Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Müstehcen görüntüler

İngiliz Milletvekili Neil Parish korkunç bir suç işledi. Ama düşüncelerin fazla ileri gitmesin sevgili okur. Korkunç Ortadoğu'da değiliz. Milletvekili, bir sokağı ağır toplar ile bombardımana tutma emri vermedi. Rakip partinin genel merkezine patlayıcı yerleştirmedi. Halkın parasını yağmalamadı, vatandaşlarını hor görmedi. Ülkesine karşı dış güçlerle komplo kurmadı. Konu tamamen farklı ve daha az ürkütücü, ancak ön sayfaları işgal etti ve manşetlere konu oldu.
Konu kısaca, bir bayan bakanın, Avam Kamarası'ndaki meslektaşının telefonunda porno izlediğini fark etmesi. Bakan, gülümseyip bunu unutabilir, ergenlik olarak görebilirdi. Ama bilhassa kurallar, bir milletvekilinin Parlamento çatısı altında bu tür sahnelerle meşgul olmamasını gerektirdiğinden, bunu yapmadı. Sosyal medya da siyasi ve ahlaki idam kararlarıyla sevinen bir mahkeme olduğu için milletvekilinin sonu yıkım oldu. Muhafazakâr Parti, seyirci milletvekilini hızla partiden ihraç etti. Medya bıçakları hemen kurbanı otopsi etmeye başladı. Milletvekilinin önünde bu fırtınayı dindirmek için tek bir çözüm kalmıştı o da onu uygulamaktan çekinmedi ve istifa etti. Telefonundan ikinci kez pornografik görüntüler içeren siteye giriş yapmasını bir "delilik anı" olarak nitelendirdi. Görüntüleri ilk kez tesadüfen gördüğünü söyleyen Parish, "Fakat asıl suçum -en büyük suçum- şu ki, ikinci kez aynı sayfaya kasıtlı olarak girmemdi. O sırada salonun kenarında oturmuş oy kullanmayı bekliyordum.”
Batı'da yaşamak, özellikle de Ortadoğu'dan geliyorsa gazeteciyi bozar. Sözlüğünde, dünyayı ve olayları okuma biçiminde radikal bir değişikliğe yol açar. Birkaç gün önce İngiliz komşumun karamsar bir ruh hali içinde olduğunu gördüm. Şaşırmadım ve Ukrayna'daki savaşın seyri, kurban sayısı, yakılan evler ve mülteci dalgaları hakkında ekranlarda yayınlanan “müstehcen görüntülerin” etkisinde olduğu yanılgısına kapıldım. Kendi kendime, bu savaştaki en tehlikeli şeyin, bağımsız bir devletin uluslararası sınırlarının silinmesi ve haritasında bazı parçalarının koparılmasını içeren değişikliklerden bahsedilmesi olduğunun ayrımında olabileceğini söyledim. Avrupalıların sınırların silinmesi nedeniyle endişeye kapılmaları doğal, çünkü bu onlara tankların uluslararası hukuku çiğnediği ve tüm kuralları ihlal ettiği İkinci Dünya Savaşı'nın dehşetini hatırlatır. Avrupa eğer bu yıkıcı savaştan sonra onlarca yıl istikrar ve refah içinde yaşadıysa, ilk neden, tanınan uluslararası sınırların ihlal edilmesinin kabul edilemezliği konusundaki uzlaşıdır.
Ama yanlış tahminde bulunmuşum. Karamsarlığının nedenleri başkaydı. Komşum, ülkesinde devlet adamı unvanını hak edecek politikacı eksikliğinden dolayı üzgün olduğunu söyledi. Bir İngiliz'in bir Lübnanlının önünde böyle şeyler söylemesi korkunçtu. Komşumun ülkesinin politikacılarında bizim ülkelerde günlük haberleri süsleyen suçlara benzer ağır bir suça tanık olduğunu düşündüm. Sıkıntısını anlattığında, iki sözlük ve iki dünya arasındaki mesafeyi düşünürken, atmak üzere olduğum kahkahayı tuttum. İngiliz komşum, kendisini yasaların üzerinde gören ve Avam Kamarası'nı yanıltmaya cüret eden bir adam tarafından yönetilen bir hükümet altında yaşamanın kendisi için zor olduğunu söyledi. İngiltere'de "korona" salgınını önlemek için sıkı bir karantinanın uyguladığı bir dönemde Downing Sokağı 10 Numara’da düzenlenen organizasyonlardan bahsediyordu. Kamuoyunu karıştıran "müstehcen görüntüler" arasında, karantinanın zirvesinde Başbakan Boris Johnson'ın kendisi için organize edilen doğum günü partisine katıldığını ve bu vesileyle bir bardak içtiğini gösteren görüntüler de vardı.
Salgın, Boris Johnson'ı da es geçmedi. Onu yakalayarak hastanelik etti. Vatandaşları Başbakan’ın sağlığı için endişelendi. Ancak bu, kutlamalarla ilgili haberler sızmaya başladığında Johnson için hafifletici bir neden olmadı. Johnson başlangıçta bu toplanmaların iş vesilesi ile olduğunu söyleyerek kutlama yapıldığını reddetti. Sonra hatasını kabul etti ve özür diledi, ancak karantina kurallarının ihlal edildiğini kabul etmeyi reddetti. Sivil Hizmet Kurumu, sonucunun tamamen yayınlanması beklenen bir soruşturma başlattı. Bilhassa günler sonra yapılacak yerel seçimlerin sonucunun Muhafazakâr Parti için hüsran verici olması halinde soruşturmanın etkisi şiddetli olabilir. Bu arada polis, Johnson, eşi Carrie ve komşusu Hazine Bakanı Rishi Sunak hakkında soruşturma başlattı ve para cezası kesti. Johnson'a yöneltilen en ciddi suçlama, Avam Kamarası'nı ve onunla birlikte kamuoyunu yanıltmak. Pek çok kişi İngiltere'nin parlamentoyu yanıltan bir başbakanı kabul edemeyeceğini söylüyor.
Ortadoğu'dan gelenler okuduklarına, duyduklarına inanmakta güçlük çekebilirler. Johnson, kuvvetlerine bir şehri roketler veya toplarla bombalama emri vermedi. Muhalifleri onu bir toplu mezarı örtbas etmekle veya bir failin adaletten kaçmasına, parlamentoya girerek dokunulmazlık kazanmasına yardım etmekle suçlamadı. Duvarların arkasında bir avuç arkadaşının katıldığı bir doğum günü partisi düzenledi ve bir bardak içti. Ancak İngilizler, bir karıştan feragat edenin bir haritadan feragat edeceğini, bir başağı savuranın tarlanın tamamını savuracağını düşünüyorlar. Başbakanın kendisini yasaların üstüne yerleştirmesinin, demokratik sistemin dayandığı ve en önemlisi yasalar önünde eşitlik olan kural ve değerler için bir tehlike olduğunu düşünüyorlar. Johnson cinayetle suçlanmadı. Yanıltıcı olmakla suçlandı. Karantina önlemlerini ihlal etmiş olabilecek kutlamalar, izleyenin bedelini ödemesi gereken müstehcen görüntüler gibi ele alındı.
Zavallı Boris Johnson. Oysa kendisi göçmen dalgalarına yol açmadı. Bir limanın, bir şehrin, bir ülkenin öldürülmesini örtbas etmedi. Mevduat sahiplerinin parasının çalınmasına göz yummadı. Devlet kurumlarını küçümsemedi ve dağıtmadı. Politikaları, vatandaşlarını ölüm botlarını çare olarak görmeye zorlamadı. Ülkesini açlık ve yoksulluğa boğmadı. Vatandaşlarını, açlıklarını bastırmak için çöp yığınlarını karıştıracak kadar küçük düşürmedi. Sarayda ikamet etmesine rağmen muhalif olduğunu iddia etmedi. Keza ülkesindeki zifiri karanlığın ve karanlık bölgelerin mimarı olmadı. Johnson, captagon haplarını ulusal sanayinin gururu haline getirmedi, ülkesinin izolasyonuna da katkıda bulunmadı. Bütün bu suçları bir özür, istifa veya hesap vermeyi hak eden “müstehcen görüntüler” kategorisine dahil etmek mümkün değil mi? İnsanlar ne zaman gerçek kurumlar, hukukun üstünlüğü, şeffaflık ve hesap verebilirlik altında yaşayacak? Varlıkları, en çirkin “müstehcen görüntüleri” oluşturan başarısız ve yozlaşmış hükümetler dönemi ne zaman sona erecek?