Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Çalkantılı ülkeler ve yeniyi kabullenememe zayıflığı

BM Libya Özel Temsilcisi Kubis'in istifası olayı, Libya’daki cumhurbaşkanlığı adayları kalabalığı arasında neredeyse kimse tarafından fark edilmeyecekti. Görev yaptığı bir yıl veya daha fazla bir süre boyunca Kubis hiç dinlenmedi, Berlin, Cenevre, Kahire, Fas, Tunus, Cezayir, Paris, Roma, Moskova, Washington, Türkiye arasında (daha nerelere gittiğini bilmiyorum, belki o dahi bilmiyordur!) mekik dokudu. Kubis, bir yıldan biraz fazla bir süre içinde, cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin düzenlenmesi temelinde Libyalıları ve uluslararası toplumu bir araya getirerek büyük bir başarıya imza attığına inanıyordu. Bu başarının ilk meyvesi de, ülkenin çatışan doğusu ile batısı arasında ateşkesin sağlanması, Başkanlık Konseyi ve yeni hükümetin seçilmesi oldu.
Üç başarıyı (ateşkes, yeni hükümet, seçim tarihi ve yasası) gerçekleştirdikten sonra diğer iki “küçük” husus dışında geriye hiçbir şey kalmadığını düşündü. Bu iki küçük husus; mümkünse paralı askerlerin ve yabancı güçlerin ülkeden çıkarılması, yeni seçilmiş otoriteler aracılığıyla çatışan iç güçleri barışın yararlarını kabul etmeye sevk etmek. Ancak bu uzun  yorgunluğun ardından birdenbire her şeyin iki yükün altında çöktüğünü hissetti: Temsilciler Meclisi’nde neredeyse oybirliğiyle kabul edilen seçim yasasına artan itirazlar, yalnızca yasaya değil bizzat seçimlere itiraz edenler veya muhalif olanlar dahil cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri için yaşanan çekişme ve rekabet. Bunlara bir de paralı askerlerin, keza Türk ve diğer yabancı güçlerin ülkede kalması ekleniyor. Bazıları başkent içinde ve çevresinde olmak üzere ülkenin farklı bölgelerini kontrol eden 30 (tabii ki İslami) milis grubu olduğunu da unutmayalım. Bu durumda nasıl seçim düzenlenebilir? Diyelim ki düzenlendi, sonuçlarını kim kabul edecek? Bu neden oldu? Dış müdahalelerin kesilmemesi yüzünden mi? Eğer durum buysa, genel iradenin galip gelmesi için, iç barışla ilgilenenlerin ayırıcı ve engelleyici sesleri aşmaları neden mümkün olmadı?
İdeolojik olarak, Avrupalılar ve Amerikalılar uzun süredir seçim fikrinin kontrolü altındalar. Ama ABD ve Avrupa dışında seçimler yapıldıkları hiçbir yerde işe yaramadılar. Bunun en önemli nedeni, son 10 ya da 20 yıl boyunca yönetimleri kontrol eden, etrafında silahlı ve silahsız bir takım taraftarların toplandığı tarafların, yönetimden ayrılmak istememeleri ve seçimleri en büyük düşmanları saymalarıdır. Bilhassa Libya'da seçimler birden fazla kez yapıldı ve durum değişmedi. Büyük olasılıkla bu kez (görünürdeki fikir birliğine rağmen!) seçimlerin kendisi de gerçekleşmeyecek ve olur da gerçekleşirse sonuçlarını çok az kimse (sadece kazananlar) kabul edecektir.
Irak örneği Libya örneğinden daha da korkunç. 2019’daki büyük halk devriminden sonra erken seçimlerin düzenlenmesi konusunda herkes mutabık kaldı. Gelgelelim seçimler yapıldığında, kaybedenler sonuçlarını kabul etmeyi reddettiler ve şimdi de her yerde silahlarıyla boy gösteriyor ve gösteriler düzenliyorlar. Başbakan Kazimi’nin bulunduğu Yeşil Bölge’yi kuşatıyorlar. Tüm dünya seçimlerin dürüst olduğunu söylüyor ama İran’a tabi silahlılar hileli olduğunu düşünüyorlar. Seçimlerin kazananı Mukteda es-Sadr, silahlarını bırakmadıkça onları hükümete ortak etmeyi istemiyor, ama heyhat! Böylelikle seçimler çözüm olmak yerine sorun oldu!
Seçim ideolojisinin başarısızlığının veya yararsızlığının üçüncü örneği; Lübnan. 2019 yılında Lübnan da bir halk devrimine şahit oldu. Devrimciler ve bazı partiler ancak seçimler ile değişimin mümkün olduğu konusunda mutabık kaldılar. Bu yine Avrupa ve Amerikalıların düşüncesiydi. Seçimler için sivil partilere destek veren ve onları eğiten onlarca taraf var, ama seçim istemeyen iki, belki daha fazla taraf da var. Irak ve Libya’da olduğu gibi tabii ki aralarında silahlı bir milis gücü ve siyasi müttefikleri de var. Bunlar yine Irak'ta olduğu gibi 2018 seçimlerinde büyük bir başarı elde ettiler ama şimdi korkuyorlar. İlk olarak seçimlerin tarihi (Mart yoksa Mayıs ayı mı) konusunda anlaşmazlık baş gösterdi. Sonra gurbetçilerin oy kullanmasıyla ilgili anlaşmazlık çıktı ve Anayasa Konseyi’ne başvuruldu. Seçim olsun ya da olmasın, her halükarda yönetim koltuklarında oturanlar veya silahı siper edinenler yönetici konumlarından ayrılmak istemiyorlar. İkinci ve üçüncü kez sorulmalı: Sebep dış müdahale mi? Durum böyle olsa bile, anayasaya göre her 4 yılda bir yapılması gereken seçimlere neden geniş kesimler karşı çıkıyor? Kötümserler, bu koltuklara oturanların veya silahın arkasında siperlenenlerin daha önce iki kez seçimleri kaybettiklerini, yine de yerlerinde kaldıklarını, kazanan ve kaybeden arasında “uzlaştırıcı” addedilen hükümetleri kontrol ettiklerini söylüyorlar.
Gelin dördüncü bir örneğe, halkın askeri yönetime karşı ayaklandığı Sudan'a bakalım. Sudan’da halk rejime karşı ayaklandı, ancak önceki rejime karşı olduğu iddia edilen ordu, sivil taraf ile birlikte yönetimin esas ortağı olması konusunda ısrar etti. Gerekli düzenlemelerin yapılması, güvenliği sarsan odakların ve ayrılıkçı hareketlerin bitirilmesi için seçimler 3 buçuk yıl ertelendi. Ancak 2 yıl sonra (elbette iktidarı istemeyen?!) ordu geri döndü. Silahsız sivil ortaklarına karşı darbe düzenledi, onları zayıf gerekçelerle veya gerekçesiz bir şekilde tutukladı veya ev hapsine mahkum etti. Uluslararası ve Arap baskısı altında ordu, sivil taraf ile yeni bir anlaşma (elbette üstünlüğün onda olduğu) imzalamayı kabul etti. Kendisine bağlı medya organları, ordunun iktidarda kalmak istemediğinden seçimler için acele ettiğini söylüyor! Madem öyle, neden en başından Beşir’i gözaltına alıp, sivillerin sivil bir hükümet kurmasına ve seçimler düzenlemesine yardım etmedi?
Şu ana kadar, seçim ideolojisi işe yaramaz görünüyor. Ama esas sebep dış müdahaleler değil, asıl sebep, ister askeri, ister milis, ister bölgesel, isterse mezhepçi olsun, yönetici konumdakilerin, ülkelerin kargaşa içinde kalması, yağmalanması, zenginliklerinin ele geçirilmesi ve istikrarının tehdit edilmesi yoluyla ülkelerin içinde bulundukları durumda kalmalarını istemeleridir. Son 10 yıldan, dahası Amerikalıların 2002'de Afganistan'ı, 2003'te Irak'ı işgal ettiğinden beri bölgesel ve uluslararası atmosfer artık elverişli değil. Zayıf Arap çevrelerine doğrudan veya kendi kurdukları milisler aracılığıyla müdahale eden İranlılar ve Türkler var. Bir yanda Amerikalılar ve Avrupalılar, diğer yanda bunlar ile Ruslar arasında yenilenen bir çatışma var. Amerikalılar bir yere müdahale ettiklerinde, Ruslar güç kazanmak, nüfuz elde etmek veya nüfuzu paylaşmak için onları takip ediyorlar. Patlak veren devrimler bile kısa ömürlü oluyorlar. Buna karşılık bölgesel, uluslararası ve hatta yerel güçler halen mevcutlar ve ayaklanmış halkların kendisinden daha uzun ömürlüler.
Şöyle diyenler olabilir: Ama küresel güçler, sükuneti, kargaşa ve müdahaleden kurtulmanın tek barışçıl yolu olan seçimlerin düzenlenmesini teşvik etmekten başka ne yapabilirler?
Böylece hangi taraftan bakarsanız bakın, durumun tıkanmış olduğunu ve yeniyi kabullenememe zayıflığına tanık olduğunu görürüz. Peki, yeni nedir? Yeni, söz konusu ülkelerin doğalarına, istikrarlarına ve halklarının yaşam biçimlerine dönüşleridir. Bu zor değil, ancak 10 veya 20 yıllık kesintiden sonra zorlaştı.
Yaklaşık 40 yıl önce şu iki sloganımız ortaya çıktı: Arap istisnası ile İslami istisna. Bununla kastedilen, anayasal demokratik bir devletin inşasıdır. İki istisnanın 2011'deki kapsamlı Arap hareketiyle çöktüğünü savunanlar vardı. Ancak şimdi görünen o ki, bu hareket bile Arap veya Ortadoğu siyasi toplumunu 70 yıl veya daha uzun süredir rahatsız eden kargaşa dönemlerinin yalnızca bir halkasıydı. Bu halka ordularla başladı, ardından yakın ve uzak taraflara tabi milis gruplar ortaya çıktı. Şimdi tüm bunların sonucu; yeniyi kabullenememe zayıflığıdır!