Prens Muhammed bin Selman'ın "The Atlantic" dergisi ile röportajına dair bir okuma derinlemesine bir incelemeyi hak ediyor. Ele aldığı sorunlar yeni değil, ancak çetrefilli ve röportajın zamanlaması da önemli. Körfez bölgesindeki olayların takipçisi olarak, yıllarca “yerinde kalmanın” hatta yavaş gelişmenin tehlikeleri konusunda endişelerim vardı; çünkü yerinde kalmak ya da yavaşlamak nihayetinde gerilemek demek. Bu bölgeye “yavaş yürüme ve acelesizliğin” bir kusur ve toplum için tam bir engel olabileceğini söyleyen liderler nasip oldu. Ama geçmişte olduğu gibi halen hızlı gelişmenin, kalkınmış ve yükselmiş halkların benimsediklerini benimsenmenin de bir kusur olabileceğine inananlar var. Bu ikisi arasında kalırsak, yoldaki işaretleri kaybederiz. Körfez bölgesi için Suudi Arabistan destekçi ve savunucudur, çünkü en büyük ve en kalabalık ülkesidir. Endüstriyel, ekonomik ve manevi güçler orada yoğunlaşmıştır. Zenginlikleri sadece yeraltında değil, aynı zamanda üstündedir. Öte yandan tarihsel birikim, toplumsal ağırlık ve düşünce çeşitliliği nedeniyle Suudi Arabistan’da değişim kolay değildir. Zorluklar çoktur, zira Körfez bölgesi, coğrafi mecburiyetler nedeniyle dostane, hatta barışçıl olmayan jeopolitik bir ortamda yer almaktadır. Hal böyleyken “yeni Suudi Arabistan projesi” bölgesel ve uluslararası değişimler çerçevesinde bilinçli ve dengeli bir okumayla okunmalıdır.
Prens Muhammed bin Selman'ın röportajında çerçevesi çizilen projenin bilinçli ve dengeli okumasına başlamadan önce, Amerikalı gazeteci Jeffrey Goldberg'in sorularının bölgeyle ilgili tipik ve klişeleşmiş bakışı taşıdığını belirtmeliyiz. Gözlemci, soruların izlediği seyrin ABD’deki klişeleşmiş bir görüntüyü Arap yarımadasındaki başka bir görüntüyle karşılaştırmak olduğunu fark etmeden edemiyor. Oysa son bilgiler, Batı deneyimlerinin bile aynı olmadığını, daha çok içinde yaşadıkları sosyal çevrelerin rengini aldıklarını doğruluyor. Buradan yola çıkarak, soruların izlediği seyrin mutlaka tekrarlanması gerekmeyen bir modele doğru ilerlediği ve derginin kapağının da açık bir olumsuz önyargı taşıdığı belirtilmeli.
Röportajda ele alınan esas konulara dönecek olursak, üç temel konu etrafında döndüğünü görüyorum.
Birinci konu: Dinin devletle ilişkisi ve dinin siyasetle ilişkisidir. Buradaki din İslam'dır. Bölgedeki çok az lider bu konuyu alenen ve hatta belirli politikalarla ele almıştır. Çünkü kamuoyu bu konuda hassastır ve belki de tüm çağdaş Arap-İslam toplumları için bir sorunsaldır. Dolayısıyla röportajda şahit olduğumuz net pozisyon, rasyonel olmanın yanı sıra cesurdur. İslam dini, siyasi hatta sosyal olarak deyim yerindeyse gasp edilmiş olduğundan, kendisine gelenekler, kültürel kavramlar ve siyasi kazanımlar elde etme çabalarından dikilmiş bol giysiler giydirildi. Öyle ki birçokları için İslam, bir biçim ve görünüm haline geldi. Bazıları için kârlı bir ticarete, hileler ile kişisel çıkara dönüştü. Aynı zamanda Müslüman’ın imajı da çarpıtıldı; sarıklı, dağınık uzun sakallı, patlayıcı kemerler giyerek kendisi gibi olmayanları ve masumları öldüren biri olarak özetlendi.
Prens Muhammed bin Selman'ın konuşmasında maslahat fıkhına bir dönüş görüyoruz. 13. yüzyılda kendisinden bahseden Necmeddin et-Tevfi’den el-Şatibi ve Muhammed Abduh’a kadar maslahat fıkhının kökeni eskidir. Bugün, uygulamalarımızın çoğunun maslahat fıkhı alanına girdiğini kanıtlayan yeni araştırmalara sahibiz. Ama ne yazık ki, bu fikir aydınlanmış bir fıkha ışık tutacak şekilde kültürel olarak genelleşmemiş. Tevfi basitçe, inanç ve ibadetlerin sabit olduğunu, muamelatın ise toplumların gelişmesiyle geliştiğini, bu alanda insanların çıkarları ne ise dinin de onu kabul ettiğini söyler. Bugün insanların çıkarları ortak yarar, ekonomik kalkınma, insanın her zaman sevdiği özgürlüğün temeli olduğu sosyal güvenlikle temsil ediliyor. Veliaht Prens (yerimiz dar olduğu için ayrıntılara giremiyoruz) sahih hadislerin 100 hadisi geçmediğini belirtti. Bu, akılcı Müslüman geleneğinde, bilimsel bir yönelimdi, ta ki hadislerden faydalanmak isteyenler ortaya çıkana kadar. Bunlar sayıyı artırdılar, bireysel eklemelerde, geniş yorumlarda bulundular. Kuran'a gelince, manalarını düşünen ve anlayanlar için en yüksek insani değerlere çağırır. On yıllar içinde insanların metne kaldırabileceğinden daha fazla yorum eklemeleri doğal, nitekim neredeyse bir asır içinde İslami hareketlerden tutucular, söylendikleri zaman ve koşullar anlaşılmadan “seleften” alıntılanan birçok ayrıntı eklediler.
Muhammed bin Selman'ın özetle bahsettiği hususlar yeniden gözden geçirilmeli ve ele alınmalı. Aynı şekilde mirasımızdaki adalet, merhamet, barış ve şiddeti reddetme ilkelerinin de altının çizilmesi gerekiyor ki, bu ötesi olan bir çaba.
İkinci konu: Büyümeyi ve refahı hedefleyen herhangi bir istikrarlı toplumun özü olan ekonomidir. Suudi Arabistan’ın açıklanan projesi ile bu sektör netleşip, belirginleşti. Muhammed bin Selman röportajında, bu alandaki başarıların bazılarına değindi ama bu ekonomik, sosyal ve kalkınma sektörünün başarısı bugün Suudi Arabistan'ın birçok yerinde görülüyor. Hatta çehresi sürekli değiştiğinden Suudi Arabistan’ı bir ziyaretinizde gördüğünüz şeyi diğerinde bir daha göremiyorsunuz.
Röportaj, bilim ve eğitim sektöründen bahsetmedi. Amerikalı gazeteci belki de bununla ilgilenmiyordu. Gelgelim gözlemci, bilimsel ve kültürel çabanın büyük (bu kelimeyi abartmak için kullanmıyorum) ilerlemeler kaydettiğini biliyor. Bir süre önce, “Kahire Uluslararası Politika” dergisi için “Körfez ülkelerinde bilgi ekonomisi” üzerine bir çalışma hazırlamakla görevlendirildim. Yaptığım araştırmalarda (bu çalışma yayınlandı), Suudi Arabistan üniversitelerinin bilimsel üretiminin (bilimsel temelli araştırmaların), nüfus yönünden aralarındaki büyük farklılığa rağmen Türkiye'de üretilenle karşılaştırılabilir olduğunu buldum!
Eğitim ve kültür kalkınmanın lokomotifidir. Onu geliştirmeye ve güçlendirmeye özen göstermek, toplumsal kalkınmanın tek giriş kapısıdır. Bilimsel olarak bilinen kuralları vardır ve Suudi Arabistan, müfredatların geliştirilmesi, eğitimin niteliksel değişimi ve bunun ötesinde öğretmenlerin mesleki rehabilitasyonu dahil olmak üzere çoğunu uygulamaktadır. Bu yol ne kolay ne de döşenmiş, ancak iş ve hizmetlerde dijitalleşmenin yaygınlaşması bu başlangıcın erken sonuçlarından biridir.
Üçüncü konu: Amerikalı gazetecinin de odaklandığı yolsuzluktur. Yolsuzluk, bazı Batılı güçler tarafından hakkında pek çok spekülasyonun yapıldığı, ancak toplumlarımızın gelişimi için çok önemli bir konudur. Devletlerin ve toplumların çöküşüne açılan kapıdır. Prens Muhammed bin Selman röportajda "100 riyal dahi olsa…" diyerek bu konudaki kararlılığını ve tavizsizliğini ortaya koydu.
Bazı Körfez ülkelerinde “Reform yapacaksak bir Ritz lazım” şeklinde acı bir şaka yaygınlaştı. Burada yolsuzlukla mücadelenin ilk adımlarının atıldığı Riyad'daki ünlü Ritz Hotel'e atıfta bulunuluyor.
Son söz; bilim, toplumun sorunlarını çözmüyor ve metinler arasındaki çelişkiyi kaldırmaya yardımcı olmuyorsa hiçbir değeri yoktur.
TT
Abartı değil!
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة