Bülent Şahin Erdeğer
TT

Kur’an’ı doğru anlamanın başlangıcı: Kur’an’ı Kur’an’la anlamak

Her Müslüman'ın Kur'ân üzerinde düşünme sorumluluğu bir ibadettir. (Ayetler-Kur'ân, Düşünmek, Anlamak ve Öğüt Almak içindir: 2/219, 242, 266; 3/191; 5/18; 6/50; 7/176, 184; 10/24; 13/3; 16/11, 44, 69; 17/41; 23/68; 28/51; 29/63; 30/8, 21, 21; 34/46; 38/29; 39/42; 41/52; 43/3; 45/13; 46/10; 47/24; 59/21)
Kur'ân tefsirinin kaynakları arasında ilk sırayı şüphesiz, yine Kur'ân'ın kendisi alır. Kur'ân'ın Kur'ân'la tefsiri, başka bir ifadeyle Kur'ân'ın kendi bütünlüğü içinde anlaşılması gerçeği, İslam'ın başlangıcından beri bilinen ve yeri geldikçe âlimlerce önemi vurgulanan bir husustur. Nebimiz Hz. Muhammed (sav) de bu tür tefsirin ilk örneklerini vermiş ve bu örnekleriyle, Kur'ân'ı, yine Kur'ân'la anlamanın gereğine işaret etmiştir.( bkz. "Kur'ân'ın Bütünlüğü Üzerine: Kur'ân'ın Kur'ân'la Tefsiri" Hâlis Albayrak, Şule Yay. 3.Baskı İst. 1996 s.11)
Örnek olarak Şah Veliyullah Dehlevî’yi anabiliriz. Dehlevî'ye göre "iki kaynak içerisinde sünnet, asıl itibariyle Kur'ân'dan istinbat edilmiştir. Daha doğrusu İslâmî hükümlerde delil olarak kullanılan sünnet Kur'ân'dan istinbat edilen sünnettir. Böylece İslâm'ın temelinin teke ircâ edilmesi lazımdır ki o da Kur'ân'dır. Toplumun bütün katmanlarını Kur'ân'la tanıştırmak zorunluluğu vardır... O takdirde Kur'ân'ı anlamak için yapılması gereken hacimli tefsirlere dalmak değil bizzat Kur'ân'ın kendisini okumaktır.( bkz. "Hind-alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri" Abdülhamit Birışık, İnsan Yay, İst.2001, s.55)
Dehlevî'nin meâlen aktardığımız ve Kur'ân usûlünü yansıtan bu görüşlerini "el-Fevz'ûl Kebir fî Usûli't Tefsir" isimli tefsir usûlü eserinde belirtmesi önemlidir.
Kur'ân'ın Kendi Tefsirinin Boyutları
Kur'ân'ın Kur'ân ile tefsiri birden fazla boyut taşımaktadır. Rabbimizin ayetlerinin apaçıklığı
1.    Ayetin tek başına kendini açıklaması
2.    Ayetin öncesindeki ve sonrasındaki ayetlerle (sibak ve siyak) açıklanması
3.    Ayetin sure bütünlüğünde açıklanması
4.    Ayetin içinde bulundurduğu "anahtar kavramla" Kur'ân bütünlüğünde açıklanması şeklinde dört farklı boyutta kendini göstermektedir.
Kur'ân'ı anlama girişimimizin ilk basamağı onu Rabbimizin müfessirliğiyle anlamaya çalışmak olmalıdır. Ancak Allah'ın tefsirinden sonra Kur'ân'ı anlamak için diğer veriler dikkate alınabilir. Hele iletilmiş olmayan üretilmiş olan insanî anlama çabaları niteliğindeki tefsir, hadis, örf, dilbilim gibi ilimler mutlaka Allah'ın müfessirliğinin belirleyiciliğinde yardımcı kaynaklar olarak kabul edilmelidir. Yardımcı kaynaklar ret yada kabul edilebilir bir konuma oturtulmalıdırlar. Kur'ân bizlere bu prensibini çok net bir şekilde hatırlatmaktadır. Kendi kendisinin tefsiri olduğunu "Onların sana getirdiği her misale karşı mutlaka biz sana gerçeği ve en güzel tefsiri getiririz." (Furkân 25/33) (Ayrıca bakınız Karia Suresi (101), Hümeze Suresi (104), Beled 90/11-20) beyanıyla dile getiren Kur'ân öğüt almak isteyen muttakiler için hayatın tüm alanları ile ilgili genel bir perspektif verecek yeterli verilere sahip olduğunu da belirtmektedir:
"...Sana kitabı her şeyi açıklayan ve Müslümanlara yol gösterici, rahmet ve müjde olarak indirdik" (Nahl 16/89 Ayrıca bkz. Maide 5/3, Enam 6/38, Yusuf 12/111, Kehf 18/54, Rum 30/8)
Son İlahi mesajın bu konudaki en önemli vurgularından birisi de Kur'ân üzerinde iman etsin etmesin tüm muhataplarını incelemeye, araştırmaya teşvik etmesi ve vahy-i ilahînin bir bütünlük içinde olduğunun farkına varılmasını sağlamaktır. "Kur'ân'ı düşünmüyorlar mı? Eğer Allah'tan başka tarafından (indirilmiş/sunulmuş) olsaydı, onda birbirini tutmaz çok şey bulurlardı" (Nisa 4/82 Ayrıca bkz. A'raf 7/203, Yunus 10/15, Hud 11/35, İsra 17/86-87)
Yukarıda üzerinde durulan hususlardan dolayı Kur'ân, kendi dışındaki birbirinden farklı fikirlerde ve yerlerde konumlanan geleneksel ya da modern bazı siyasal, dinsel, kişisel güçlerin "Kur'ân'ın herkesçe anlaşılamaz olduğu" iddialarını tutarlı ve haklı yaklaşımlar olarak değerlendirmemekte, keskin bir şekilde vahiy metninin apaçık anlaşılır olduğu ve bu sebepten dolayı herkesin sorumlu olduğunu belirtmektedir: "Kendilerine apaçık deliller (beyyinat) geldikten sonra ayrılığa düşüp ihtilaf edenler gibi olmayın. İşte onlar (evet) onlar için büyük bir azap vardır." (Al-i İmran 3/105 ayrıca bkz. Beyyine 98/1-8, Bakara 2/213, Rum 30/9, Hadid 57/25, Tegabun 64/6)
Akletmenin dilimize tam çevriminin anlamlar ya da işaretleri arasında bağ kurmak olduğunu göz önüne aldığımızda Kur'ân üzerinde akletmenin ayetleri arasında bağlantılar kurma cehdi olduğunu ve bu ibadet sayesinde diğer eylemlerimizin sahih düzleme oturacağını belirtmek isteriz. Kur'ân'ın kendi anlam örgüsünün parçacı şekilde okunduğunda aralarında çelişki varmış gibi gözüken ayetlerin doğru anlaşılmasına yol açabileceğini belirtmek gerekir. Hatta bir deyişle "Böyle düzenli bir yorum, Kurân'ın eğer varsa herhangi bir Kur'ân (metin) dışı kanıtla uyumlu olduğunu ortaya çıkarabilir."( bkz. "Musa ve Firavun: Çıkış Kitabı" M.Bucaille, L. Fatoohi, S.Al-Dargazelli, Gelenek Yay. İst.2002 s.67) Bu da Kur'ân'ın sünnetle, tarihle vs. birikimlerle karşılaştırılmasına bu bilgilerin denetlenmesine ve Vahyin anlaşılmasına sağlıklı bir kapı açmış olur.
Kur'ân'ın muhatabının yapacağı her bağ kurma çabasının isabet etmesi beklenemez. Ancak Kitabullah'ın ehli olma tecrübesini kazananlar ayetleri tertilen sürekli ve programlı şekilde okuduklarında kendiliğinden ayetler arasındaki Rabbani tefsire aşîna olacaklardır. Bu aşînalık durumunu bir dili pratik yaparak öğrenen ve zamanla dilin içindeki deyim, mecaz, gerçek anlam imâ gibi farklı yönlerini kullanarak konuştuğu dilde ustalaşan bir kimsenin seviyesinin yükselmesine benzetebiliriz. Zikir'in yani programlı olarak anlama amaçlı talim olunan ilahi vahyin ehli olanlar Kur'ân'la yeni tanışanları da Kur'ân'ın bütünlüğüyle irşad edeceklerdir.(Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun: Nahl 16/43; Enbiya 21/7)
Bu irşâdı da önceden dili öğrenmiş bir kimsenin yeni başlayan birine yardımcı olmasına benzetebiliriz. Kur'ân'ın anlam olarak kendi kendine oluşturduğu bu koruma kuşağının dışında kalanlar ya da bu anlam bütünlüğü çerçevesinde her türlü beşeri bilgi sorgulanmaya tabi tutulmalıdır. Başka bir deyişle "Kur'ân'daki konu bütünlüğüyle ve ayetlerle çelişen rivayet veya hükümler geçersiz sayılmalıdır. Bu tür rivayet ve hükümler, değişik beyan ve tefsirlerle ve senet zincirindeki sağlamlık gerekçe gösterilerek savunulmamalıdır. Kur'ân bütünlüğüyle çelişen her türlü rivayet ve anlayış terk edilmelidir. Bu ölçünün zayıflamaya başladığı, İslam tarihinin ilk dönemlerinden bu yana, rivayet ekolünün güç kazanmasıyla taklit yaygınlaşmış ve kitlelerin Kur'ân ile doğrudan temas kurmaları adeta engellenmiştir."
Kur'ân'ın Kur'ân'la tefsiri elbette metnin içinde sıkışıp kalan akademik bir çalışma değildir. İç bütünlükle elde edilen perspektifin hayatla olan bağlantısı kurulmadıkça Kur'ân'ın kendini tefsirinin de bir anlamı yoktur. Kur'ân'ın kendi dışındaki gelişmelere, sosyal, siyasal ve doğal göstergelere dikkat çekmesini yeminlerde sıklıkla müşâhede etmekteyiz. Anlam bütünlüğünün kavranması için yapılan akletmenin kimi zaman tepkiselliklerin ürünü olarak Kur'ân'ın atıflarda bulunduğu Kur'ân'ın sünnetle, mâruf örfle, önceki dinî geleneklerle vb. dış kaynaklarla tefsirinin yok sayılmasının yanlışlığına da dikkat çekmek gerekir. Bu tür bir Kur'ân'ı anlama çabası olumluluklarıyla beraber 'eksik' kalacak bir çabadır.
Bu tür olumlu ama eksik, ve de bu eksikliğin sonucu olarak bir çok zaaflar ve yanlışlıklar taşıyan çabalar için Ehl-i Kur'ân ekolü güzel bir örnektir. (Bkz. A.g.e Abdülhamit Birışık, İnsan Yay, İst.2001, s.323-390, "Kur'âniyyûn Ekolü-Temsilcileri, Tefsirleri Ve Tefsirdeki Yöntemi" Arş. Gör. Şahin Güven, E. Ü. Sosyal B.Ens.)
Kur'ân'ın iç bütünlüğünün yakalanması karşılıklı olarak Kur'ân'ın beşeri birikimleri daha iyi anlayabilmemiz ve mütevatir Kur'ânî Resûl uygulamaları (sünnet), bu uygulamalardan izler taşıyan rivayetler (hadis), tarih, sosyoloji, bilim vs. sorgulanabilir bilgilerle Kur'ân'ı daha iyi anlayabilmemizin yolunu açar.(
Bu dengeyi gözeten müfessirlere Ebu'l Kelâm Azad ve Emin Ahsen Islahî örnek verilebilir. Azad ve Islahî'nin Türkiye'de yeterince tanınmamış olmaları önemli bir eksikliktir. Mevdudî'nin Tefhimul Kur'ân'ın 2.cildinden sonra Islahî'nin "Tedebbür-i Kur'ân" tefsirinden etkilenerek yazdığını kendisinin ifade etmesine dikkat çekmek gerekir. Islah çizgisinin dengeli temsilcileri olan Azad'ın "Tercümanu'l Kur'ân" ve Islahî'nin "Tedebbür-i Kur'ân" tefsirlerinin Urduca'dan Türkçe'ye aktarılmasını ümit ediyoruz. (Bu iki tefsir için bknz. A.g.e, Abdülhamit Birışık, İnsan Yay, İst.2001, s.247-274)
Bütünlüğü yakalanmamış bir metnin belirleyiciliğinden bahsedilemez. Dolayısıyla İlâhi buyruğun beşeri birikime tâbi olmaması ama aynı zamanda bu birikimden metni daha iyi anlamak için sağlıklı şekilde faydalanılması için Kur'ân bütünlüğünün sağlanması şarttır.