Modern Türkiye'nin dış politikasının özelliklerini anlamaya çalışırken, bir tür iki kutupluluk ile karakterize edildiği sonucuna vardım. Ne demek istediğimi açıklayacağım.
Mesele şu ki, Türkiye Cumhurbaşkanı denildiği gibi asla tüm yumurtalarını tek bir sepete koymuyor. Başka bir deyişle, Ankara'nın dış politika sisteminde ve dış ekonomik eğilimlerinde şu veya bu ortak lehine belirgin bir eğilim keşfettiğinde, rakiplere doğru adımlar atarak bu eğilimi dengeliyor.
Erdoğan denge kurmaya çalışan bir usta. Dış ilişkiler sistemini dengeleyerek ve çeşitlendirerek bağımsızlığını herkese göstermeye ve hiçbir tarafın baskısına maruz kalmamaya çalışıyor. Şu ya da bu şekilde çıkarlarına tecavüz eden ve bazı yanılsamalarını terk etmeye zorlayan eylemlerinden memnun olmayan bazı ortakların sert tepkisinden korkmadığı izlenimini bırakmaya başladı. Ancak bu sadece bir izlenim olarak kalıyor, zira tabii ki, Türk Cumhurbaşkanı riskler ile yetenek ve kapasitesini dengeliyor. Bu nedenle gerektiğinde uzlaşmaya hazır. Ancak bu, ılımlı İslam ve milliyetçilik (özellikle MHP ve solcu Kemalistlerle ortaklığı göz önüne alındığında) gibi ideolojik ve siyasi kanaatlerinin esas temelleriyle ilgili meseleler için geçerli değil.
Buna Rusya ile olan ilişkisi üzerinden örnek vereceğim.
Erdoğan, Moskova ile S-400 sistemini satın almak için yaptığı anlaşmanın bir sonucu olarak, kendisini transatlantik ittifakı içindeki dayanışma ilkelerinden vazgeçmekle suçlayan NATO müttefiklerinin sert eleştirilerinin hedefi oldu. Ancak sonuç olarak müttefiklerin tehditlerine rağmen bu anlaşmadan geri adım atmadı. Aksine, Batı'nın yaptırımlarına ve Ortadoğu gündemindeki bazı konularda Türk-Rus anlaşmazlıklarına rağmen Moskova ile her türlü iş birliğini sürdürdü. Öyle ki Moskova'da siyasetin realizmine aşina olmayan bazı analistler, Türkiye'nin Şanghay İşbirliği Örgütü'ne katılma şansından, hatta NATO'dan ayrılma olasılığından bahsetmeye başladılar. Saf insanlar... Zira Erdoğan'ın Ukrayna kriziyle ilgili sonraki adımları, Batılı müttefiklerinin mutlak onayı ve Kiev'deki ortaklarının coşkusu ile karşılandı. Türkiye Cumhurbaşkanı'nın analist arkadaşlarımdan birinin belirttiği gibi, açıkça onun aracılığıyla Rusların "burnunu sürtmek" istediği son Kiev ziyaretiyle ilgili olanlar dahil olmak üzere bu sürecin bazı detaylarına bakalım.
Eşinin yanı sıra çok sayıda bakanın da eşlik ettiği Erdoğan'ın ziyareti, 3 Şubat'ta gerçekleşti ve iki ülke arasındaki ticari, ekonomik ve askeri-teknik iş birliğinin genişletilmesine yönelik bir dizi önemli anlaşmanın imzalandığı bir ziyaret oldu. Örneğin, bir serbest ticaret bölgesinin kurulması konusunda bir anlaşma imzalandı ki bu proje son 10 yıldır Ukrayna ve Türk makamları tarafından müzakere ediliyor ve ancak şimdi bununla ilgili tartışmalı konularda uzlaşmaya varabildiler. İki taraf, yakın gelecekte Türkiye ile Ukrayna arasındaki karşılıklı ticaret hacmini yıllık 10 milyar dolara çıkarmayı planlıyor. Ankara ve Kiev'den yayınlanan verilere göre bu, her iki ülkede de iş gelişimine, yeni pazarlar açmaya, yatırım çekmeye ve GSYİH’nin büyümesine katkıda bulunacak. Türkiye'nin, Ukrayna'nın bu ülkeye ihraç ettiği toplam ürün sayısının yüzde 95'ini oluşturan 10 binden fazla ürüne uygulanan gümrük vergilerini kaldırması buna yardımcı olacak. Ayrıca diğer bin 348 ürün için de kota sağlanacak.
Ukrayna, Türkiye'ye hububat (yalnızca Temmuz-Eylül 2021 döneminde Ukrayna’nın buğday ihracatı, 834,7 bin ton, yani 2020'nin aynı dönemine göre yüzde 3,2 kat arttı), diğer tarım ürünleri, mineraller ve cevherleri gibi ürünleri ihraç ediyor. Öte yandan Türkiye, bölgede ithal ettiklerini yeniden ihraç eden başlıca ülkelerden biri olduğundan, bazı Ukrayna menşeli ürünlerin Türkiye'ye teslim edildikten sonra Asya ve Afrika ülkelerinin pazarlarına ulaştığı, daha sonra bu ülkelerden ithalatçıların doğrudan Kiev'deki tedarikçilerle temasa geçtikleri biliniyor. Türkiye'nin Ukrayna'dan yaptığı hububat ve tarım ürünleri ithalatı hacmini artırarak Rusya'ya arz bağımlılığını azaltmaya çalıştığı aşikar. Buna ek olarak, 1 Temmuz 2021'de yabancı ülke ve vatandaşların ülkede tarım arazisi satın alıp satmasına izin veren yeni bir Ukrayna yasasının yürürlüğe girmesiyle Türklere sağlanan yeni fırsatlar da var. Aynı zamanda, bir dizi Ukraynalı uzman, Ukrayna'nın ekonomik olarak daha güçlü Türkiye için sadece bir hammadde kaynağı ve aynı zamanda malları için bir pazara dönüşmesinden korkuyor. Türkiye'ye ihraç edilen Ukrayna buğdayından orada un yapılarak Ukrayna'nın kendisine ve diğer ülkelere satılması bunun bir örneği. Türkiye’nin bundan elde ettiği kâr, Ukraynalıların tahıl satışından elde ettiği kazançtan birkaç kat daha yüksek.
İmzalanan anlaşmalar arasında gençlik politikası alanında bir iş birliği anlaşması ve her iki ülkenin vergi makamları arasında bir mutabakat zaptı da yer alıyor. Ayrıca Kharkov ve Lviv şehirlerinde (çoğu ülkenin diplomatik personelini ülkeden tahliye ettiği bir dönemde) Türkiye'nin iki yeni başkonsolosluğu açıldı. Ukrayna'nın Antalya'daki Konsolosluğu’nun temsil düzeyi de başkonsolosluğa yükseltildi.
Ancak mevcut durumda askeri-teknik iş birliğinin yoğunlaşması özellikle önemli. Burada, Bayraktar insansız hava araçlarının geliştirilmesi, üretimi ve işletilmesi dahil olmak üzere yüksek teknolojiler, havacılık ve uzay endüstrileri alanında iş birliği için imzalanan çerçeve anlaşmasından bahsetmeye değer. Ukrayna Savunma Bakanı Oleksiy Reznikov, ülkede çeşitli kategorilerdeki insansız hava araçlarını çalıştıracak personeli yetiştirecek bir merkez kurulduğunu duyurdu. Türkiye'nin Bayraktar Savunma Şirketi, Motor Sich tesisinden gelecek Ukrayna motorlarını insansız hava araçlarının bir sonraki nesline entegre etme sözü verdi. Elbette Türklerin bu ekipmanları kime satacaklarına karar verme hakları olduğu Rusya’da anlayışla karşılanıyor ve kamusal alanda dillendirilen endişe ifadeleri dışında güçlü bir olumsuz tepki yok. Ancak burada bu durum ile Almanya'nın tanık olduğumuz tutumu arasında karşılaştırma yapmadan geçemeyeceğiz. Almanya, Ukrayna'ya tahrip gücü yüksek silahlar vermeyi reddetme nedenini, Rusların kendi silahlarıyla öldürülmesini istemediğini söyleyerek açıklıyor. Bu noktada tarihsel geçmişle kıyaslandığında çok kötü bir anlam ortaya çıkıyor.
Son olarak, iki ülkenin güvenliklerini sağlamak için önemli olan kolluk kuvvetleri arasındaki iş birliğini geliştirmeye yönelik anlaşmalara değineceğim. Organizatörlerinin Fethullah Gülen destekçisi olduğuna inanılan Temmuz 2016'da Türkiye'de gerçekleştirilen başarısız askeri darbe girişiminin ardından, çok sayıda kişi ülkeden kaçarak Ukrayna'ya sığındı. Orada Kiev ve Odessa şehirlerinde bulunan Uluslararası Meridyen Okulu çatısı altında ve Ukrayna'nın başkentindeki etkili Işık Ukrayna-Türk Kültür Merkezi aracılığıyla faaliyet gösterdi. Şimdi, 3 Şubat'ta Erdoğan ile görüşmesinin ardından Cumhurbaşkanı Zelenskiy, Ukrayna makamlarının kendi topraklarındaki Gülencileri kovuşturmaya başlayacağına söz verdi. Bu açıklama ile endişeleri artan Gülenciler, Ukrayna topraklarını terk etmeye ve başka ülkelere gitmeye hazırlanmaya başladılar.
Türkiye ve Ukrayna, hızla büyüyen iş birliklerinin üçüncü bir ülkeye yönelik olmadığını vurguluyorlar. Ancak, Ankara'nın iş birliğini geliştirerek öncelikle güvenliği ve genel olarak ulusal çıkarları ile ilgili konularda karar alma bağımsızlığını vurgulamaya çalıştığı açık. İkinci olarak, dış güçlerle ilişkilerinde uzaklık veya yakınlık mesafesini eşitleme eğilimini pekiştirmeye, üçüncüsü, Rusya ile ilişkilerdeki konumunu güçlendirmeye çalıştığı aşikar. Böylece planladığı gibi, Avrasya bölgesinde iddialı barışı koruma girişimini geliştirmenin temellerini oluşturuyor.
TT
Türkiye ve denge ilkesi: Model olarak Ukrayna
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة