İstemi Yılmaz
TT

Siyasette şans, aşırı sağ ve medyanın halleri

Fransa ülkeyi önümüzdeki beş sene yönetecek yeni cumhurbaşkanının seçmek adına yarın sandık başına gidiyor. İkinci tura kalan adaylardan mevcut Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile aşırı sağcı Marine Le Pen’dan biri ipi göğüsleyecek. Son yıllarda istikararlı bir şekilde düşen katılım oranları bir yana, anketler Macron’un rahat bir şekilde ipi göğüsleyeceğini öne sürüyor.
Beş yıllık iktidarı boyunca Macron, Ukrayna’nın Rusya tarafından işgali gibi uluslararası, COVID-19 pandemisi gibi küresel ve Sarı Yelekliler gibi ulusal krizler karşısında ezildi. Popülaritesi dip ve piklerle sarsılan Cumhurbaşkanı’nın bir daha seçilebilmesi zor görünüyordu. Ancak bir kez daha şans faktörü devreye girdi ve tıpkı 2017’deki gibi aşırı sağcı adayla ikinci tura kaldı. Ukrayna savaşında oynadığı diplomatik rolün de verdiği rüzgarla yelkenini dolduran Macron, bugünkü verili durumda Fransız halkının “ırkçılığa geçit yok” hassasiyetinden besleniyor.
Hem toplum hem de medya ve entelektüellerden oluşan dördüncü güç Le Pen’in -dolayısıyla aşırı sağın- karşısında baraj olmak için kenetlenmiş halde. Bu tercih, basın özgürlüğünün dahi ayaklar altına alınmasına neden oluyor. Ülkenin reaksiyoner sol popülist haftalık haber dergilerinden Marianne’da seçime günler kala yaşanan skandal durumun en net kanıtı. Salı günü baskıya gitmeden önce, derginin sahibi Çek milyarder Daniel Kretinsky’nin baskısıyla birinci sayfa değiştirildi. Kapakta Macron ve Le Pen’in yüzlerinin altında yer alan “Öfke ya da kaos” cümlesi yerine “Öfkeye rağmen, kaostan kaçının” ifadesi tercih edilerek basıma verildi. Yazı işleri çalışanları bunun basın özgürlüğüne müdahale olduğunu savunurken, genel yayın yönetmeni Natacha Polony editoryal çizgide bir değişiklik olmadığını ve birinci sayfanın derginin politikasıyla uyumlu olduğunu öne sürdü.
Marianne’ın başına gelen sadece Kretinsky’nin siyasi duruşuyla açıklanamaz. Cumhurbaşkanlığı seçimleri bir daha gösterdi ki Fransız siyaseti sol ve sağın en aşırı uçları arasında sıkışmış durumda. Le Pen’in aldığı yüzde 23,1’e, Eric Zemmour’un yüzde 7’si ve Nicolas Dupont-Aignan’ın yüzde 2’si eklendiğinde aşırı sağ birinci parti konumuna yükseliyor. Madalyonun diğer yüzündeyse solun popülist ismi Jean-Luc Mélenchon var. Mélenchon ilk turda oyların 21,95’ini almış ve 450 bin oy farkla ikinci turu kaçırmıştı. Hafta içi BFM televizyonuna verdiği mülakatta solcu lider haziran ayında yapılacak “parlamento seçimlerine” işaret ederek “üçüncü turun” öneminden dem vurdu ve halka “Beni Başbakan olarak göreve getirin” çağrısı yaptı.
Mevcut tabloda düzenin ve merkezin tek adresi alternatifsiz olarak Macron. Kendisi de bunun farkında olacak ki Çarşamba akşamı Le Pen ile çıktığı televizyon düellosunda rakibini tecrübesi ve sağduyusuyla bastırmayı başardı. Programı izleyen 15 milyondan fazla Fransız vatandaşı ekranda memleket meselelerine hâkim bir cumhurbaşkanı gördü. Ancak Macron adına “üçüncü tur” da en az ikinci tur kadar önemli. Zira meclis çoğunluğunu yitirdiği anda gösterişli ama işlevi az bir cumhurbaşkanına dönüşme tehlikesiyle karşı karşıya.
Sonuç olarak siyasete adım attığı andan itibaren şans faktöründen yararlanan Macron rahat bir ikinci tur geçirecek gibi görünüyor. Bu sefer halk desteğinden çok aşırı sağın iktidar olma ihtimalinden korkusundan besleniyor. Ancak cumhurbaşkanlığı seçimleri Fransa’nın geleceğini belirleyecek tek etmen değil. Macron’un asıl sınavı iki ay sonra meclis aritmetiğinin ortaya çıkacağı parlamento seçimleri olacak.