Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Geceye yenilmemek/Geceye yenilmeyenler

“Geceye yenilmeyen her insana ödül olarak bir sabah, bir gündüz ve bir güneş vardır.”
Sezai Karakoç

Allah Teâlâ’nın kudretinin bir ayeti[1] olarak bizlere sunduğu gece, içinde hayırları da şerleri de barındırır. Bu biraz da insanın geceye nasıl yaklaştığı ile ilgili bir durumdur. Kendini yenileyip diriltmek isteyeni diriltip ona canlılık[2] verirken kötülüklerini ortaya koymak için de bir örtü[3] oluşturur.
Gece, insanı ve her şeyi içine çeker, sarmalayıp sarar, uyutur; zira bu onun yaratılış hikmetlerinden biridir. Buna rağmen en azından gecenin bir kısmında uyanık olmanın gerekliliğine dair ilahi ferman vardır; “Geceleyin kalk!”[4] Gece kalkıp kulluğun kapısını aralayacak işler yapmak, yarını diri, canlı ve bilinçli geçirebilmek adına önemlidir.
Yakarıda alıntıladığımız sözlerin sahibi Sezai Karakoç’un, geceye bu bilinçle yaklaşarak bir ömür geçirdiğine inanıyoruz. Belki de bu sebeple “geceye yenilmemeye davet ederek, geceye yenilmemenin ödülünü, “bir sabah, bir gün ve bir güneş” olarak ifade ediyordu. Yani yeni ve aydınlık bir gelecek…
Sezai Karakoç’un geceye yenilmemek, yeni bir ufuk açmak ve bir medeniyet inşası adına yaptıklarını ve söylediklerini şiirlerinden ve kitaplarından alıntılarla hep birlikte hatırlayıp onu yâd edelim.
İslam davasının sadık neferlerinden biri olduğu, onu tanıyan, okuyan herkesin malumudur. Bu sebeple İslam’a riayet etmekten kaynaklanan başarıları görmezden gelenlere sitemini şöyle dillendirmiştir; “Başarı İslam’a ait olunca ölümüne sessizler!”
Bütün derdi İslam ile dirilmek ve diriltmekti; zira “Diriliş” kavramının onun dünyasında apayrı bir yeri vardı. Belki de bu yüzden Müslüman bireye tavsiyede bulunurken; “Müslüman! İslam’ı öyle sağ ve diri, canlı yaşa ki, seni öldürmeye gelen sende dirilsin…” demişti. Belki de ısrarla “Diriliş Neslinin Amentüsü”nü yazmasının sırrı budur. “Ruhun Dirilişi”ni “İslam’ın Dirilişi”, İslam’ın dirilişini “İnsanlığın Dirilişi” olarak gördü ve bir “Diriliş Muştusu” verdi. Onun ifadesiyle söyleyecek olursak “Dirilişin Çevresinde” çırpınıp durdu insana dirilik kazandırabilmek için…
Kur’an’ı şöyle niteliyordu; “Kur’an-ı Kerim, inananlara, Allah’ın güzelliğinden bu dünyada gösterilmiş bir işaret, bir örnektir.” Kur’an’ı hayatın kurucusu ve koruyucusu olarak gördüğü için, “Arkamda ve yanımda güçlü surlar vardı surelerden.” diyordu.
Öylesine naif ve nazikti ki hakikati “Bir çiçeğin/Bir peygamber çiçeğinin aydınlığında aramanın” kaygısını taşıyordu. Belki de bu yüzden hayâyı çok önemsiyor ve şöyle diyordu; “İnancın yarısı hayâdır/utançtır. Her şeyi tam olsa da utancını yitirmiş bir medeniyet, sağlıksızdır.”
Aşkı göğsünde taşımanın dayanılmaz ağırlığını ifade ederken; “Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı. Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum.” diyordu.
 “Şiir’i ruh pencerelerini Allah’a açmak” olarak görüp Allah’ın rızasına ulaşmaya vesile kılıyordu. Belki de bu yüzden “Bütün şiirlerde söylediğim SENSİN” diyordu.
İçteki putları kırabilmeyi kahramanlık olarak niteliyordu; zira içlerindeki putları kırmayanlar gerçek anlamda kahraman olamazlar. Bu nedenle olsa gerek ki inanç ve teslimiyetin timsali İbrahim olmayı şöyle tarif ediyordu; “Ateş, yakacak bir şey bulamayacak sende: İşte İbrahim olmak bu.” Şeytanın kentini darmadağın etmeye andı vardı.
Ayasofya’nın tekrar ibadete açılmasına en çok sevinenlerden biri olmuştur; zira “Ayasofya’nın avizelerini bu ramazanda da ısıtamadık: bunu unutmamalı.” diyerek hüznünü kelimelere döküyordu.
Değerleri hayattan çıkarmanın bir bedeli olduğuna şu sözleriyle dikkat çekmeye çalışıyordu; “Camiyi hayattan sürmeye başladık başlayalı, adeta ilahi bir ceza olarak biz de hayattan sürülmeye başladık.” Çünkü ona göre camii sıradan bir bina değil, “Camii mihrabıyla bir tapınak, minberiyle bir toplum ve devlet, kürsüsüyle bir okuldur.”
Doğru bir anlamanın bedeli olduğuna vurgu yaparak; “Anlamak masraflı iştir. Emek ister, gayret ister, samimiyet ister. Oysa yanlış anlamak kolaydır; biraz kötü niyet, biraz cehalet kâfidir.” demişti.
Kendisini affedilmeye layık görmediğini ifade etmesine rağmen affedilme umudu taşıyarak ayağına geldim diyebilme erdemine sahipti.
“Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da”
Umudunu hiç yitirmediğini “Umutsuzluk yok! Gün gelir gül de açar. Bülbül de öter.” ve “Her çağda şartlar ne kadar ağır ve olumsuz olursa olsun, inananlar için muhakkak bir Nuh’un Gemisi vardır.” diyerek ifade ediyordu.
Ölümün her türüne, “Ah! Ölen ölene içimizde ve dışımızda” ve “Anlatacaktım ölümlerini bir sonbahar eşliğinde, bir kış güneşliğinde. Fakat baktım bu ölüm değil diriliştir. Tabiatı aşan bir diriliştir.” diyerek kayıtsız olmadığını ilan etmişti.
Hakikat savaşına adanmış bir hayatı vardı; zira ona göre hayat; “hakikat savaşı ve karşı savaşlar, başkaldırmalardır.” O doğru değerlendirilmemiş bir hayatı “hiç” olarak görüyordu; “Baharı yaz uğruna tükettik, Aşkı naz uğruna ve papatyaları seviyor sevmiyor uğruna; derken ömrü tükettik bir hiç uğruna”
Dünyayı bir sürgün yeri olarak görüp;
“Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim” diyerek bu sürgünün bir an önce bitmesini istemişti. 16 Kasım 2021 de sürgün olarak gördüğü bu dünyadan ebedi âleme gitti.
Ümmetin o ve onun gibi değerlerin kadrini bilmesi dileğiyle…
“İnşallah biz de sizlerin ardından geleceğiz…”

[1] Yasin 36/37
[2] Müzzemmil 73/6
[3] Nebe 78/10; Felak 113/3
[4] Müzzemmil 73/1-3