Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Değişimin kutsallarının ilk ilkesi

Ünlü sosyal medya platformu Twitter’da dostum Abdulaziz bin Hamad’ın bir sitemini okuduktan sonra aklıma bir fikir geldi. Bu sitemin içeriği, bu satırların yazarının, başka bir makalede, tamamlanmamış bir fikri tamamlamak için tekrar tekrar söz vermesi ancak yerine getirmemesiydi. Bu sitemi okurken, aklıma gelen önemli şeylerden biri, sekiz yıl önce ‘el-İktisadiye’ (Aleqtisadiah) gazetesinde, ünlü tarihçi Arnold Toynbee'nin toplumun büyük zorluklarla başa çıkma yeteneği hakkındaki vizyonundan esinlenerek yayınladığım bir makale oldu. O dönemde, geleceğe doğru hareketimize rehber olmaları için üç ilkeyi benimsememiz, hatta onları kutsallık mertebesine çıkarmamız gerektiğini söyledim. Kısa makalenin sonunda, fikirleri açıklamaya geri döneceğime söz verdim. Ancak dürüst olmak gerekirse  sadece ara sıra veya gerektikçe bu fikirlere atıfta bulundum.
Bu bölümü, değişimin kutsallarının ilk ilkesi olan; kolektif benliğe olan inancın güçlendirilmesi hatırlatılmasına ayıracağım. Bu düşüncenin özeti, bir grup olarak, sorunlarımızı kendimiz çözebileceğimiz, anlaşmazlıklarımızın üstesinden gelebileceğimiz ve ilerleme fikri olan öncü bir fikrin potasında eritebileceğimizdir. Hatta biz, en azından bazı yönlerden, bir tür psikolojik denge kuran ve kendine güveni artıran şeylerde bizden önde olanlarla rekabet edebiliriz.
Hiç kimsenin bu fikre, karşı çıkacağını sanmıyorum. Zaman zaman bu düşünceyi birçok konuşmacıdan duyuyoruz. Ancak ilerleme konusunda doğru yolda olduğumuzu hissetmiyoruz. En azından yerel basında çıkan yazılardan ve sosyal medya platformlarındaki insanların yorumlarından bunu görüyoruz.
Bence bu yukarıda bahsettiğim fikir bir bütün olarak çoğu insanın kafasında net değil. Öncelikle, sosyal sistemin en yüksek hedefi olarak ilerleme hedefi, herkes için yeterli iş imkanı olmaması, yüksek yaşam maliyeti, belediye hizmetlerinin düşük seviyesi vb. gibi küçük veya anlık hedeflerle karıştırılıyor. İnsanların bu tür sorunlarla meşgul olmaları, söz konusu ilerlemenin bu sorunları tedavi etmekten başka bir anlamı olmadığına inanmalarına yol açıyor. Bunun yanı sıra ilerlemeyi, refah, yani daha çok para, tüketim, yaşam tesislerinin güzelleştirilmesi fikri olarak özetleyenler de var.
İlerleme fikrine belki de en yakın pratik model (en azından Suudi deneyiminde) ‘2030 Vizyonu’ ve onu destekleyen pratik programlardır. Bu, altında planlanan projelerin sadece yarısı tamamlanmış olsa bile, Suudi Arabistan’daki yaşamın çehresini değiştireceğine inandığım çok büyük bir plan.
‘2030 Vizyonu’, çok yönlü sosyal büyümeyi ekonomik motora bağlayan klasik kalkınma teorisi ışığında geliştirildi. Bu nedenle, projelerinin çoğu, aynı zamanda sivil toplumun ‘2030 Vizyonu’ politika ve projelerindeki nispeten sınırlı rolünün de ana gerekçesi olan ekonomik modernizasyon çerçevesine giriyor.
Son üç yılda, özellikle ‘2030 Vizyonu’ projelerinin geliştirilmesine eşlik eden kültürel dönüşümlerin desteklenmesinde sivil toplumun rolüne daha fazla ilgi olduğunu gözlemledim. Ancak, mevcut gerçeklik ile toplumun vizyonu desteklemek ve korumak için oynaması gereken rol arasında hala büyük bir mesafe var.
Benim düşünceme göre, toplumun ‘ilerleme’ hedefine yönelik coşkusu, onun unsurlarını ve kavramlarını benimsemesi, toplumun kalkınma programlarının bir izleyicisinden, bunların yaratılması, korunması ve geliştirilmesinde aktif bir ortak haline dönüşmesinin tek yoludur. Bahsettiğimiz toplum, yani tüm vatandaşlar tek bir ulus olan, ulusal toplumdur. Bu, meşhur söze göre, ‘milli birlik çerçevesinde çeşitlilik’, yani birbiriyle etkileşim halinde olan ve rekabet etmeyen çeşitli ulusal, mezhepsel, dini ve kültürel kimlikleri kanatları arasında kucaklayan birleştirici bir kimlik olarak anlaşılabilir.