Ömer Özkaya
Yazar
TT

Ormandaki heykeller ve bilgelik

Kentin kaosundan, gürültüsünden, insan selinden, caddelerden ve sokaklardan akan ölüm nehrinden sıyrılıp ormana gitmişti. Sosyal medya platformlarından, her saniye cep telefonuna düşen son dakika haberlerinden, TV’lerdeki haber bültenlerinden ve sayısız akıl ve ruh çeldiricilerinden kurtulmuştu.
Orman müthiş bir huzur vermişti. Akan çayın kenarına oturup suyun akışını izlemeye başladı; suyun bu yolculuğu esnasında karşılaşabileceği durumları düşündü: Bir çiftçi büyük olasılıkla çayın suyuyla tarladaki bitkileri besleyecek, varsa, hayvanlarına şu verecekti. Çayın suyu ilerledikçe başına gelmedik kalmayacaktı: Temizlikte kullanılacak, pis elleri, vücutları, yüzleri kirden kurtaracaktı. Dahası her türden insan tarafından içilecekti: Su çok sayıda felaketle karşılaşmak için yol alıyordu.
Susayınca pet şişeden suyunu içti. O kaostan kaçarken su tam tersine kaosa doğru gidiyordu. Denizlere ulaşırsa dalgalar onu kıyıya vuracaktı. Belki bir geminin batmasında rol alacaktı. Belki de buharlaşıp gökyüzüne çıktıktan sonra sağanak yağmur olarak yeryüzüne inecek sebep olduğu sellerle önüne çıkanı sürükleyip götürecekti. Suyun dili olsa acaba neler düşündüğünü anlatır mıydı? Çayın suyundan korkup ormanın derinliklerine doğru yürümeye devam etti: Kesilmiş ağaç artıkları yolunu kesti. Mobilyaları, mutfak dolapları, kitaplıkları, orman yangınları, ağaç evler, köylü "ocaklarında", kentli "şöminelerinde" ocak başı restoranlarda yanan odun kömürleri aklına geldi: Orman da parça parça kaosun içine taşınmaktaydı insanlar tarafından: Bu defa kendinden ve insanlardan korktu.
Patlatılan kayalardan yapılan taş evler, temel duvarları, mermer tezgahlar ve daha bir çok resim geçti aklından: Kayalar da muazzam araçlarla köylere, kasabalara ve büyük kentlere kaosun tam temeline taşınıyordu.
Toprak, traktörler ve kamyonlarla yine kentlere götürülmekte park ve bahçelerde kullanılmaktaydı. Dağlar madenleri için dev iş makinaları ile eşilmekte ve çıkarılan "mineraller", "cevherler" fabrikalara nakledilmekte, oralarda yarı mamul veya mamul hale getirilerek dünyaya dağıtılmaktaydı.
Ormanın biraz daha derinliklerine dalınca müthiş bir heykelle karşılaştı. Uyarı levhasına baktı. "Bu gerçek bir heykeldir, üstelik organiktir" yazısını okudu. Heykelin eline, yüzüne, kıyafetlerine, ayaklarına dokundu. Sıcak ve yumuşaktı. Demek ki taş değil değişik bir malzeme kullanılmıştı. Fakat kıyafetleri ilginçti. Bildiğimiz konfeksiyon ürünlerindendi. Çevresine bakınca aynı türden birkaç heykel daha gördü. İlginç bir taş basamak da vardı. "Bu bank heykellerle sohbet etmek için buraya konulmuştur, heykellerle her konuyu müzakere edebilirsiniz" yazısı bir kamera şakası veya sosyal bir deneyle karşı karşıya olduğunu düşünmesine sebep oldu. Ormanda birileri büyük olasılıkla dizi veya film çekiyorlardı. Bu çekimin tam ortasında kalmıştı.
-Ben de sizin gibi yaptım. Ormana kaçtım.
Sesin geldiği yönü bulmaya çalışırken, konuşan heykel elini uzattı.
-Merhaba Frank, biz heykeller konuşabiliyoruz.
Frank iyice afallamış ve sarsılmıştı. Ormanda konuşan heykeller olabilir miydi?
-Şaşırmakta çok haklısınız Frank, kim olsa şaşırır. Kurtuluşu ormana kaçmakta bulduk; fakat gözlemlediğin gibi başta çaylar, nehirler, ormanlar, topraklar, madenler yani doğadaki birçok şey köylü göçü gibi gönüllü veya zoraki olarak kaosa doğru kentlere akıyorlar. En azından şimdilik burada kalan doğa öğeleri ile birlikteyiz.
-(Frank kendini zor da olsa toparlayarak) Gerçeksiniz yani?
-Olabildiğince. Üstelik tam organiğiz. Her konuda istediğiniz kadar konuşabiliriz.
-İnsanlık bir kaostan nasıl kurtulur acaba?
-...
-Küresel ısınma hakkında ne biliyorsunuz? Bu bir döngü mü yoksa doğanın intikamı mı? Ya da başka bir şey mi?
-...
-Ukrayna'daki gelişmeler bir savaşa sebep olur mu? NATO ve Rusya karşılıklı jeopolitik testler mi yapıyorlar? Nasreddin hocanın eşeğinin kafasını vurunca gaz çıkarması üzerine, "ben nereye vurdum, ses nereden geldi" dediği gibi, Ukrayna'ya uygulanan stres Kazakistan'dan sanki yanıt buldu. Bu bağlamda Çin'in Bir Kuşak Bir Yol projesi Batı’ya doğru ilerledikçe, Doğu’dan mı bir takım sesler çıkacak?
-...
-Hani her konuda sohbet edebilirdik?
-Frank çok gereksiz sorular değil mi bunlar? Dünyada geleceği tam isabetle öngörebilen çok sayıda insan var. Üstelik sen bile yanıtları biliyorsun. Geleceği bilmek başka değiştirmek başka, öyle değil mi Frank?
-...
-Buradan akıp giden dere sayısız canlının yaşamını değiştiriyor. Bu dere ve diğer derelerin önüne baraj kurmak ve suyun kullanımı için stratejiler geliştirmek için mühendislik, kimya, matematik, jeoloji, arkeoloji, meteoroloji ve demografi gibi birçok bilimden yararlanmak gerekiyor? Fakat yapılan her baraj bir süre sonra yenilerini gerektiriyor? Alınan her önlem yenilerinin alınmasına sebep oluyor? Bu tablo konuşmayı sağlayabilir fakat yanıtları üretmez.
-...
-Yani görünen sebepler ve görünmeyen sebepler var. Bu nedenle yanıtlar her zaman gerçek karşılıklar olmaz. Öngörüler çoğu zaman tüm parametreleri değerlendiremedikleri için yanlışlarla doludur. Fakat görünen bazı sonuçlar ortaya çıktı diye öngörüler gerçekleşti denilemez. Frank, görünmeyen sebepleri hesaplayabilen beyinler henüz yok. İlahi adalet belki bu görünmeyen bölgenin kendini göstermesi ile gerçekleşiyordur.
Frank diğer heykellerin konuşmaya katılmadığını farketti.
-Diğer heykel arkadaşlarınız konuşmuyorlar.
-Hayır, hayır. Sohbetimiz çok yoğundu siz gelmeden önce de.
-Ben sohbeti hiç duymadım.
-Duymanızı değil hissetmenizi bekliyoruz. Duyumsarsanız tüm yanıtlar size gelecektir. Tüm merak ettiklerinizi öğreneceksiniz. Buradaki diğer heykeller gibi.
-Bunlar herşeyi biliyorlar mı şimdi?
-Herseyi bilmeseler bile, nasıl öğreneceklerini biliyorlar.
-Nasıl yani?
-Frank siz buraya geldiğiniz andan itibaren, tekniği size öğretiyoruz.
-Ben bir şey öğrenmedim!
-Tüm varlıkların kaosa doğru hareket ettiğini gözlemlediniz. Demek ki sonsuz denilebilecek önemde bir şey öğrenmişsiniz.
-…
-Tüm varlıklar disipline edilse bile yani insanlar doğayı kontrol ettiğini düşünse bile doğadan alınanlar da insanları kaosa doğru hareket ettiriyor. İnsanlar bunu görmüyor, anlamıyor. Ormana kaçarak bu döngüden kurtulmak istediniz. Fakat sığınmayı düşündüğünüz bu orman da kaosa doğru hareket ediyor ya da ettiriliyor.
-Hala bir şey anlamadım.
-Galaksimiz ve evren döndükçe genişler. Döndükçe bir çekim alanı oluşturur. Çekim alanına girenlerle sürekli büyür.
-Yine anlamadım.
-Bir şeyler dönüyorsa, bir çekim alanı oluşur veya birden çok dönerek çekim alanı oluşturan sistem varsa en hızlı döndürülen çekim alanı diğerlerini içine alır, sonra alt çekim alanları oluşur. Yani makro denge/döngüler ve mikro denge/ döngüler. Çekim alanının dışında kalmak istiyorsunuz bay Frank. Fakat bunu sağlamak için yine doğaya bakmanız gerekecektir. Bu arada diğer heykellerin yoğun şekilde sizinle konuştuklarını da anladınız mı?
Bu soru Frank'te şaşkınlık yarattı.
-Rüyada mıyım yoksa öldüm mü? Bu yaşadıklarım hiç de normal değil. Heykeller nasıl konuşabilir?
-Bay Frank hayatta ve uyanıksınız. Siz de bize katılabilirsiniz. Buradaki heykeller gibi durabilirsiniz. Gerektiğinde de yol gösterici küçük sohbetler yapıp deniz feneri olabilirsiniz. Gelin siz de bize katılın, heykel olun. Tüm evreni, dünyayı ve yaşadığınız kenti heykel gibi izleyin. Fakat unutmayın, sözcüğün tam anlamıyla heykel gibi.
-Bu mümkün değil.
-Bakınız arkadaşlarımız heykel duruşlarına devam ediyorlar. Sizinle iletişim kurup konuştular.
-Sizin dışınızda kimse benimle konuşmadı.
- Siz hisleri duymak istemiyorsunuz. Aslında derenin suyu ile de konuştunuz. Korktunuz. Ormana daldınız. Doğa ile de iletişime geçtiniz. Fakat hisleri dinlemiyorsunuz. Öncelikle kendinizi dinleyiniz. Kendinizi dinlediğinizde evreni de duyacaksınız.
-Bir İslam mistiği Hacı Bektaş-i Veli de aynısını öğütlüyor. Okumuştum.
-Bu bağlamda Hz. Musa, Sina dağında, Hz. Muhammed Hira’da, Hz İbrahim çöllerde kendini dinlerdi. Hz. Yusuf’un kardeşlerince atıldığı kuyu aslında günlük karmaşadan kopup kendiyle baş başa kalmasını anlatır. Yalnızlık kuyusu onun için kehanet kuyusuna dönüşür. Kendi içine indikçe geleceği görür. Büyük olasılıkla kadim dinlerdeki ve öğretilerdeki kehanet kuyuları insanın içine dönme, evrenle ve Tanrı ile iletişime geçme modülleri değil midir? Buda da aynı metodu önerir. Türk mistik Mevlana örneğin döne döne kendi içine yani kalp ve beyindeki yazılıma ulaşırdı. Hz. İsa’nın gerildiği çarmıh aynı zamanda savrulmamayı, kalbine ve beynine dönerek kaostan kurtulmayı temsil etmez mi? İncilin ezoterik yorumu olarak değil bay Frank, analitik olarak bakınız, son akşam yemeği kendini idrak eşiği yani kalp ve beyindeki yazılıma yönelişi göstermez mi? Onu satan havari Yahuda, Hz. İsa’yı bilgeliğe ve Tanrı'ya ulaşması için zorlamış ve yönlendirmiş olamaz mı? Çarmıha gerilmiş İsa, dünyayı tüm yönleriyle algılamış ve kaostan kurtulmak için Tanrı'ya dönüşe geçmiş değil midir? Hz. İsa için çarmıh ve idam dünyadaki kaos değil midir? Çarmıhtaki İsa, yaşam kirine bulaşmadan her şeyi izleyen, anlayan ve bu sebeple de hiç bir şeye karışmamaya karar vermiş peygamber değil midir? “İsa Mesih tekrar yeryüzüne dönecek” sözleri dünyadaki tüm varlıklar tarafından teyit edildiğinde dönmeyecek mi? Düzeni o zaman kurmayacak mı? Bazen Hz. İsa gibi geri çekilip beklemek, irdelemek, gözlemlemek en büyük statü değil midir?
-Böyle derinlikli ve farklı analizlerden sonra tekrar sorayım, sizler gerçekten heykel misiniz yani?
-Gerçek idrak sahipleri aslında heykeller gibi tepkisiz duranlardır. Heykeller insanın benliğindeki ve çevredeki yani dünyadaki kaostan uzak durmanın yöntemlerini doğadan öğrenirler.
-Dünyada kaosa girmeden yaşamak mümkün değil ki.
-Biz burada yaşıyoruz.
-Heykel olarak mı?
-Hayır, doğru soruları sorduğumuzda kaosu yeneriz. Kaosu yenmek için de kaosa dalmamak ön koşuldur. Kaosa dalmadan bizim gibi heykel gibi duramaz mısın?
-Bu çözüm olsaydı Afganistan’daki dev buda heykelleri tahrip edilmez, Saddam Hüseyin’in ve Lenin’in heykelleri yıkılmazdı.
-Heykelin ilk bilmesi gereken nerede durması gerektiğini ve ne boyutta olmasının uygun olduğunu bilmesidir. Ayrıca Lenin, Stalin ve Hitler devrimler yaptılar. Yani kaosu ürettiler ve o kaosun da içine girdiler. Bizler ne kaos üretiyoruz, ne de sorular soruyoruz. İzliyoruz. Ve halimizden de memnunuz.
-Siz burada mutlusunuz yani.
-Olabildiğince. Boyutlarımız büyük değil, devrim yapmıyoruz ve hiç bir şeye karışmıyoruz. Hiç te konuşmuyoruz. Fikir belirtmiyoruz. Öylece duruyoruz. Çünkü biliyoruz. Bilince taş gibi kesilir kalırsınız. Gerçek bilgi karşısında taş kesilmez mi insan? Çünkü bilginin olağanüstü bir görkemi vardır. O olağanüstü görkeme kapılır kalırsınız? Aynen heykel gibi. İlahi olanı idrak edersiniz. Bu idrak gerçekleşince algılarsınız ki ilahi yazılımı bilmenin sorumluluğu daha da ağırdır.
-Tamam da sizler de heykelsiniz sizleri de yıkmazlar mı?
-Bir heykelin yıkılmasının koşulları vardır: Birilerinin sizi dikmesi ön koşuldur. Tam yerleşim yerinin en güzel noktasında dikilip durmak nefret uyandırabilir. İkinci olarak da insanlar heykelinizi diktilerse ya sizi anlamamışlardır ya da sizin etrafınızda bir şeyler dönüyordur. Gerçek şu ki çok az insanın heykeli dikilebilir. Bizler burada ormanda heykel olmayı tercih ettik. Kimseye karışmıyoruz kimse de bize karışmıyor. Alpler’de kendi halinde heykelleriz.
-Heykel düşmanlığı da bir olgudur.
-Doğru ancak bizler organik heykelleriz. Yapay değiliz yani. İdeolojik değiliz. Herhangi bir şeyi temsil etmiyoruz. Gariban heykelleriz. Gerektiğinde gözden kaybolabiliriz. Ayrıca düşünmen gereken şeyleri iyi bilmek koşulu kişiyi kurtarır. Karışman ve görüş belirtmen gereken nelerdir, bunları bilmek sanattır. bir de her şeye maydanoz olmamak akıllıca olur.
-Peki böyle bir hiç bir şey yapmadan, söylemeden, görüş belirtmeden durmak mantıklı mıdır?
-Söylediklerin, yaptıkların, müdahalelerin, maydanoz gibi her şeye damlamaların bir şeyleri istediğin doğrultuda değiştirecek mi? Üstelik kimin umurunda. Herkes kendi çıkarına bakar.
-İyi de böyle bir ortamda yaşanır mı?
-İşte onun için geliniz ormanda bizim gibi heykel olunuz bay Frank.
-Ne tür heykel olursanız olunuz yine de şiddete uğrarsınız. Örneğin birisi burada heykel heykel duruyorsunuz diye sizlere kızabilir. Ve sonra da sizleri tahrip edebilir.
-Olasılık dahilinde. Üstelik yüksek olasılık bu. Fakat onlara da organik heykeller olduğumuzu gösterebiliriz. Hatta insandan daha insan olduğumuzu iddia eder ve insandan daha organiğiz de diyebilir ve bunu da kanıtlayabiliriz. Çünkü dilsiz, tepkisiz ve varlığı belirsiz öylece duran, hiç bir şey istemeyen varlıklarız.
-Bu bir kurtuluş mu yani.
-Bizim kurtuluşumuz olabilir büyük olasılıkla. Çünkü heykel heykel durmak minimum hata yapmak demektir. Diyeceksiniz ki bu ormanda kimseye bir söz etmeyen ağaçlar bile kesilip hunharca kullanılıyor, evrenin yasası böyle olabilir belki. Fakat bizim heykel heykel duruşumuz başkalarının duruşunu bozabilir.
-Değişik bir felsefe. Antik Yunan’daki ekolleri çağrıştırıyor.
-Yakın bir geçmişte buradan geçen bir kişi burada oturup arkadaşına satranç bitince “şahla piyon aynı torbaya konuyor” dedi. Dolayısıyla sahnedeki oyunda sergilediğin performans önemli. Performansını ölçtürmek istemiyorsan oyuna çıkma.
-Bu olanaksız.
-Var olmak hedef olmaktadır. Yükseldikçe hava akımları, türbülanslar ve daha birçok etkenin tesiri geometrik oranda artar. Aşırı tepkisel olursunuz. Bu sebeple bizler birden heykel kesilerek minimum yaşam felsefesini seçtik. Minimum yaşam fakat maksimum evren ve Tanrı idrakimiz var. Siz de bizim gibi heykel heykel durunuz bay Frank. İlerleyen süreçte heykel heykel duranların sayısı arttıkça tüm dünyada ve evrende işler yoluna girecektir.
-Dediğim gibi tuhaf bir strateji. Fakat denemek isterim.
-Aramıza hoş geldiniz bay Frank. Sıradan insan olunca belki mahşerde bile esameniz okunmaz. Verecek hesabınız da olmaz. Büyük günden ve gündemden düşmek için akıllıca bir tutum bu. Hiç düşünmediğiniz bir şey daha belki ilerleyen süreçte heykeliniz bulunur ve bir müzeye konur. Hakkınızda sayısız varsayım üretilir. Hiç birisi doğru olmaz. Bu durum inanılmaz keyifli olur. Heykeliniz ile fotoğraf çektiren milyonlarca insanı düşünün. İsterseniz gelecekte kullanabileceğiniz ilginç bir özgeçmiş oluşturunuz. Öykünüz ilginç olursa, ilgi de yoğun olur. Arkeolojik bir portre olarak, entelektüellerin ve elitlerin sohbetlerine, tezlerine, kitaplarına, filmlerine konu olabilirsiniz bay Frank.
-Evet heykel olmak süper bir fikir. Ben de sizin gibi heykel heykel duracağım. Gelecek zamanlarda bir müzede insanları ve tarihi gözlemlemeye devam edeceğim.
-İşte bilgelik budur.