Semir Ataullah
Lübnanlı gazeteci - yazar
TT

İslam şehirleri

Bu köşede her mübarek ve kutlu Ramazan’da, bu aydan esinlenen veya bu ayın ruhuna, getirdiği hayırlara ve atmosferine uygun bir konu ile ilgili bir silsile sunmaya alıştık. Bu yıl sonsuz ve muhteşem bir konumuz var: ‘İslam şehirleri’. Peki bu şehirleri nasıl seçeceğiz? Uygarlık seviyesine göre mi? Tarihi önemine göre mi? Yoksa şanlı fetihlerden ve toprak genişlemesinden elde edilen kazanımlara göre mi? Burada mesele neyi seçtiğiniz değil, neyi göz ardı etmeniz gerektiği ile ilgili. Bu köşede bize ayrılan yer seçimin boyutunu daraltıyor. Aynı zamanda burası, önemli etik ve mesleki bir görev olarak kaynakların -onlar olmasaydı bu araştırma da olmazdı- zikredilmesi için de müsait değil. Ancak bu kaynakların gösterilmemesi olmadıkları ya da bunlara az ehemmiyet gösterildiği anlamına gelmez. Ama büyük ölçüde yararlandığım iki ana kaynaktan bahsetmeden edemeyeceğim. İlki, çok yönlü ve ilginç İslami çalışmaların sahibi İngiliz Justin Marozzi (Mısır doğumlu), ikincisi de Avusturyalı Alman yazar Stefan Zweig’in Konstantinopolis’in düşüşü ve bu olayla birlikte Hıristiyan Roma İmparatorluğu’nun yıkılışı ile ilgili düşünceleri. Zweig’e göre bu, tarihsel coğrafi değişkenler tarihindeki en önemli olaydır.
Zweig’in ‘Bizans’ın Düşüşü’ adlı kitabında, tıpkı diğer eserlerinde olduğu gibi iktifâ ettiğini gördüm. Bu tür metinlerde insan, konunun işlenmesine ayrılan kısmın boyutundaki sınırlılığı fark eder ve kısa ve öz yazımın belagatin efendisi olduğunu kabul etmez. Kendimi ilk kez kısa ve özlülük konusunda mazur görülmek isterken buluyorum. Sadece Konstantinopolis’in düşüşü konusunda değil, dünyanın en önemli medeniyetlerinden birine tanıklık eden diğer şehirlerin azameti konusunda da bu böyle.
İnsan dikkatli olmak adına daima en önemlilerden ‘biri’ demek zorunda kalıyor. Ancak Bağdat bu konuda istisna. Nitekim bu şehir 500 yıldır dünyanın en önemli şehri oldu. Kurtuba (Córdoba) ve Granada en güzel ana şehirler olarak kaldı. ‘Medine’ (şehir) kelimesi Latince kökenli bir kelimedir. Anlamı şehirleşme, medenileşmedir. Belki de bu yüzden Araplar ‘hadıra’  (şehir/metropol) kelimesini, ardından da şehirleşme kelimesini kullanmaya alıştı. Şehirleşme, çöl yaşamından ve onun getirdiği zorluklardan kentlerde yaşamaya, çadır yerine evlerde kalmaya geçiş demektir. Eskiden bazıları için çadır her şeydi. Hatta kıl kelimesi bile çadırların dokunmasından geliyor.
Bu Ramazan silsilesinde Arap ve yabancı tarihçileri kaynak olarak aldım. Üzerinde hemfikir olunduğu gibi bu tarihçiler araştırma konusunda en titiz ve en yetenekli olanlardır. Genellikle sadece güvenilir olan bilgileri iletirler. ‘İslam şehirlerini’ ve diğer gerçekliklerini daha önemli kılan da budur. Burada tarihe dönmedeki amaç geçmişle, onun tozları ve kalıntıları ile tekrar övünmek değil. Çünkü miras her zaman gaflete değil, uyanık olmaya yönelik bir davettir. Bu yüzden Bağdat'ın sarayları, okulları, kültürleri, kütüphaneleri, camileri, fıkıh alimleri, akademisyenleri, şairleri, müzisyenleri, üniversiteleri, araştırma enstitüleri, kanalları ve klinikleri ile dünyanın en büyük şehri olduğu bir günden veya yüzyıllardan bahsediyoruz. Bunu, geçmişte ne olduğunu göstermek için değil, sokaklardaki patlayıcılar ve uzun yıllardır tanıdığım en prestijli başbakanın evini hedef alan silahlı insansız hava araçları (SİHA) ile bir güne uyandığınız zaman ne hale geldiğinizi görmeniz için yapıyoruz.
Görüşmek üzere…