Emel Abdulaziz Hezzani
Suudi yazar
TT

BM ve yasaklananı dayatma girişimleri

Uluslararası toplum, tüm çeşitli kurum ve kültürleriyle, insanların haklara sahip olduğu ilkesinde hemfikirdir. Birincisi, onur ve bunun hiçbir taraf veya kişi tarafından ihlal edilmeme hakkıdır.
Genel ilkeler, geniş başlıklar olmaları hasebiyle genellikle tartışılmazdır. Ancak ayrıntılara dalmak, devletler ve ülkeleri çeşitli gruplara ayırır. Bu olumsuz bir durum değil. Çünkü farklılık kainatın doğasındandır. Dünya genelindeki hiçbir ülke, nüfuzu ve etki alanı ne olursa olsun, yerel topluluğunda, topluluk üyelerinin kültürleri arasında büyük bir farklılıkla karşılaşmadığını iddia edemez.
Örneğin ABD’de Cumhuriyetçi Parti kürtaja ve eşcinselliğe karşı, Demokratlar ise tam tersi ve her iki tarafın da bu görüşler için gerekçe ve açıklamaları var. Amerikan ‘Amiş’ mezhebi kadınların eğitim hakkını reddediyor. Ancak devlet, bu dezavantajlı kadınları kazanmak için herhangi bir müdahalede bulunmadı; çünkü bunlar, mezhep içinde kabul edilen kanunlardır. ABD’deki bazı eyaletler; federal sistemde katile uygulanan ölüm cezasını uygularken, bazı eyaletler azami ceza olarak müebbet hapis cezasını seçiyor. Bunlar kabul edilir ve üzerinde anlaşmaya varılan farklılıklardır.
Hepimiz yaratıldığımızdan beri bu dünyada yaşıyoruz ve kültürümüzü oluşturan dillerimiz, düşüncelerimiz ve inançlarımızla farklıyız. Bu nedenle, Birleşmiş Milletler (BM) gibi uluslararası güçlerin tüm ülkelere ahlaki bir fikir veya davranış dayatmaya çalışması yarasız bir uğraştır. BM, tüm kültürleri kucaklaması gereken uluslararası bir kurumdur ve üzerine kurulduğu temel amacı uluslararası barış ve güvenliği teşvik etmektir. Ahlaki bir fikri veya davranışı herkese aktarmaya çalışmak kabul edilemez. Onunla aynı fikirde olmayan tüm kültürleri tanıyabilir, ancak buna uymayan ülkelere yükümlülükler getirmez.
Geçtiğimiz birkaç gün içinde bu uluslararası örgüt, BM’nin demokratikleşmeyi teşvik etmedeki rolünü güçlendirmek, periyodik ve adil seçimlerin yapılmasını artırmak için bir karar taslağı hazırladı.
Başlık güzel ancak sayfaları içinde projeyi kabul edenleri tanımaya zorlayan, cinsel kimlikle, yani eşcinsellik hakkının tanınmasıyla ilgili bir paragraf var. Suudi Arabistan ve bazı ülkelerin, karar taslağında yer alan paragrafa karşı tepkisi, paragraf içeriğinin uygulanmasına ilişkin herhangi bir yükümlülük getirmeyi reddetmesi temelinde oldu. Bu paragrafa itiraz eden sadece Suudi Arabistan ve İslam ülkeleri değil; Rusya da dini bir ülke olmamasına rağmen bunu yüz kızartıcı olarak görüyor. İslamcı bir parti tarafından yönetilse de Türkiye eşcinselliğe izin veriyor; çünkü laik bir yönetim sistemine sahip. Ülkelerin tutumu farklıdır, hepsi tek renk değildir.
Buradaki sorun, ülkelerin kültürel ve ideolojik olarak aralarındaki farkı kabul etmeleri, ancak, onu tanıma veya uygulanmasına izin verme yükümlülüğünün dayatılmasından memnun olmamalarıdır. Bu onun egemenlik hakkıdır ve hiçbir taraf buna itiraz edemez. Burada merhum Gazi el-Kusaybi’nin Batılı ülkelerin Suudi yargısının bazı hükümlerine karşı protestosu hakkında söylediği şu ifadeleri zikretmek istiyorum: “Onlarla sorunumuz bilmemeleri değil; biliyorlar ama onaylamıyorlar.”
İnsan hakları örgütleri ve bazı devletler tarafından reddedilse bile İslam’daki ‘had cezaları’ sabittir. Çünkü ne olursa olsun devletin egemenlik hakkına dahildir. Ancak bu had cezaları, uygulanması halinde kamu yararının sağlanacağı ölçüde, âkil devlet lideri ve vasinin takdirine bağlı olarak uygulanır. Örneğin; Hulefa-i Raşidin’den Ömer bin Hattab, kıtlık yıllarında hırsızlık için had cezası uygulamadı. Ömer bin Hattab sağlam ve güçlü bir şahsiyet olmasına, onu Allah'ın emirlerini uygulamaktan hiçbir şey alıkoyamamasına rağmen o zamanki ekonomik koşulları anlamayı ve kamu menfaatini gözetmeyi tercih etti.
Sonuç olarak; şer’i hükümler abes değil, aksine hedeflere ulaşmak için konulmuştur.
Bu sorunda belirleyici olan, adil yargılanma hakkının ihlal edilmemesi, eğitim, çalışma veya tedavi hakkından mahrum bırakılmamasının veya onuru, fiziksel ve psikolojik sağlığını etkileyen herhangi bir şeyden korunmasını sağlanmasıdır. Aslında, bazı gelişmekte olan ve yoksul ülkelerde, kadınları ve çocukları küçük düşüren ve fiziksel istismara varan çirkin alışkanlıklar hüküm sürüyor ve bunların kabul edilemez uygulamalar olduğu konusunda hepimizin hemfikir olması iyi bir şey. İşte bu BM ve insan hakları örgütlerinin rolü, burada toplulukları eğitme olarak ortaya çıkıyor.
Demokrasiyi dayatmak demokrasiden değildir, liberalizmi dayatmak liberalizmden değildir ve İslam'ı dayatmak İslam'dan değildir “Dinde zorlama yoktur”.
İnsanlar din ve mezheplerini seçme ve ibadet ve ritüellerini diledikleri gibi yapma hakkına sahiptirler. Bir devlet yerel olarak kabul edilmiş anayasalar üzerine inşa edilmiş ve manevi veya kültürel bir değeri temsil ediyorsa, BM’nin görevi bu değerleri değiştirmek ve belirli ülkelerin değerlerine uygun hale getirmek değildir. Tek bir formüle göre devletler oluşturmaya çalışmak; kainatın doğasına aykırıdır.
Ne yazık ki; İnsan hakları sorunları, hükümetlere baskı yapmak için siyasi bir kart kullanıyor ve dünyadaki tanınmış insan hakları örgütleri, birçok durumda siyasi hedeflere yönelik önyargılı olup güvenilir olmadıkları kanıtladılar. Bu üzücü durum, değişmeyecek gibi görünen bir gerçek.
BM gibi önemli bir kurumun üye devletlerin kültürel ve dini farklılıkları gibi utanç verici bir meseleyle uğraşması dünyanın yararına değildir. Çünkü sadece daha fazla parçalanma, güven kaybı ve güvensizliğe yol açacaktır.