Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Gökkuşağı toplumları!

Güney Afrika Cumhuriyeti geçen hafta, uzun yıllar süren yerleşimci beyaz sömürgeciliğin kasvetli döneminin sona ermesinin ardından, Cumhuriyetin beyaz ve siyah tüm vatandaşları için yapılan ilk özgür seçimlerin 30. yıldönümünü kutladı. Bu toplumun deneyimi insani öneme sahip, çünkü siyahlar ataları Avrupa'dan gelen beyazları sınır dışı etmeye değil, onlarla aynı vatanda bir arada yaşamaya karar verdiler.

Güney Afrika Cumhuriyeti’nin mevcut Devlet Başkanı Cyril Ramaphosa bu vesileyle insanlara şöyle seslendi: “Siyah vatandaşları izole eden yerleşimci beyaz hükümetten kurtuluşu kutluyoruz. Ancak birlikte yaşamanın halklar için ekonomik kalkınma ve barışa giden en güvenli yol olduğunu öğrendiğimizden birlikte gururla kutluyoruz. Artık özgürlüğün, eşitliğin ve çoğulculuğun tadını çıkarıyoruz ve hepimizi birleştiren bir referansla yönetiliyoruz. O da farklı renklerden, farklı dinlerden, hatta farklı kültürlerden vatandaşlardan oluşan bir “gökkuşağı” halkı olmak.”

Bu zengin insani deneyim dikkatimi çekti. Başkan Nelson Mandela'nın bu birleşimi formüle etmedeki rolüne dünya şahit oldu. Mandela, özgürlüğünü kazandıktan ve başkan olduktan sonra, kendisini 20 yıldan fazla süre boyunca izole bir hapishanede tutan gardiyanlarından intikam alma yoluna gitmedi. Güney Afrika Cumhuriyeti'ni, dünyanın gördüğü ve belki de hoşgörü ile karşıladığı Gazze'deki katliamların soruşturulması için İsrail hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne şikâyet başvurusunda bulunmaya iten şey de nerede olursa olsun adaletsizliği reddeden bu ruh olabilir. Zira bu, Güney Afrikalıların karşılaştığı ırkçılığa benziyor, bu nedenle İsrail'in ırkçılığını güçlü bir şekilde hissettiler. Soykırım işleyen ırkçı bir rejim gördükleri için ona karşı insan haklarını savunma bayrağını taşıma konusunda inisiyatif aldılar.

Gökkuşağı, günümüz dünyasındaki çoğu toplumun gerçek tanımıdır. İnsan uygarlığının sınırlarında yaşayan bazı ilkel toplumlar dışında; tek bir “kültürel, etnik, dilsel, dinsel” bileşenden oluşan toplum yoktur. Çoğu toplum, bazı özellikleri paylaşan, bazılarında ise farklı olan bir gökkuşağıdır. Bu nedenle modern ulus-devlet, bazılarının anayasa ya da genel hukuk olarak adlandırdığı ve çoğu zaman farklılıklara rağmen vatandaşlar arasında eşitliği öngören bir hukuk sistemi inşa etme yoluna gitti.

Pek çok yerinde sıcak (Yemen, Libya, Sudan) ya da soğuk iç savaşlarla kaplı Arap coğrafyamızda, tarafların aralarındaki anlaşmazlık ve kavgaların temel nedeni yalızca toplumsal gökkuşağının tanınmamasıdır. Her grup diğer grupların siyasi, sosyal ve kültürel yorumunun kendisine benzemesini istiyor. Yani kamusal alanı ele geçirmek, kendi rengine boyamak, farklı siyasi, mezhepsel, etnik renklere hatta farklı lehçelere sahip diğerlerini dışlamak istiyor. Bu, aynı anavatan içinde bir grubun başka bir gruba karşı politik olarak kullanılmasıdır.

2004’te yayımlanan ünlü kitabı Ölümcül Kimliklerde (Annesi Katolik, babası Protestan, dedesi Türk olan Lübnan asıllı Fransız yazar) Amin Maalouf, alarm zilini çalar ve kimliğin (siyasallaştırılmışsa) nasıl korkunç bir şiddet aracı olabileceğini açıklar.

Pek çok toplumda, siyasallaştırma ve çıkar uğruna sefil “ulusal kimlik” sloganı icat edildi. Bu slogan grupları böldü ve nefreti filizlendirdi. Gerçek şu ki, modern Arap devleti büyük ölçüde “sosyal gökkuşağını” tanıyan ve hoşgörüsüzlük yerine hoşgörüyü teşvik eden bilimsel temelde bir “kimlik” oluşturmakta fena halde başarısız oldu. Arap dünyasında, bunun yerine modern ulus-devletlerdeki bazı gruplar, gücü ve zenginliği ele geçirmeye, yönetici grubun ait olduğu kimlikleri empoze ederek diğerlerine hükmetmeye çalıştılar. Dolayısıyla soğuk çatışmalar gibi bu toplumları neredeyse yok eden sıcak çatışmalar patlak verdi ki, her iki çatışma türü de aklın yönlendirdiği ortak hukuk ve yönetim kuralları tarafından yönetilmez.

Farklılıkların ortadan kalkması için tek dine mensup olmak şart değildir. Aynı devlet içinde yaşayan Türkler ve Kürtler tek din ve tek mezheptendirler ama aralarında düşmanlık vardır. Hutular ve Tutsiler aynı ülkede (Ruanda) yaşayan ve tek dil konuşan Katoliklerdir ama aralarında ırk nedeniyle katliamlar yaşanmıştır. Katil "kimliğin" tek bir kalıptan değil, birden fazla değişkenden etkilendiğini gösteren dünya çapında pek çok örnek vardır.

Mesela Irak'taki Baas rejimi bütün Irak halkını “Baaslaştırmaya” çalıştı. Oysa Baas’ın “Ebedi mesaj sahibi birleşik Arap milleti” sloganı ile Irak halkının yaklaşık üçte birinin farklı bir kültüre ve dile sahip olan Kürtlerden oluşması arasındaki çelişki açıktı. Bu da aralarında dış müdahalelere kapıyı aralayan uzun bir çatışmayı körükledi. Yemen'deki Husi dışlayıcıdır ve kendisininkinden nispeten farklı bir ideolojik bağlılığa sahip diğer Yemenli unsurları dışlamaktadır. Sudan'daki çatışma, geçmişte Güney halkını dışlama modelini takip eden bir tür kimlik ayrıştırmasından başka bir şey değil. Lübnan'a gelince, ısrarlı dışlama girişimleri çıkmazının sonuçlarını herkes biliyor. Bu dışlama sonucunda bazıları görünürde bir yandan haksızlığa uğradıkları, diğer yandan İsrail’e karşı savaştıkları ya da azınlık oldukları sloganlarını tekrarlarken, gerçekte ise “ya benim içimde erirsin ya da benim dışımda kalıp” dışlanmayı ve bazı durumlarda ezilmeyi hak edersin diyecek kadar çıkarları tekellerine alma çabası içindeler.

Dolayısıyla aynı vatanda yaşayan ötekini reddeden ulusal kimlik sloganı, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra yayılan ve milyonlarca insanın ölümüne neden olan faşizmin özelliklerinden biridir. Bugün de Gazze'de on binlerce kişinin ölümüne neden olmakta, insan doğasına ve insanlık tarihine aykırı iğrenç bir taassubun taşıyıcılığını yapmaktadır. Zira halklar birbirine karışmış, kültürler iç içe geçmiştir ve günümüzde karışmak ve iç içe geçmek yaşadığımız çağın bir özelliği haline gelmiştir.

İroniktir ki, Filistin davasının katledilmesi de parçalanmaya ve bölünmeye neden olan bir tür “kimlik” ayrımcılığıdır.

Güney Afrika Cumhuriyeti gökkuşağını birdenbire keşfetmedi, aksine, o ülkede halkın geneline ulusal uyumun ve birbirini karşılıklı tanımanın önemini aşılayan bugünün dünyasında, bir bileşenin diğeri içinde eridiği bir yerin olmadığını öğreten muazzam insani acıların ardından geldi.

Egemen Arap kültürü, ulusal güvenlik sistemini baltalayan bir asimilasyon veya ötekileştirme ısrarıdır. Bu, anavatan yaratmaz, aksine, gördüğümüz gibi, sıcak ya da soğuk savaşlara zemin hazırlar.

Son cümle; “Başkalarını çoğu zaman kendi dar aidiyetlerine hapseden de onları özgürleştiren de bizim bakışımızdır” (Amin Maalouf).