Hamad Macid
TT

Avrupa Müslümanları ve sağcı fırtınayla yüzleşmek

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, cumhurbaşkanlığı seçimlerinden kısa bir süre önce, aşırı sağ partileriyle şiddetli rekabetin bir tezahürü olarak yorumlanan bir karar aldı. Macron 2 Şubat’ta Ortadoğu’daki Hristiyan okullara yapılan maddi desteğin 4 milyon euro arttırılarak, iki katına çıkarıldığını açıkladı. Elysee Sarayı'nda Ortadoğu ülkelerindeki Hristiyanlara yönelik çalışmalar yapan kuruluşların temsilcileriyle bir araya gelen Macron, ‘Hristiyanları desteklemek, Fransa'nın laiklik uyarınca asırlık bir taahhüdü ve tarihi bir misyonudur’ dedi. Bu destekten Lübnan’da 129, Mısır’da 16, Filistin’de 20 ve Ürdün’de 3 olmak üzere 169 Hristiyan okul yararlanacak. Doğudaki Hristiyanları destekleyen L'Oeuvre d'Orient derneği de yardımlarını arttıracağını açıkladı.
Doğrusu burada dikkat çekici olan, Başkan Macron'un Arap ülkelerindeki Hıristiyan okullarına olan ilgisi değildir. İlginç olan, söz konusu kararın, Fransa'daki birçok İslami merkez ve okula karşı bir dizi dışlayıcı önlem alınmasının ardından gelmesidir. Buradaki çelişkili tavır Fransız aydınlarının da gözünden kaçmadı. Orient XXI dergisinin genel yayın yönetmeni Alain Gresh karara tepki göstererek, Macron’u Müslümanlara karşı ayrımcılık yapmak, çifte standart uygulamak ve seçimlere yönelik çıkarcı bir şekilde davranmakla suçladı.  
Kişisel kanaatime göre, Fransa ve Avrupa’daki Müslüman toplulukların, provakatif eylemlere karşı sakinliklerini korumaları ve akıllıca hareket etmeleri en doğrusu olacaktır. Avrupa’da aşırı sağın yükselişte olduğu bu süreçte, alınan haksız kararlara tehdit tonuyla sert tepki vermek gerilimi tırmandıracaktır. Aşırı sağ partiler, Müslümanların haksız kararlara vereceği tepkileri siyasi gayeleri uğruna kullanmak için fırsat kollamaktadır. İslamofobinin yükselişte olduğu bu süreçte, Müslümanların haklı tepkileri bahane edilerek, Müslüman azınlık üzerinde daha fazla kısıtlama talep edilebilir ve ayrıştırıcı nefret kanunları çıkarılabilir.
İslami merkezler ve Müslüman dernekler de söylemlerini ve kullandıkları dili gözden geçirmelidir. Duygusal popülist kelime dağarcığından kurtularak, hoşgörülü ve barış içinde yaşamaya atıfta bulunan rasyonel bir dil benimsemelidirler. Duvarlar değil köprüler kurmalı, toplum yelpazesindeki dini, mezhebi, etnik tüm gruplarla temas halinde olmalı ve işbirliğine dayalı bir diyalog geliştirmelidirler. Ayrıca içinde misafir olarak yer aldıkları ülkedeki yaygın olan dinlere karşı saygılı ve kırıcı olmayan bir yaklaşım sergilemelidirler. İslam’ı tanıtmakla yetinmeli, istemeyenlere İslam’ı öğretmeye çalışmamalıdırlar. Tanıtmakla öğretmek arasında ince bir fark bulunuyor. Doksanlı yıllarda Britanya İslam Merkezinde çalışırken, Batılılarda bu hususta bir hassasiyet olduğunu fark etmiştim. Şöyle ki; farklı kökenlerden bazı İngiliz vatandaşları merkezimizi ziyarete gelmiş, bizden İslam’ı öğretmemizi değil İslam’ı tanıtmamızı istemiştiler, çünkü kendi dinlerinin değiştirilmesine yönelik bir girişimden çekinmekteydiler. İngilizcede şöyle ifade ediliyor: ‘teaching about Islam، not teaching Islam.’
Fransa ve diğer ülkelerdeki aşırı sağcı fırtınaya karşı, aşırı tepkiler yerine aklı selim bir tavır sergilenmesi, Batı ülkelerindeki Müslüman azınlıkların konumunu güçlendirecek tek yöntemdir.