Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Ukrayna'dan sonra Ortadoğu

Bu makaleyi, Rus manevralarında askeri güçlerin azaltılmasına ilişkin -gerçek veya değil- sızdırılan haberlere dayanarak Ukrayna krizinde bazı atılım veya çözüm belirtileri ortaya çıkmışken yazıyorum.
Batı'da da krizin herkesin yararına çözülmesinin gerekliliği hakkında konuşmalar yaygınlaştı. Dahası, Viyana görüşmelerinde İran ile nükleer anlaşmanın imza aşamasına gelmek üzere olduğu sızdırıldı ki bu, Rusya ve Çin'in çabalarıyla gerçekleşti. Burada çıkarılması gereken ders, eğer ABD ve İran arasında bir anlaşma yakınsa, neden Washington ve Moskova arasında da olmasın? Kaldı ki Başkan Biden konuşmasında kasıtlı olarak Amerikan halkının Rus halkının kardeşi olduğunu söyledi. Bu durumda, Ukrayna'yı tehdit eden Rusya değil, Ukrayna'nın başka bir Finlandiya olması için kendisiyle anlaşmaya varılacak Vladimir Putin'in kendisi. Neden Finlandiya? Bu, Henry Kissinger'ın bizzat makalesinde bize anlatmış olduğu başka bir hikaye ve ana hedefi, Ukrayna'nın iç sorunlarını Rusya'nın tehdidi veya NATO'nun koruması olmadan çözen bağımsız bir devlet olmasıdır.
Şahsen, her zaman büyük savaşların zamanının geçtiği ve nesnel nedenlerle geçip gittiği kanaatinde oldum. Bu nedenlerden biri de devletler ve halklar arasında artık savaşı imkansız kılan yoğun derecelerde karşılıklı bağımlılığın var olmasıdır. Dünya şu anda açıkça birçok meydan okuma ile karşı karşıya ve ne kadar güçlü olursa olsun bir ülke veya ülkeler grubunun bunlarla tek başına başa çıkma kudreti yok. Zorluklar ve etkileşimler, başta salgın hastalıklar olmak üzere kozmik nitelikte, “korona” pandemisi nedeniyle milyonlarca insan hayatını kaybediyor. İkinci meydan okuma olan küresel ısınma, renk, din, dil veya siyasi sistem ayrımı yapmadan tüm dünya ülkelerini etkileyen evrensel bir gerçek haline geldi. Üçüncüsü, önceki iki meydan okumayla birlikte küresel ekonomik sistemin istikrarı ciddi bir tehdit altındadır. Dördüncüsü, terörizm, aldığı kısmi yenilgilere rağmen, hala dünyanın tüm kıtalarında hedeflere saldırabilir durumdadır. Beşincisi, daha az verimli hale gelen uluslararası bir sistemin gölgesinde nükleer silahların yayılması mümkün hale gelmiştir. Altıncısı, uzay, tarihte hiç olmadığı kadar çekişme ve çatışmaya açık hale gelmiştir.
Tarih filozofu Yuval Noah Harari, Londra merkezli The Economist dergisinde yayınlanan makalesinde, daha önce yazmış olduğu kitaplarda ulaştığı savaş olgusunun (ve onunla birlikte kıtlık, veba veya salgın hastalıkların) gerilediği tezinin altını çizdi. Harari bu tezinde şu gerçeğe dayanıyor; insanlık tarihinde ilk kez ortalama küresel askeri güç harcaması yüzde 6,5 iken, ülkeler genel olarak eğitim, sağlık ve refah için bundan çok daha fazla harcama yapıyorlar. Bunlar geçmiş zamanlarda hayal bile edilemeyen oranlar. Bu bakış açısındaki ikilem, devletlere ve belki de insanlığa pahalıya mal olacak büyük çatışmalar söz konusu olduğunda doğru olabileceği, ancak terör örgütleri gibi devlet dışı uluslararası aktörler veya kaosun, şiddet dalgalarının ve devletlerin emellerinin hakim olduğu bölgeler için geçerli olmaması.
Terör örgütleri, kaos, şiddet dalgaları ve devletlerin emelleri bizi tarihsel olarak - Soğuk Savaş dahil olmak üzere - dünya savaşlarının (her zaman kalbi olan Avrupa yerine) sahnelerinden biri olan Ortadoğu'ya götürüyor. Şimdi Ortadoğu, terör şiddetiyle, bölge devletlerinin kendi adlarına veya dolaylı olarak kendilerine tabi mezhepsel gruplar, örgütler ve milisler aracılığıyla gerçekleştirdikleri şiddetli müdahalelerle dolup taşıyor.
Arap ülkeleri, Türkiye, İran ve İsrail'i içeren Ortadoğu bölgesi ve Afganistan ile Etiyopya'yı içeren çevresi, tarihi bir an ile karşı karşıya ve bu anın birinci karakteristik özelliği, Batı ve ABD’nin Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana sahip olduğu hegemonya ve liderlikten geri çekilmesi durumudur. İkincisi, Çin süper güç mertebesine yükselirken, eski süper güç Rusya’nın geri dönüşüdür. Üçüncüsü, bu iki gücün Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra hüküm süren uluslararası ve küresel düzenin gözden geçirilmesi, katılımda üç kutupluluğu, küresel sistemin yukarıda belirtilen ortak meydan okumalarla yüzleşmek için ihtiyacı olan yeni düzenlemeleri dikkate alan alternatif sistemlerin oluşturulması arzusu ve iradesidir. Rusya'nın Kırım'ı ilhak etmesinin yanı sıra Ukrayna'daki ayrılıkçı grupları destekleme tutumunu resmen reddeden Çin'in, NATO'nun Ukrayna'yı saflarına dahil etmesini engellemenin gerekliliği söz konusu olduğunda, mevcut krizde Rusya'nın yanında yer alması tesadüf değildi. Tüm bu özellikler çoğunlukla Ukrayna krizinin ortaya çıktığı Avrupa kıtası ve aynı zamanda zenginlik ve küresel ticaret aktivizminin en yoğun olduğu Asya kıtası etrafında dönüyor. Bu noktada, Çin, Rusya ve Avrupa'nın tanıklığında imzalanması beklenen İran-ABD nükleer anlaşmasından ve dünyanın başka meselelere yönelmesinden sonra Ortadoğu, karmaşık gerçekliğiyle karşı karşıya kalacak. Burada kastedilen, büyük güçlerin bölgeye ilgisinin ikincil öneme sahip bir bölge esasına göre değişeceğidir. İlişkilerinde kapsamlı ve etkili bir stratejik temeli değil de menfaatler, kazanç ve kayıplara göre yönü değişen durum ve meseleleri temel alacaklarıdır.
Bu ne tamamen kötüdür, ne de mutlaka büyük bir kayıptır. Böyle bir gerçeklik, bölgenin, devletlerin toprak bütünlüğünü, ulus devlet inşa etme haklarını garanti eden, anlaşmazlıkları ve iç savaşları çözen, geniş iş birliği ve ekonomik kalkınma yolları arayan bir bölgesel güvenlik sistemine olan ihtiyacını yeniden teyit etmektedir. Devletlerin ve bölgenin güvenliğinin terörizm, nükleer silahların ve genel olarak kitle imha silahlarının yayılması ile ilgili tarihi meselelerle bağlantılı olması da en az bunun kadar önemlidir. Bunun bölge içinden gelen girdileri, uluslararası sistemde meydana gelen değişikliklerin gerçekliğine dair olgun bir farkındalıktan doğmaktadır. Bu değişiklikler ise büyük ülkeler arasındaki ilişkilerde geniş çeşitlilik alanları çağrısı yapmaktadır. Son kısa süre içinde ekonomik ve güvenlik düzeyinde bu farkındalık fiilen başlamıştır.
Öte yandan, Arap Baharı’ndan kurtulan veya onu atlatan bir dizi Arap ülkesinde halihazırda sürmekte olan kapsamlı reform eğilimi, iç inşa ile ilgili olduğu kadar bölgesel inşayı da hedeflemektedir. Üçüncüsü, bölgedeki ilgili taraflar arasında, özellikle İran ve Arap Körfezi ülkeleri arasında, farklı derinlik ve keşif derecelerinde birçok etkileşim ve temaslar fiilen başladı. Körfez zirvesinde açıklanan el-Ula Bildirisinden bu yana bölgesel arena değişti. Tamamen gerilime, medya kampanyalarına ve siyasi krizlere yönelmişken, şimdilerde, bir dizi yakınlaşmanın eşiğindedir. Yakınlaşmalar, bölgede mevcut statükonun devam etmesinin sonucu olarak ülkelerin ulusal güvenliği ile bölgesel güvenliğin ciddi zararlar gördüğüne tanıklık etmektedir. Bölgede güvenliği ve kalkınmayı garanti eden formüller bulmaya çalışmaktadır. El-Ula Bildirisinin sonuçlarına, Doğu Akdeniz ve Körfez bölgesinde barış ve güvenlik için iş birliği ve Filistin sorunu gibi kronik krizleri çözmeye girişen önemli bir etkileşim yoğunluğu eşlik etmektedir.
Ortadoğu'da bölgesel güvenlik gündemi uzun, önündeki engeller az değil ve başlangıç ​​noktası muğlaktır. Ancak ister resmi kanallardan olsun, isterse bölgesel güvenlik alanındaki düşünce kuruluşlarının girişimleriyle olsun, bunu başarmak için çaba gösterilmelidir. Tarih bu yönde adımlar atanların lehine tanıklık edecektir.