Ömer Özkaya
Yazar
TT

Salvador Dali, Michelangelo, Nietzsche

İtalya, Avrupa sanatının ve estetiğinin ana kaynaklarının oluştuğu ülkedir. Mimaride, resimde, heykelde, edebiyatta, bankacılık ve ticarette Avrupa’ya ilham veren, değiştiren ve dönüştüren tarihsel bir görkemi vardır. Rönesans’ın kaynağı bugünlerin mahrecidir.
Almanya felsefenin, teknolojinin, mimarlığın ve askerî stratejilerin seri üretim üslerindendir. Marx, Hegel, Goethe, Heidegger, Nietzsche ve Martin Luther gibi felsefî anıtsal portrelerin ülkesidir. Hristiyanlığı level atlatan, siyasal ideolojilerin, felsefî akımların değiştiricisi, dönüştürücüsü ve geliştiricisi bir başka görkemli ülkedir.
Ve İspanya... İtalya ve Almanya gibi Avrupa’nın bir başka sürükleyici ve ufuk açıcı ülkesi olarak tarihsel misyona sahiptir.
Üçünün ortak yanı, faşizmi de tavan yaptırmış olmalarıdır. Mussolini’nin aşırı milliyetçi, devleti her şeyin merkezine koyan, ideolojik tekelci ve siyasal ve sosyal dogmalarla ulusu tutsak eden "felsefesi" Hitler'i ve Franco’yu etkiliyor ve onları yeniden dizayn ederek tarih sahnesine sürüyordu. Hitler ve Franco da faşizmi yeniden üreterek ve yoğunlaştırarak Avrupa’nın ve dünyanın siyasal, ekonomik, askerî, sosyal, kültürel ve ideolojik atmosferini değiştirecek negatif anlamda olağanüstü eylemler yaparak Avrupa’ya savaş yıkımı yaşatıyorlardı.
Her üç ülkede faşizmin büyüyüp gelişerek yönetime mutlak egemen olması ekonomik ve siyasal güç yitimlerinin yaşandığı dönemlerde gerçekleşmektedir. Küresel ekonomik sistemin yaygın ve sistemik çöküşü sonrası kitlesel ve bireysel yoksullaşma faşizmin önünü açmakta ve ulusu mekanik bir objeye çevirerek sadece komut almaya ve komutu eksiksiz yapmaya odaklı varlığa dönüştürmektedir.
Tam bu noktada tüm küresel ekonomik kurum kuruluş ve otoritelerden enflasyonun sistemik bir olgu olarak değerlendirilmesi yönünde saptama ve uyarıların geldiği süreçte, “İtalya, Almanya ve İspanya’da nasıl oldu da faşizm devleti ve toplumu ele geçirip onları "kolayca" yönlendirilebilen figürlere dönüştürdü” sorusuna yanıt ararken ilginç bir isme ulaştık.
Salvador Dali’nin, Michelangello’nun ve Goethe gibi görkemli anıt insanların ülkeleri nasıl olur da faşizmin kıskacına düşerlerdi?
Yanıt ünlü sanat tarihçisi Heinrich Wölfflin’den geldi. Sanat tarihinin bu ünlü İsviçreli temsilcisinin 1931 yılında "İtalyan ve Alman Biçim Düşüncesi" araştırması kitap olarak yayınlanıyor.
Wölfflin, Rönesans’tan barok mimarisine ve dönemine nasıl geçildiği gibi birçok sanat tarihi kesiti alanında araştırmalar yapmaktadır. Bu araştırmaları yaparken aradığı bir nevi Avrupa’nın resim, mimari ve heykel gibi temel sanatlarda Avrupa’nın disiplinli askerî veya devletsel ortak aklıdır. Araştırmalarında bireysel, toplumsal, ulusal tüm özellikleri ayıklayarak, ayrıt edici siyasal, ekonomik ve sosyal tüm faktörleri bir yana bırakarak ortak yanı, yani birbirine tıpa tıp benzeyen biçim olgusunu ortaya çıkarmaya çalışmaktadır. Avrupa’nın ortak biçim duygusunu bulmak Heinrich Wölfflin in neredeyse hayatının odak noktası olmuştur.
Bu bölgesel biçim (üslûp) arayışları özellikle İtalyan ve Alman bazlı olunca acaba Heinrich Wölfflin’gin araştırmalarını okuyan yönetsel, entellektüel ve ekonomik elitler ne tür bir zihinsel değişim ve dönüşüm geçirdiler diye sormadan edemiyor insan. Sonuçta Heinrich Wölfflin amacı siyasal, sosyal, ekonomik, dinsel, kültürel ve sair elitlerin sanatsal dünyasının yani beyninin o ona kadar oluşturduğu "kültür"ün kök durumunu ortaya çıkarmaktadır. Yani yaptığı Avrupa’nın zihinsel ve akılsal madenciliğidir. Bu madenciliğin kitaplara yansıyan ürünlerini elitler ve onların kültürel tedarikçileri nasıl yorumladılar ve uyguladılar; bir başka önemli sorunsal budur.
Heinrich Wölfflin’gin mimarî yapıtları, heykel ve resmi baz alarak yaptığı araştırmalar biçim ve üslûp temellidir. Özellikle mimarî biçim araştırmaları kamu otoritesi yani devlet ve ekonomik elitleri etkileyecektir. Heykel, mimarî gibi tam görsel ve milimetrik bir sanat olarak aklî ve görsel disiplin ile mutlak bağlantılıdır. Resmin haritasal bazlı olanı akılsal ve görsel disiplin içeriklidir.
Dolayısıyla Heinrich Wölfflin aslında barok gibi ağır mimari araştırmaları yaparken bir nevi köşeli otoriter, askerî ve disiplinli Avrupa ortak aklının tüm varyantlarını da somutlaştırmıştır. Bir geçiş dönemleri araştırmacısı olarak Heinrich Wölfflin’gin elde ettiği bulgular (değişim dönemlerinin ağır faturaları) onu fazlası ile dogmatik ve aşırı temkinli ve askerî bir disiplini uygulayacak profil olarak resmetmektedir.
Mussolini’nin, Rönesans’ın ana üssünden olması, heykel ve resmin özellikle dinsel kutsalların resimlerin ve heykellerin yapıldığı sanatsal merkezden olması, ticaretin ve bankacılığın geliştirildiği, ölçüye ve sayıya dayalı aritmetik ve geometrik İtalya’nın tüm kültürel ve zihinsel birikiminin eseri olmasını tabelada tutarken, özellikle askerî girişimciliğini de tüm portreyi tamamlayıcı unsur olarak en başa yazabiliriz.
Hitler'in Almanyası da Mussolini’nin İtalya’sından farklı değildir. Köşeli, disiplinli ve ana doğmayı bulma odaklı bir aklın ülkesi olarak Almanya, otoriter, askerî ve mekanik profili ile ölçü, sayı, aritmetik ve geometrik düşünce düzlemindedir.
Hristiyanlığa bir çok mezhebi ve sayısız tarikatı üreten Martin Luther’in yaptığı, çağa uygun yeni bir dogma üretmek olmuştur.
Alman felsefecilerinin neredeyse tümü dinsel ve mitolojik sislerin ardındaki gerçeği aramak gibi ortak bir düşünsel tabana dayanmaktadır. Dinsel ve mitolojik dogmalarla tatmin olmayınca, insansal felsefî dogmalar üreterek kitleleri kulvarında tutacak "değerleri" üretme mesleği içinde olmuşlardır.
Bu anlamda bir başka köşeli tarihsel platforma sahip ülke de İspanya’dır. Heinrich Wölfflin "İtalyan ve Alman Biçim Düşüncesi"ni araştırırken, ürettiği bilgi ve materyaller faşizmi de doğurmuş veya onun semirmesine yoğun katkı vermiş olabilir mi?
Çünkü geçiş dönemlerinin, ekonomik buhranlar, bireysel, ülkesel ve küresel krizlerin en çok tetiklediği ve beslediği temel davranış geleceğin nasıl olabileceğini bilmektir. Bu bilgiye duyulan gereksinim ve geleceği bilmek veya en azından öngörebilmek ve gerekirse inşaa etmek güdüsü doğrudan "biçim"ler ve algılarla ilgilidir. Çünkü "biçim" tanımlanmış, sınırları, ada ve parselleri ve parametreleri ile belirlenmiş bir durumu ifade eder.
Heinrich Wölfflin yaşamı boyunca sınırlar ve olanaklar korelasyonunu araştırmıştır. Bir nevi ayağını yorganına  göre uzat, atasözünün sadık uygulayıcısıdır.
Bu yönüyle hayale, duyguya, algıya, umuda ve dinsel alana yer bırakmayan tümüyle fizik, somut ve mekanik bir zihne sahiptir. Tıpkı faşistler gibi çoğulcu, çok renkli, çok çeşitli ırksal, sosyal, düşünsel, özgürlüksel ve metafizik unsurlara karşı bir bilinçaltı dünyası vardır.
Bir nevi her bireye ve ulusa göre farklı olan biçim olgusunu ve duygusunu standardize etmek gibi yine bir başka bilinçaltı mevcuttur. Sanatsal anlamda biçim düşüncesini irdelemek aslında başlı başına yönetsel elitlerin strateji ve enformasyon tedarikçilerinin akıl dünyasına elini daldırmak ve onların aklını İsviçre saati gibi ve mekanik olarak katı bir kafese almaktır.
Dönemin Avrupa’sının bölgesel ve uluslararası rekabeti (sömürgecilik) de göz önüne alındığında Heinrich Wölfflin’gin İtalyan ve Alman Biçim Düşüncesi bağlamında Avrupa’da standart bir sistem kurulmasının kültürel ve zihinsel zeminini araştırmış olduğunu analiz edebiliriz. Hatta teknik olarak Avrupa Birliği’nin ilham kaynağıdır.
Ülkenizi veya dünyayı değiştirmek istiyorsanız bilgi, fikir, düşünce, teknoloji ve kültür üretenlerin beyinlerine istediğiniz girdileri enjekte etmeniz gerekmektedir.
Heinrich Wölfflin’gin Almanya'nın lojistik ana arteri olan İtalya’nın, biçim düşüncesi ve olgusunun Alman Biçim Düşüncesi ve olgusu ile ortak kesitini bulduğu bölge iki ülkenin de söylem ve eylem birliğini üretebilirdi. Nitekim bunu da üretmiştir.
Tarihsel olarak ilerleyen süreçte gelişen siyasal ve askerî ittifaklar sanki yukarıdaki tezimizi teyid etmektedir. Tarihimiz kaos bazlı akla mı yoksa düzen ya da istikrar bazlı akla mı daha eğilimli olduğunuzu ele verir.
İtalya ve Almanya tarihinin diğer bir ortak noktası sürekli istikrarsızlıktır. Bu sürekli istikrarsızlık Almanya ve İtalya’da sürekli istikrar arayışını da beraberinde getirmiştir. Bu arayışın faşizme ulaşması belki bir sürpriz değildir.
Sürpriz olan bir sanat tarihçisinin askerî ve siyasal ittifaklar kurulması için zihinsel-kültürel profili ortaya çıkarmakta sanatı kullanmasıdır.
Asıl soru ise Dante’nin, Michelangello’nun İtalyası nasıl Mussolini İtalya’sına dönüşmüştür. Kant’ın, Hegel’in, Marks’ın ve Nietzsche’nin ülkesi nasıl Hitler Almanyası’na, Salvador Dali ve Pablo Picasso’nun ülkesinin ise Franco İspanyası’na nasıl evrilmiştir sorusudur.
Bu sorunun küresel ekonomik ve finansal bir türbülansa girmekte olan dünyamızda ele alınması zorunluluktur. Ülkesel ve bölgesel kapanma anlamı da içeren faşizmin dogmatik bir siyasal sistem olarak kabul görmesini sağlayacak kültürel, politik ve ekonomik unsurlar çoğu ulusun tarihinde bolca bulunmaktadır.
Fransa’dan yayılan kübizm akımı milimetrik yansımaları hem reddeden hem de bir yandan onaylayan yönüyle Fransa tarihinin dışa vurumu gibi durmaktadır: Önce mutlakiyetçi ve diktatöryal sonra demokratik.
Faşizmin bir çaresizlik ve yetersizlik yönetim sistemi olduğu tartışılmazdır.
Ancak Alman, İtalyan ve İspanyol aklının nasıl olup da bu çıkmaz yola girdiği ciddi bir muammadır.
Kaosu yönetmeyenin düzeni yönetemeyeceğini vurguladığımız yazımızı da anımsatarak, kaotik ortamın ve savaş döneminin askerlerce hiç de olumlu karşılanmaması bu bakımdan öğreticidir.
Hitler'in yayılmacılığı aslında tümüyle “dikensiz gül bahçesi” üretmeye yöneliktir; tüm tehdit ve tehlikelerin ortadan kalktığı ve saf ırktan oluşan yani sadece itaatkâr Almanlardan oluşan mekanik bir devletin Thomas More’un topyası gibi olanaksızlığı da ortadadır.
Bu bağlamda “Olmaz olmaz deme, her şey olur, olmaz olmaz” aforizması tekrar moda olmaktadır. Heinrich Wölfflin gibi gerçekten muazzam bir sanat tarihçisinin "İtalyan Alman Biçim Düşüncesi" ile ilgili çalışması İkinci Dünya Savaşında faşist ittifakın kurulmasına neden olmuş mudur sorusu komplosal bir kurgu değil füturistik bir kaygı olabilir.
Dünyanın yakın ve orta vadede eşiğinde durduğu kapı faşizmin kapısıdır. Kitlelerin squid game tarzı bir ortamda Hitler'i projektörlerle aratacak anomaliler yaşamaması için yukarıdaki tarihsel kesiti irdelemek stratejik bir çalışma olacaktır. Avrupa’nın finansal bileşkesi yani herkesin kasası İsviçre’nin yetiştirdiği Heinrich Wölfflin, finansal ortak kasa olma ayrcalıklı statüsünü elde eden ülkesinin konumunu "İtalyan Alman Biçim Düşüncesi" bağlamında bir başka ortak alanı keşfederek muazzam bir iş başarmıştır.