Fayez Sara
Suriyeli gazeteci-yazar
TT

Dış müdahaleler sürecinde Suriye!

Suriye'ye son dış askeri müdahale, terörle mücadele özel kuvvetleri tarafından İdlib'de gerçekleştirilen ve DEAŞ örgütü lideri Ebu İbrahim el-Haşimi el-Kureyşi'nin öldürüldüğü Amerikan operasyonu oldu. Amerikalıların anlatısına göre, özel kuvvetler Kureyşi’yi saklandığı yerde canlı yakalamaya çalışırken kendisini havaya uçurdu ve binada oturan bazı sivillerin de hayatını kaybetmesine sebep oldu.
Amerikan operasyonu, bölümleri son 10 yıl boyunca devam eden, ülke ve örgütlerin katıldığı, Suriye'yi kendi aralarındaki savaşlar için bir arena haline getiren dış askeri müdahale dizisinden bir halkayı temsil ediyor. Söz konusu dış müdahaleler; İsrail'in bir yandan İran hedeflerine diğer yandan Hizbullah milislerine yönelik hava operasyonları, aynı şekilde, Türkiye'nin Kürt Demokratik Birlik Partisi (PYD) liderliğindeki SDG milislerine yönelik operasyonları, çoğu dış müdahalede olduğu gibi Suriyelilere karşı bir savaş alanı olan Rus ve İran müdahaleleri.
Suriye'deki askeri ve silahlı müdahale operasyonları, büyük ve bölgesel ülkelerin isimlerinden oluşan uzun bir liste ortaya koyuyor. Büyük ülkeler listesinin en önemlileri; Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri. Bölge ülkeleri listesinde en müdahaleci olanlar; İran, Türkiye ve İsrail. Listede buna paralel olarak, Lübnanlı Hizbullah ve Iraklı Haşdi Şabi milislerinin yanı sıra DEAŞ örgütü, el-Nusra Cephesi, PYD arkasına saklanan (Türkiye’de kurulmuş) PKK örgütü, Rus Wagner grubu gibi birçok örgüt ve grup da bulunuyor.
Askeri ve silahlı kuvvet örneklerinden de anlaşılacağı üzere Suriye meselesinde devletler iki eksene ayrılıyorlar; birincisi, başta İran ve Rusya olmak üzere Esed rejimini destekleyen ve onunla müttefik olan ülkeler. İkincisi, Esed rejiminin politikalarına karşı çıkan ülkeler. Her iki durumda da, bir yandan farklı çıkarlar, diğer yandan müdahil güçlerin ilişkilerindeki siyasal ve alansal dengeler nedeniyle iki eksen arasında dağılan ülkelerin konumlarında bir uyum yok. Türkiye'nin kompleks pozisyonu bu konudaki bazı belirsizlikleri açıklayabilir. Türkiye, Esed rejimine ve politikalarına karşı çıkan ülkeler grubu arasında yer alıyor ve pozisyonları pek çok Arap ve Batı ülkesine yakın. Aynı zamanda Esed rejiminin müttefikleri olan Ruslar ve İranlılarla, son yıllarda üç tarafın Suriye konusundaki politikasını koordine eden ve etmeyi sürdüren Astana Süreci olarak bilinen çerçevede iş birliği ve koordinasyon içinde.
Devletlerin pozisyonlarının aksine, Suriye'ye pozisyonları ve politikalarıyla müdahil olan silahlı grupların benimsedikleri sloganlar etrafındaki belirsizlik daha fazla. Gerek DEAŞ ve el-Nusra gerekse Hizbullah gibi Şii milisler olsun, bunların hepsi radikal İslamcılıkta mutabıklar. Devletlerin finansman ve silahlanma yoluyla bu gruplara müdahaleleri ve etkileri, istihbarat servislerinin pozisyonlarına karışmaları, bu grupların çoğunu işlevsel yapıyor. Çeşitli ülke ve tarafla çoklu ve karmaşık ilişkilere sahip olmalarının bir sonucu olarak, paralı gruplara yakın politikalar uygulayan gruplara dönüştürüyor.
Son on yılda dış müdahale güçlerinin çokluğu ve çeşitliliği, tüm Suriye topraklarını operasyonları için bir arena haline getirdi. Dahası bazı ülkeler ve gruplar operasyonlarının coğrafi kapsamını, Rusya, İran ve DEAŞ milislerinin yaptığı gibi neredeyse tüm Suriye topraklarını kapsayacak şekilde değiştirdiler. Bazı ülke ve gruplar ise Türkiye'nin yaptığı gibi hareketlerini nadiren aştıkları bir coğrafi alanla sınırlandırdılar. Türkiye’nin müdahale ve operasyonları Türkiye-Suriye sınırına bitişik olan kuzey ve kuzeybatı bölgesiyle sınırlı kaldı. Bu bölgede SDG faaliyet gösteriyor ve kendisi Türkiye’nin terör örgütü olarak tasnif ettiği PKK ile yakından bağlantılı PYD’nin liderliğinde faaliyet gösteriyor.
Suriye'de askeri ve silahlı müdahale güçlerinin varlığının ana kaynağı, Esed rejiminin attığı ve birçok adım yoluyla ortaya koyduğu pozisyonlarıdır. 2011 devriminin başlamasından aylar sonra attığı ilk adım ile ülkede herhangi bir siyasi çözümü reddettiği ve aşırı güç kullanmaya yöneldiği için Suriye meselesinde uluslararası müdahalelere kapıyı açtı. Ardından İranlıları ve onların Lübnan, Irak ve diğer ülkelerdeki milislerini ülkeye çağırdı. Daha sonra düşüşünü önlemek ve Suriyeliler üzerindeki kontrolünü yeniden sağlamak için 2015'ten itibaren Suriye'ye kesin bir müdahalede bulunmaları için Rus güçlerini davet etti. Yabancı güçlerin ülkeye çağrılmasına paralel bir önemli icraatı eşlik etti; ülkenin giriş ve çıkışlarını temsil eden sınırların kontrol ve korunmasından vazgeçilmesi. Rejim, müttefikleri İranlılar, Ruslar ve Hizbullah ile arasında gidiş geliş hattını güvence altına alan sınırlı sayıdaki sınır noktası üzerinde onun ve ortaklarının kontrolünü muhafaza etmekle yetindi. Şam ve Humeymim havaalanları, Lübnan ile sınır kapıları buna örnek verilebilir. Bunlar dışında rejim, Özgür Suriye Ordusu’na bağlı kuvvetlerin yakınlarında olmadığı sınır kapıları dahil diğer tüm sınır noktalarından güçlerini ve güvenlik aygıtlarını çekti.
Yukarıdaki adımlar, isteyen herkese ülkeye kolayca girme ve çıkma fırsatı verdi. Sınırların açık olmasının doğal ve rejimin ülke geneline yaydığı tutuklama ve öldürme uygulamalarından, yıkımdan kaçan Suriyelilerin hakkı olsa da diğer yandan bu durum, aşırılık yanlısı gruplar ve liderlerine Suriye'ye girme, istedikleri silah, mühimmat ve parayı ülkeye sokma fırsatı da verdi. Onlara organize olma, propaganda çalışmalarını ve silahlı faaliyetlerini başlatma olanağı tanıdı. Rejimin istediği de buydu ve ana hedeflerinden biriydi; hak ve özgürlüklerini talep eden bir halkın devrimi değil, aşırılık yanlısı terör gruplarıyla karşı karşıya olduğunu teyit etmek.
Rejimin icraatları el-Kaide ve kardeş örgütleri gibi aşırılık yanlısı gruplara ve liderlerine Suriye'ye girme fırsatı verdiği gibi, varlığını terörle mücadele sloganıyla meşrulaştıran ABD ve genel olarak Batı'nın yaptığı gibi, pek çok ülkeyi istihbarat gruplarını ve ardından güçlerini Suriye'ye sokmaya teşvik etti. Rejim tüm bunlara sessiz kaldı çünkü uluslararası müdahalelerin kendisine hizmet eden hedefleri gerçekleştireceğine inanıyordu. Bu hedefler, siyasi çözüm yolunu engelleyecek veya bir kenara itecek, Suriye'deki rejime karşı uluslararası bir komplo fikrini pekiştirecek bir şekilde şiddet ve çatışmaların yoğunluğunun ve düzeylerinin artması, çatışmalara müdahil olan güçlerin çoğalması, ardından çatışmanın küreselleştirilmesidir.
Özetle, Suriye'ye yönelik askeri ve silahlı müdahaleler, Esed rejiminin temel arzu ve hedefleri arasında yer alıyordu. Çünkü varlığı ve sonuçlarıyla onu koruyup hayatta kalmasına yardımcı olmasının yanı sıra, kontrolünü kaybettiği bölgelerde kontrolü geri kazanma yolunda ilerlemesini sağladı. Dahası muhaliflerinin aşırılık yanlısı terörist gruplardan ibaret oldukları, onlara karşı savaşının sadece nefsi müdafaa değil, bazı ülkelerin rejimini devirmek için bir komplo yürüttükleri dünya adına gerçekleştirdiği bir görev olduğu yönündeki iddialarını destekledi.
Müdahaleler, Suriyeliler için bir felaketti ve bunların bedelini daha fazla kan, acı ve zorluklarla ödediler. Müdahaleler, Suriye meselesinin çözümünü ve yansımalarını ele almayı halen geciktiriyor ve Esed'in, Rusya ve İran'ın himayesinde iktidarını sürdürmesini temin ediyor.