Abdurrahman Şalkam
TT

Caz müzik ile küreselleşen Amerikan demokrasisi

Dünyanın demokratikleşmesi, son Amerikan nağmesidir. Başkan Biden ve siyasi ekibi, ateşli bir slogan atıyor ve bunu hayal ile yanılsamanın birbirine karıştığı çantalarda hararetle dünyaya ihraç etmeye çalışıyor. Başkan, Amerikan siyasi modelini dünyaya yaymak üzere kamuoyunu harekete geçirmek amacıyla dünya çapında bir konferans düzenledi. Başkan Biden'ın Demokrat Parti’nin adını siyasi bir misyonerliğin tanımı kıldığı ve dünyanın her bir köşesine ulaştırmak istediği açıktır. Dünya genelindeki politikacıların ve aydınların 1973'te Şili Cumhuriyeti'nde yaşananları unuttuğunu sanmıyorum. Sosyalist lider Salvador Allende şeffaf ve adil seçimlerle cumhurbaşkanlığına gelmiş, General Augusto Pinochet liderliğindeki askeri bir grup kendisine karşı darbe düzenlemiş ve -Amerikan istihbaratının da ayarlamalarıyla- bir saldırıyla onu öldürmüştü. O zamanki ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger bunu itiraf etmişti.
Latin Amerika'da birçok ülke darbelerle sarsıldı. ABD bu darbelerin arkasında durduğunu inkâr etmedi. Seçimlerle iktidara gelen rejimleri deviren darbeleri ve darbecileri kimse sorgulamadı. Şili'de darbeci General Pinochet'nin eliyle gerçekleştirilen tutuklamalar, işkenceler, cinayetler ve kayıplar, kanlı darbeyle sevdiklerini kaybeden yüz binlerce Şili halkının kalbini kanatmaya devam eden korkunç bir trajedidir.
Demokrat Başkan Joe Biden başka bir slogan benimsemiş olsaydı çağrısını kutsayan ve işiten kulaklar ve sesler bulabilirdi. Bugün dünyanın birçok kıtasındaki milyonlarca insan yoksulluk, cehalet ve hastalıktan mustariptir. Şayet ABD yönetimi, insanların canını alan korkunç üçgene karşı orta ve uzun vadeli bir plan geliştirerek küresel bir kampanya başlatmış ve bu amaçla da uluslararası imkanları harekete geçirmiş olsaydı, akılların ve kalplerin derinliğine ulaşan insani bir kapıyı aralamış olurdu.
ABD, artıları ve eksileri ile yakın tarihte unutulmayacak bir pozisyondadır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazizm ve faşizmle yüzleşmek için gücünü seferber etti. Bu iki vahşi ve kanlı kuvvete karşı kazanılan zaferdeki rolü, insanlık tarihi kayıtlarında ilelebet kalacaktır. Marshall Planı ile Batı Avrupa’yı desteklemesi de böyledir. Savaşın Batı Avrupa'da yarattığı korkunç yıkımdan sonra yeniden inşası için elini uzattı. Bununla birlikte Kore ve Vietnam'da kendi hegemonyasını pekiştirmek ve kendi deyimiyle komünist dominoyu önlemek amacıyla Kore ve Vietnam gibi dünyanın çeşitli bölgelerine şiddetli müdahalesi atlanacak ve göz ardı edilecek şeyler değildir.
Bugün ABD yönetimi, Ukrayna'nın güvenliğini savunma bahanesiyle gürlüyor, köpürüyor ve Rusya'yı tehdit ediyor. Ancak ABD’li politikacılar, Domuzlar Körfezi Çıkarması olarak bilinen olayda ülkelerinin takındığı tutumu unutuyorlar. O sıra Sovyetler Birliği, füzelerini Amerikan ulusal güvenliğinin hayati bir kanadı olan Küba adasına yerleştirmişti. Dönemin ABD Başkanı John F. Kennedy, Küba'ya yerleştirilen Sovyet füzelerine karşı tüm silahları kullanmakla tehdit etmişti. Bugün Rusya’nın Ukrayna’daki NATO varlığı karşısında tutumu, ABD’nin 1960'ların başında Küba'daki Sovyet askeri varlığı karşısında takındığı tutumdan farklı değil.
ABD’nin ürettiği ve insanların da ithal ettiği, hatta elde etmek için birbirleriyle yarıştığı eğitim, teknoloji, edebiyat, müzik, mühendislik gibi pek çok şey var. Öyle ki 21. yüzyıl Amerikan kot pantolonu giydi ve caz müzikle birlikte Elvis Presley’in ve Michael Jackson’un şarkılarını hayranlıkla dinledi. Ancak Amerikalıların bugün istediği politik ego -bununla dünyayı üretmiş olduğu demokrasi kalıbına sokmak istiyor- çok farklı bir konudur. Herhangi bir ulusun politik kalıbı, bir yemek menüsü ya da müzik değildir.
Küreselleşme, tüm tezahürleriyle, bir tarafın diğerine dayatmadığı gelişme döngüsüydü. Dahası herkes tüm insanlığın katkıda bulunması hasebiyle kendini bunun içinde buldu. Hiçbir ülke ya da ülkeler grubu bunun kendi buluşu veya başarısı olduğunu iddia edemez. Siyasal sistem hiçbir şekilde küreselleşemez. Bu müzik, giysi ve yemek gibi değildir. Aksine tarihsel, kültürel, dini, ekonomik ve hatta coğrafi faktörlerin etkisiyle ulusların kimliklerinin yapısının bir ürünüdür. Çoğulculuğa ve özgür seçimlere dayanan Batı demokrasisinin, insani gelişim sürecinde önemli halkayı temsil ettiği su götürmez bir gerçektir. Ancak bu deneyim, bugün onlarca yakıcı soruyla karşı karşıyadır. Bazı Avrupa ülkelerinin tanık olduğu popülizm dalgası ABD’nin kapısını çaldı ve ırkçılık suçlamalarından kurtulamadı. Bu ülkelerin bazılarında aşırı sağın sesi gün geçtikçe yükseliyor. Bunlar, ABD başkanının tüm dünyaya ihraç etmek istediği Batı modelinin kutsallığı üzerindeki perdeyi yırtıyor.
Amerikan siyasi modeli kendi tohumlarından filizlenmedi, aksine Avrupa’nın bir ürünüydü. Anayasasının en önemli babalarından biri olan Thomas Jefferson, Newton ve John Locke'dan etkilendi, Fransa'yı ziyaret etti ve birçok kez filozof Marquis de Condorcet ile görüştü. Jefferson ve arkadaşları, Prusya'nın sanatçı ve aydınlanma filozofu Büyük Friedrich'e hayran kaldılar. Anayasası Avrupa'da gelişen bir düşüncenin vücut bulmuş haliydi. Aynı şekilde Amerikalıların kalbinin attığı caz Afrika'dan ithal edildi. Amerikan demokrasisi hamburger, kot pantolon veya caz ile ihraç edilemez.