Sam Mensa
TT

Hizbullah ve bölgeye kuru gürültü ihraç etme politikası

Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz, Suudi Arabistan'ın İran'ın bölgedeki olumsuz politikasını ve davranışını değiştirmesini, diyalog ve iş birliğine yönelmesini umduğunu dile getirirken, Lübnan'a tüm felaketleri getiren bir yılın sonunda Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah ateşli, popülist bir konuşma ile karşımıza çıktı.
Konuşmasında Kralını ve Veliaht Prensini hedef alarak Suudi Arabistan'a yönelik olağan saldırısının çıtasını yükseltti. Bölgedeki çatışmaların alevlendirilmesinde önemli bir taraf olarak Hizbullah’ın öne çıkan bölgesel rolünü tekrar tekrar vurguladı. İran'ın sözcüsü ve temsilcisi, politika ve hedeflerinin Arap uygulayıcısı olarak kişisel rolünü teyit ederek, aynı konuşmada Hizbullah’ın ulusal bir Lübnanlı taraf olduğuna dair kendi sözleriyle çelişti.
Nasrallah'ın konuşması üç amacı içeriyordu; birincisi, şarapnelleri devleti, hükümeti, ülkeyi ve bir bütün olarak halkını kalbinden vuran Lübnan'ın iç işlerine kasten kısa bir alan tanımak.
Nasrallah, biçimsel olarak, bu konuya sınırlı alan tanıyarak, öncelikle Lübnan ve krizlerinin, bölgesel meselenin ve bölgenin karşı karşıya olduğu küresel savaşın kutsallığı karşısında kayda değer olmayan bir “ayrıntıdan” ibaret olduğunu söylemek istedi. İkinci olarak, geçtiğimiz günlerde Lübnanlı karşıt taraflar arasında tanık olduğumuz çılgın konuşmalar furyasının, son söz kendisinin ve onun emrettiği gibi olduğu sürece kontrolü altında olan bir çocuk oyunu dışında bir şey olmadığı mesajını vermek istedi. İçerik olarak, Bakanlar Kurulu'nun çalışmalarının askıda kalmaya devam edeceğini vurguladı. Yani Hizbullah'ın iradesine göre faaliyet göstermeyen, Beyrut Limanı patlaması soruşturma yargıcının görevden alınması başta olmak üzere tüm taleplerini kabul etmeyen herhangi bir hükümetin reddedileceğini doğruladı. Suudi Arabistan’ı hedef alarak hem Cumhurbaşkanı hem de Başbakanın karşısında durdu. İçi boş ve formalite olarak var olsa da hükümetin başta Suudi Arabistan olmak üzere Arap Körfez ülkeleriyle en iyi ilişkileri sürdürme arzusu politikasını benimsemeyi reddetti. Burada şunu da belirtmek gerekir, Cumhurbaşkanı Mişel Avn, Nasrallah'a verdiği yanıtta, “Bu arzu karşılıklı olmalı, çünkü bu hem Lübnan'ın hem de Körfez ülkelerinin çıkarınadır" diyerek, adeta kaş yaparken göz çıkarmıştır.
Buna ek olarak Nasrallah, Lübnanlılar arasındaki diyaloga bağlılığını teyit edip, “Müttefiklerimize, dostlarımıza ve ilişkilerimize önem veriyoruz. Hristiyan Özgür Yurtsever Hareket (ÖYH) ile uzlaşıya bağlıyız. Ulusal çıkarlara ulaşmak için onu geliştirmeye hazırız” diyerek en yeni müttefiki Özgür Yurtsever Hareketi'ni memnun etmeye çalıştı. Gerçekte ise, bu açıklamaları ile Cumhurbaşkanı Avn'ın diyalog çağrısını, gevşek, anlamsız ve hiçbir sonucun beklenmemesi gerektiği bir çağrıya dönüştürdü.
Nasrallah, sonuçları anayasal kurumlardan geçerek yükümlülük haline gelmedikçe diyalogun havada kalacağını, ayrıca geçseler bile Suriye’nin Taif Anlaşmasına yaptığı gibi sahada egemen olanın onları ortadan kaldırabileceğini deneyimlerinden biliyor.
Nasrallah böylece en eski müttefiki Emel Hareketi'ni ve liderini bir şaşkınlık içinde bırakmış oldu. Zira sözleri, Hizbullah’ın irtibat ve koordinasyondan sorumlu yetkilisi Vefik Safa ile ÖYH Başkanı ve Cumhurbaşkanı'nın damadı Cibran Basil arasındaki yoğun kapalı oda görüşmelerinin,  kamuoyunda ÖYH ile Hizbullah arasında anlaşmazlıklar olduğuna dair iddiaları yalanladığını gösterdi. Bu anlaşmazlıkların kontrol altında tutulduğunu, kapsamlarının yasama ve cumhurbaşkanlığı seçimlerini, ÖYH’nin çatırdayan popülaritesini geri kazanma arzusunun ötesine geçmediğini ortaya koydu.
Konuşmanın ikinci amacı, Viyana süreci ve belki de başka yerlerdeki diğer doğrudan veya dolaylı süreçlerde İran ile ABD arasında sürmekte olan nükleer anlaşmaya dönüş müzakereleri çerçevesinde uluslararası ve bölgesel dış güçlere mesajlar yöneltmekti. İran'ın müzakere sürecinde izlediği politikanın önce Sovyet, ardından Vladimir Putin ile birlikte Rus okulu modelini temel aldığı biliniyor. Bu okul da tüm imkân ve kartların kullanımına dayanıyor. Nitekim Irak'tan başlayarak sahada gördüğümüz şey de bu. Irak’ta ABD kuvvetlerine ev sahipliği yapan üsleri hedef alan füze saldırıları durmuyor. Yemen'e geçersek, Suudi Arabistan'ın füzeler ve bomba yüklü insansız hava araçlarıyla hedef alınması hız kesmiyor. Son olarak Lübnan'a gelince, Güney Lübnan’da görev yapan BM güçlerine yönelik tacizler devam ediyor. Bir aydan kısa bir süre içinde bu güçlere yönelik provokasyonlar 3’e yükseldi. Bir de Nasrallah'ın son konuşması var.
Nasrallah'ın ABD’ye yönelik yüksek perdeden açıklamaları ve onu İsrail'den daha tehlikeli ve amansız bir düşman varsayması ancak nükleer müzakereler çerçevesinde anlaşılabilir. Bunun doğrudan nedeni, müzakerelerin nükleer anlaşma ile sınırlı olduğunu, balistik füze programına, bölgesel rolüne ve bölgedeki kollarının rollerine uzanmadığını açıkça iddia eden İran'ın belki şimdi isteksizce de olsa şuna ikna olması olabilir; bölgedeki istikrar bozucu rolü göz ardı edilerek, ABD ile kendisine yönelik yaptırımların kaldırılmasını sağlayacak bir anlaşmaya varması mümkün değildir. Ancak bu anlaşma, İran'ın bilinen gururunu tatmin etmek için açıklanmayabilir. Nasrallah'ın yüksek perdeden açıklamaları, İran'ın saygınlığını kurtarmayı, diğer yerel güçlerin ve ne yazık ki çoğu zaman bazı Batılı ülkelerin koruma kalkanı ve ABD’nin göz yumması altında mevzilerini güçlendiren yerel müttefiklerini korumayı amaçlıyor olabilir.
Üçüncü amaca gelince, Lübnan iç siyasetine yöneliktir ve Hizbullah’ın Lübnan üzerinden bölgesel rolünü teyit ettiği için bölgesel bir uzantısı da vardır. Bu amacın iki hedefi vardır; ilki, Cumhurbaşkanı ve Başbakanın bir savunma stratejisinin geliştirilmesini tartışmak için çağrıda bulunduğu diyalog masasının Hizbullah'ın silahını içermesini engellemek ki Hizbullah bunu defalarca reddetti.
Nitekim Hizbullah’ın bu savunma stratejisine tepkisi, havalimanı yolunda eski Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani'nin “Biz Kasımız” sloganı yazılı dev bir afişini asmak, iki tarafını da onun ve Ebu Mehdi Muhendis’in posterleriyle doldurmak oldu. Hizbullah bu afişle direniş ve silahının Lübnan'ın savunma stratejisi olduğu mesajını verdi. Konuşmasında Suudi Arabistan ve liderliğine karşı keskin duruşuyla, bölgesel çatışmalardan uzaklaşma ve dahil olmama politikasını yeniden reddederek Hizbullah’ın bölgesel rol denkleminin ikinci kısmını da tamamladı. Böylece Lübnan'ı Arap ailesinden tamamen koparıp, karşı koyma ekseninin koynuna attı.
İkinci hedef, Lübnan'ı bir baskı kartı haline getirerek uluslararası toplum karşısında bölgesel sponsoru İran'a daha fazla destek sağlamak için daha fazla iç güç elde etmektir. Nasrallah, kendisi ve müttefiki ÖYH’nin, yakın zamana kadar çoğunluğu onların yaklaşımını desteklediği Hristiyan sokağında kaybettiklerini geri kazanmaya çalışıyor. Lübnan ve Lübnanlılara, iddiasına göre özellikle de Hristiyanlara yönelik DEAŞ ve terör tehdidi hayaletini uyandırmaya ve hatırlatmaya iten neden de buydu. Bunu yaparken de DEAŞ ve terörünün kaynağını Suudi Arabistan’a, onunla mücadele meziyetini de Hizbullah’a atfetti.
Hizbullah, performansının ve birden fazla düzeydeki uygulamalarının, ÖYH Lideri Cibran Basil’in pervasız davranışlarının, tüm gücüyle desteklediği ve son yılına giren “el-Ahd” (Sözleşme) döneminin bariz başarısızlığının bir sonucu olarak Hristiyan popülaritesini önemli ölçüde kaybettiğine inanıyor. Söz konusu dönem, Lübnanlıların karşılaştığı sorunları ve krizleri çözmeye çalışmak yerine daha da derinleştirdi.
Cumhurbaşkanı bu dönemi Lübnanlılara gururla “Ey büyük Lübnan halkı” diye hitap ederek başlatmıştı, kırık bir şekilde “Sevgili halkım” diye hitap ederek bitiriyor. Hristiyan örtüsü ve desteği, Hizbullah’ın içeride güçlü olması ve böylece İran'ın bölgedeki en önemli kollarından biri olarak bölgesel rolünü takviye etmesi için hayati önem taşıyor.
Nasrallah'ın bölgesel mesajlar taşıyan son konuşması, genelleştirmeye çalıştığı Lübnan politikasının gözden geçirilmiş versiyonundan başka bir şey değildir.
Bu politikanın temeli de, mezhep çatışmasının alevlendirilmesi ve karşıt güçlerin parçalanması, böylece arenanın en güçlü, organize ve güçlü taraf için boşaltılmasıdır.
Hizbullah’ın gözleri ulusal sınırların dışına dikili ve bedeli vatan olsa bile Veliyy-i Fakih bayrağını yükseltmeye odaklıdır.