Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

Çifte standart: Yemen ve Sudan

Son yazımızda Yemen’in eski Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih'in devlet ile olan ilişkisinde gerçekleştirdiği çeşitli darbe biçimlerini konu edindik ve sürekli olarak başka anayasa ile değiştirilen Yemen Anayasası'nı ele alma şeklinden söz ettik. Ayrıca temel amacı iktidardaki sürekliliğini güvence altına almak olan, tekrarlanan anayasal değişikliklere ve bazı Arap ülkelerinde hüküm sürdüğü haliyle iktidarı oğluna miras bırakma hazırlığına değindik.
Bugünkü yazımızda uluslararası toplumun Salih ve Husiler tarafından gerçekleştirilen darbelere ilişkin tutumunu ve bunlara yönelik tepkisinin niteliğini tartışacağız.
Salih'in darbeleri iki türlüdür: Birlik devletine yönelik darbeler ve anayasal nitelikli darbeler. Evet; kendisiyle “birlik olmakta ve demokratik bir rejim kurmakta” uzlaşan güneye yönelik bir darbe gerçekleştirdi. Anayasa değişikliği kisvesi altında, Birlik Anlaşması’na aykırı olarak anayasayı nasıl değiştirdiğini gördük. Buna hazırlık olarak 1994 yazında güneye karşı askeri operasyonlar patlak verdi. Diğer yandan Birlik Anlaşması anayasada güvence altına alındığı için de Salih’in bu hamlesi uluslararası hukuka aykırıydı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi bunun üzerine 1994 Haziran’ında 924 ve 931 numaralı kararları yayınladı.
Güvenlik Konseyi’nin ilk kararında, siyasi farklılıkların güç kullanılarak çözülemeyeceği, anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözülmesi sağlanacak şekilde müzakerelere derhal başlanması gerektiği vurgulandı. İkinci kararda da söz konusu paragraf tekrarlandı ve ilgili tüm tarafların aralarında bir siyasi diyalogu başlatamamalarından duyulan üzüntü dile getirilerek ön koşulsuz şekilde siyasi diyalog çağrısının yapıldığı bir bölüm eklendi. BMGK, Genel Sekreter’den ve Özel Elçisi Cezayirli Lahdar İbrahimi’den bu hedeflere ulaşmayı kolaylaştıracak uygun yolları araştırmalarını talep etti.
Salik başka bir bağlamda, Körfez girişimini imzalamakta tereddüt etti. Güvenlik Konseyi, 2011 tarihli “2014” sayılı kararında, Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) Bakanlar Konseyi tarafından 23 Eylül 2011 tarihinde yapılan açıklamayı memnuniyetle karşıladı ve Salih’e derhal girişimi imzalaması çağrısında bulunuldu. Salih bunun üzerine girişimi imzaladı ve uyguladı. Diğer yandan Güvenlik Konseyi, 2014 tarihli ‘2140’ sayılı kararında, Ulusal Diyalog Konferansı sonuçlarının açıklanmasının ardından Salih'e karşı sert bir dil kullandı. Kararda, geçiş sürecinin Ali Abdullah Salih'in cumhurbaşkanlığı sayfasını kapatması gerektiği kaydedildi.
Salih'in cumhurbaşkanlığı süresini birkaç kez yenileyerek anayasaya karşı yaptığı darbe, onun siyasi sisteminin kırılganlığını ve Yemen muhalefet partilerinin zayıflığını ortaya koydu. Aynı dönemde diğer ülkelerde de benzer başarısız deneyimler yaşandı. Carlos Menem’in başkanlığı sırasında Arjantin’de yaşananlar bu bakımdan Yemen’deki duruma benzemektedir. Zira orada da cumhurbaşkanının peş peşe iki dönemden fazla seçilmesine izin vermeyen anayasa maddesi değiştirildi. Ekim 1999 seçimlerinde ise üçüncü dönem için aday olma girişimi başarısız oldu. Çünkü başkanlığını yaptığı Adalet Partisi ve en nihayetinde kazanan muhalefet partileri buna karşı çıktılar. 
Sudan’daki askeri bileşen ile sivil taraflar arasındaki ilişkiyle şekillenen halihazırdaki tecrübeye baktığımızda, geçtiğimiz ekim ayında anayasal belgeye yapılan darbe uluslararası toplumda, gerek Birleşmiş Milletler (BM) gerekse çeşitli bölgesel örgütler düzeyinde geniş tepkilere yol açtı. ABD ve Fransa, Sudan'a yapılan mali yardımı durdurma kararı alırken milyonlarca Sudanlı ise anayasal belgeye yönelik darbeyi kınayan protestolar gerçekleştirdi.
Burada sorulması gereken soru şudur: Sudan örneğinde neden böyle bir şey gerçekleşti?
Çünkü buradaki darbe anayasaya değil, anayasal belgeye yöneliktir. Oysa Salih, Birlik Anlaşması'na, Birlik Anayasası'na ve sonrasında değiştirilen anayasalara darbe yaptığı zaman bunların hiçbiri olmamıştı. Aralarındaki farkın sebepleri nelerdir? Zaman ve mekân farkından dolayı mı yoksa başka faktörler mi var? Zaman faktörü etkin olmuş olabilir. Nitekim 21’inci yüzyıl gerek sosyal medya kullanımın yaygınlaşması gerekse de bireyler ve halklar arasındaki temasların ve uluslararası kamuoyunu harekete geçirme hızının artması dolayısıyla 20’inci yüzyıldan daha farklıdır. Ancak söz konusu farklılıkları açıklamada mekân faktörüne başvurmamız da mümkün. Buradaki mekân kullanımı sadece coğrafyayla sınır değil, aynı zamanda Yemen toplumunun yapısını ve siyasi sistemini de kapsıyor.
Yemen aşiret, kabile ve mezhebin etkin sosyal yapılar olarak öne çıktığı bir kabile toplumudur. Bunlar ülkede sadece geçmişe ait oluşumlardan ibaret değildir. Yemenli bir akademisyenin de dikkat çektiği üzere burada devletin inşası, bir aşiret oluşumunu andırmaktadır. Çünkü devletin kaynakları rejime aitmiş gibi değerlendirilmektedir ve devlet, aşiret hiyerarşisine benzer tarzda bir hiyerarşiye göre örgütlenmektedir. Kabilenin büyükleri ve oğulları yönetimin en tepesinde yer alırken kabilenin bireyleri ve sıradan vatandaşlar yürütme pozisyonunda bulunmaktadır. Diğer taraftan burada modern siyasi sistemlerden ziyade aşiret yapılarına daha uygun bir seçim sistemi tasarlanmıştır ve bu sistem otoritede veraseti güçlendirmekte olup hükümranlığı kabile büyüklerine ve yaşlılara bırakmaktadır. İktidar ya da muhalefet partisi mensubu olmaları herhangi bir şeyi değiştirmez. Çünkü parti mensubiyeti değil aşiret aidiyeti ön plandadır. Aşiret menfaati ile partinin menfaati çatışırsa ilki tercih edilir.
Söz konusu akademisyen, aşiretlerin kendi toprakları üzerinde adeta egemenlik kurduklarına ve aşiretin hukuka aykırı uygulamalarında bile devletin asla müdahale etmediğini düşünüyor. Geçtiğimiz yıllarda kabileler, büyük cephanelikler oluşturdular ki kabilelerden bazısı ağır silahlara sahipti. Bazı kaynaklar aşiretlerin küçük silahlardan oluşan cephaneliğinin, devletinkinin yaklaşık beş katı olduğunu söylüyorlar. Burada dikkat çeken husus, Husilerin kalesi olan Saada’nın Arap bölgesindeki en büyük silah pazarına ev sahipliği yapmasıdır. Tanklar ve uçakların dışında ağır silahların da satıldığı bu pazara “Talh Pazarı” deniyor.
Yemen'in konumu açısından -özellikle Babülmendep, Arap Denizi ve Hint Okyanusu'na bakan güney tarafı ile birleşmesinden sonra- meseleye yaklaştığımızda gerek küresel seyrüsefer gerek Arap Yarımadası ve Körfez ülkelerinde bulunan en büyük petrol ve gaz rezervlerine yakınlığı ile coğrafi açıdan stratejik bir öneme sahip olduğunu görürüz. Yemen'in kuzeydeki bölgelerinin engebeli coğrafi yapısı, el-Kaide gibi terör örgütlerinin burayı coğrafi olarak yararlanılabilecek bir yer ve güvenli bir sığınak olarak görmelerini sağlamıştır. Bu, Yemen'den çıkarlarına yönelik yapılan bir dizi saldırının ardından ABD yönetiminin dikkatini çekti. Sayın Hillary Clinton, ‘Zor Seçimler’ başlıklı anılarında ABD’nin Cumhurbaşkanı Salih ile olan ilişkisine atıfta bulunarak bunun Ortadoğu'daki politikalarında ülkenin zarar gördüğü şaşırtıcı bir tercih olduğunu söyledi. Salih, yolsuzluk yapan ve zulmeden biriydi ama aynı zamanda kendisini el-Kaide ile savaşmaya ve bölünmüş ülkesinin birliğini korumaya adamıştı. Bu nedenle Obama yönetimi, Salih'in takip ettiği politikanın rahatsız eden taraflarını görmezden geldi ve böylece yönetim terör meselesini, demokrasinin ve hukukun üstünlüğüne sahip bir devlet inşasının önüne koydu.
Husiler, Yemen’in kuzeyindeki mekânın doğası, dağlık alanları, kıyı şeritleri, kabile toplumu yapısı ve asabiyeti doğrultusunda askeri ve siyasi faaliyetlerini şekillendirdiler. Diğer yandan eski başkanın bazı geleneklerini yeniden ürettiler ve kontrol ettikleri alanların yönetiminde onu aşıp, uluslararası toplumla ilişkilerinde kendileri hakkında şüphe ve soru işaretlerine neden olan bir tutum benimsediler.