Hazım Sağıye
TT

Lübnanlı liberallerin özgürlük düşmanı müttefikleri

“Lübnanlı liberaller” (?!) zaman zaman -Lübnanlı ya da Lübnanlı olmayan- “liberal olmayan” güçlerle müttefik, onların sempatizanları ya da onlara tabi olmakla kınanıyorlar. 
Liberalizmin ilk anlamının devleti küçültmek olduğunu hatırlayacak olursak, “liberallerin” Lübnan devletini zayıflatmak ve küçültmek için çalışması gerekiyordu. Bu, ekonomide olduğu kadar ordu ve yargı içinde geçerlidir.
Ancak Lübnan’ın mevcut durumu ile kıyaslandığında bu aşağılama bir komedi ve saçmalık olarak görülüyor. Yani, ‘liberallerden’ istenen, zaten gerçekte çok zayıf olan devleti daha da zayıflatmak ve artan gücüyle paralel devleti, yani “Hizbullah’ı” güçlendirmek oluyor. Onların eleştirilerine göre, sadece bu şekilde gerek fikirleri gerekse de benlikleriyle gerçek liberaller olabilirler.
Öte taraftan bu “liberallerin” gerek içerideki gerekse de dışarıdaki liberal olmayanlarla müttefik olmamaları, her türlü destekten el çekmeleri, toprakları üzerindeki ‘eksen mücadelesini’ reddetmeleri ve zamanında silahlı milis olan kimselerle tüm bağlarını koparmaları bekleniyor. Zaten liberalizm milislere ve silahlara karşı değil mi?
Bu “masum” taleplere yanıt vermenin pratikte en az iki anlamı var. Birincisi, “liberaller” bugün Lübnan’da yaşamı tehdit eden tek bir eksen olduğunu unutuyorlar ki bu eksen, İran ve ona tabi olanların eksenidir.
Nitekim bu eksen, savaş ve barış konularında kontrol sahibi olmakla birlikte Lübnan’ın tecridinin sebebi, ekonomik ve yaşamsal felaketin aslan payının sahibidir. İkincisi, bu “liberallerin” güçlenen ve genişleyen tek milis gücünün Hizbullah olduğunu unutmalarıdır.  
Ancak bu iki husus onların “liberaliklerini” övgüye değer ve doğru kılmaktadır. Bunun sebebi, bu hususların onları Ketaib, Lübnan Kuvvetleri, İlerici Sosyalist ve Emel partilerinden olan ve artık ortadan kalkmış milisler ile bahsettiğimiz yüz bin savaşçıdan oluşan ve Hizbullah Genel Sekreteri’nin bizi kendisiyle tehdit ettiği ordunun arasına yerleştirmesidir.
Burada şunu açığa kavuşturmak gerekiyor: Bugün Lübnanlıların dostu düşmandan ayıran temel kriteri, kendilerini kimin savaşa sürüklediği ve savaşın gerekliliğine dayanan bir stratejiye sahip olanın kim olduğudur. Elbette, bizi savaşa sokma niyetinde olmayan güçlerin olması güzeldir. Bunların, özgürlük, bireysellik, cinsiyet eşitliği, sınıf farklılıklarının kaldırılmasını savunan ve ırkçılık karşıtı olan “liberallerin” müttefikleri olması beklenir. Ancak böyle olmasa bile, ülkeyi ve insanlarını mahveden savaşı reddetme erdemi onlardan düşmez ki, yeri gelmişken savaşların liberalizmin en büyük düşmanı olduğunu söyleyelim.
Bugün büyük tehlikelerin başında, devletin vatandaşlara ve onların özgürlüklerine yönelik olan müdahalesi değil, paralel devletin devlete ve vatandaşlarının ezici çoğunluğuna yönelik baskısı gelmektedir. Bizim ölümcül bir savaşa sürüklenme olasılığımız burada yatmaktadır.
Gerçek şu ki, liberalizm -liberalizmin babası John Locke'un Hoşgörü Üstüne Bir Mektup’taki yazılarından bazısı istisna edilecek olursa- bizimki gibi bir durumla karşılaşmadı. Bundan kasıt, bir ülkenin ve egemenliğin varoluşsal bir tehdit altında olması ve demokratik olarak halkın iradesini temsil etmesi gereken devletinden daha güçlü bir silahlı devletin kurulmasıdır.
Avrupa'da 18.yy’da ortaya çıkan liberalizm, bu tehditler karşısında bir yandan devlet ile toplum, diğer yandan birey ve özgürlük arasındaki gergin ilişkiyi ne ilerletmiş ne de geriletmiştir. Diğer taraftan liberalizm için geçerli olan, soykırım ya da soykırıma benzer bir durumla karşı karşıya kalan tüm modern ideolojiler için de geçerlidir. Moskova ve diğer komünistlerin, “burjuvazi” ile birlikte ulusal ve halk cepheleri teorilerini benimsemeleri, 1930'larda Almanya'da Nazizm’in yükselişinin sonucu değil miydi? Ayrıca Stalin, İkinci Dünya Savaşı sırasında Rus Kilisesi’yle ve Mao Zedong, Japon işgaline karşı Çan Kay Şek ile uzlaşmadı mı?
Fakat burada “liberalleri” kınayanların, saflığı ve ortodoks liberalizmi savunmadıklarını, bilakis Hizbullah’a ve Velayet-i Fakih rejimine sempati duyduklarını ve onlar için en uygun koşulları sağlamaya çalıştıklarını da söylemek gerekir.
Onlar aldıkları her nefeste hem liberalizm hem Lübnan nefretini yayıyorlar.
Yine onların hüsnü zannına göre bu kimseler, tüm dostluk ve sempatilerini bir kenara bırakarak ve Lübnan devletini zayıflatmaya çalışmaya odaklanarak ‘liberaller’ içinde yer alabilirler. Bu tür bir kınama, ikiyüzlü bir savaş taktiğine benzer ve ‘bizim için caiz olanlar ile başkaları için caiz olmayanlar arasındaki ayrım kültürüne’ dayanır.
Bu, Bakunin'i Humeyni ile ve Marx'ı Hamaney ile bir araya getirir. En nihayetinde dedikleri şudur: Hakikatin tamamının sahibi biziz. Silahlar, tüm silahlar bizim elimizde. Sizin payınıza ise yalnızca ihanet ve karalama bırakıyoruz!