami inanç şekilde dayatılmasının hiçbir gerçekliği bulunmamaktadır. Ehl-i Sünnet kimliği, mutlak doğru olmadığı gibi, kutsal da değildir. Kimliklerimizi ve aidiyetlerimizi ilahileştirmeye ve kutsallaştırmaya hiç gerek olmadığı gibi, kutsallaştırmak yoluyla kimlikleri kurgulamanın da hiçbir anlamı, işlevi ve değeri yoktur.
Kimliklerimizi ve aidiyetlerimizi özgürlük, hukuk, çoğulculuk ve akıl çerçevesinde insanileştirmeli, açmalı, özgürleştirmeli ve çoğulculaştırmalıyız. Alevi ve Sünni başta olmak üzere bütün insanları amasız bir şekilde eşit gören bir anlayışla hayatı, hukuku ve hürriyeti birlikte yaşamayı öğrenmeliyiz.
Son Haberler
- HDK’nin Sudan'ın batısındaki bir kampa düzenlediği saldırı sonucu 20'den fazla kişi hayatını kaybetti
- İran, ABD ile müzakerelerin üçüncü turu öncesinde Avrupa troykası ile görüşmek üzere harekete geçti
- Amerika, mart ayından beri Yemen'de 210 milyon dolar değerindeki yedi insansız hava aracını kaybetti
TT
Alevi-Sünni eşitliği: Hiçbir kimlik, kutsal değildir!
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة