İlyas Harfuş
Lübnanlı gazeteci ve yazar
TT

Ukrayna: Çözümün önündeki yollar tıkalı

Rusya'nın Ukrayna'daki savaşının devam etmesi uluslararası çevrelerde endişelerin artmasına neden oluyor. Bilindiği üzere bir savaşı başlatmak sonlandırmaktan kolaydır. Bu savaş da maalesef bir istisna teşkil etmiyor. Ukrayna savaşının kapsamının ne olacağı ve hangi sınırda duracağıyla ilgili belirsizlikler uluslararası çevrelerde haklı endişelere yol açıyor. Batı Rusya’ya karşı verdiği ekonomik ve askeri savaşta ne kadar ileriye gidecektir? Batı, Avrupa topraklarında bir NATO-Rusya savaşı çıkmasını göze alabilir mi? Ukrayna’da yenilme ihtimalini sezinleyen Putin, bunun Rusya’nın imajını ve uluslararası konumunu sarsacağı gerçekliği karşısında, kimyasal ya da nükleer kitle imha silahları kullanma seçeneğine başvurur mu?
Vladimir Putin'in, tanklarının Ukrayna sınırına baskın yaptığı 24 Şubat'tan bu yana yaptığı hesaplarda yanıldığına şüphe yoktur. Ancak Putin, yanlış yaptığını kabul edip geri adım atacak türden bir kişi değildir. Batı'nın Ukrayna'yı askeri, ekonomik ve siyasi olarak desteklemek için yaptığı kapsamlı müdahaleden sonra, Putin istese de veya bir Rus yönetici kulağına böyle bir öneriyi fısıldamaya cüret etse dahi artık geri çekilmesi zorlaşmıştır. Bugün, Rusya’nın savaşının hedefi, Putin'in iddia ettiği gibi Ukrayna'yı Nazizmden kurtarmayı ya da ülkenin doğusunda Rusça konuşan halkın haklarını korumayı amaçlamamaktadır. Zaten bu haklar pek tabi savaşa başvurulmaksızın daha az zararlı farklı araçlarla korunabilirdi. Bugün savaş Rusya’nın kendisiyle, dünya haritasındaki yeri, konumu ve nüfuzu ile ilgilidir. Bir anlamda savaş, Putin’in başkan olarak geleceğini de doğrudan etkileyecek bir boyuta taşınmıştır. Putin'in bu savaştan nasıl döneceği, büyük ölçüde liderlik kaderini ve bugün bildiğimiz Rusya'nın geleceğini belirleyecektir. Sovyet ordusunun Afganistan’a girişi ve çıkışı aynı olmamıştı. Putin’in üç aylık Ukrayna serüveninde, Sovyetlerin Afganistan dağlarında on yılda kaybettiğinden daha fazla asker ve subay yitirdiği tahmin ediliyor.
Batılı siyasi ve askeri liderler, Ukrayna savaşının akıbeti ile ilgili özlemlerini gizlemeye gerek duymuyorlar. Başkan Joe Biden, Putin Kremlin'de olduğu sürece, Rusya ile en düşük seviyelerde dahi bir ilişki kurulamayacağını düşünüyor. ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin açıkça, Batı'nın Rusya'ya yönelik askeri operasyonunun amacının, gelecekteki herhangi bir Rus liderinin, Putin'in Ukrayna'da yaptığına benzer bir karar almayı düşünmesini engellemek olduğunu söylüyor. Yani bu savaşta Batılı güçler, sadece kazanmayı değil, aynı zamanda Rusya'yı yıllarca cezalandırmayı ve Moskova’yı davranışlarını düzeltene kadar uluslararası ablukada tutmayı hedefliyor.
Batının kasasından on milyarlarca dolar harcanıyor ve bu ülkelerdeki vergi mükellefleri ekonomik sıkıntıları ve artan yaşam maliyetlerine tek bir hedefle tahammül gösteriyor; Putin'in Ukrayna savaşını kazanmasını önlemek. Peki neden? Batı dünyası, Rusya devlet başkanının Ukrayna'daki muhtemel bir zaferinin, bu ülkenin sınırlarında duracağına güvenmiyor. Bu sebeple, örneğin Polonya büyük bir risk alarak Ukrayna'yı agresif bir şekilde destekliyor ve savaştan kaçan 5 milyon mülteciye sınırlarını açıyor. Almanya savunma harcamalarını arttırıyor ve Ukrayna’ya sağladığı silah desteğinde ciddi artış yapma kararı alıyor. Aynı sebeple, İkinci Dünya savaşından bu yana tarafsız olmayı tercih eden İsveç ve Finlandiya, Rus komşularıyla ilişkilerinin bozulmasını göze alarak NATO’ya girmeyi tartışıyor.
Bugün Doğu Avrupa'da patlak veren savaş ile 1962'deki Küba füze krizi arasında birçok karşılaştırma yapıldı. O günlerde Sovyetler nükleer silah kullanmakla tehdit ediyordu, bugün de Putin, Rus Dışişleri Bakanı Lavrov ve diğer askerler farklı vesilelerle benzer imalarda bulunuyorlar. İki kriz arasındaki en önemli farklılardan biri şu olsa gerek; 13 gün süren Küba krizinde John F. Kennedy ile Kruşçev arasındaki iletişim kanalları bugün olduğu gibi kopuk değildi. Ruslar, ABD’nin Türkiye’deki füzelerini kaldırmaları karşılığında Küba’daki füzelerini geri çekmişti. İki tarafta kendi kamuoyları önünde zafer kazanmış edaları takındı. Bu gibi bir çözüm, mevcut krizde mümkün görünmüyor. Rusya ve Batı arasındaki iletişim hatları kopmuş durumda, Putin ve Fransız Cumhurbaşkanı Macron arasındaki gergin konuşmalar bir sonuç doğurmadı. Angela Merkel görevde olsaydı, Putin’in imajını sarsmadan, iki tarafı da ikna edecek bir çözüm bulunabilmesi noktasında nasıl bir rolü olurdu merak etmeden duramıyorum. Katoliklerin ruhani lideri Papa Francis’in manevi konumu dahi Putin’le bir görüşme yapmasına olanak sağlamadı, bunun yerine Rus Ortodoks Kilisesi ile Vatikan arasında gerginlik yaşandı. Bu durum 11. Yüzyılda Katolik ve Ortodoks kiliselerinin ayrılış sürecini çağrıştırdı. Muhtemelen Putin, dönemin papasının görüşme talebini, ‘Vatikan’ın kaç tankı var?’ diye yanıtlayan Stalin’in sözlerini hatırlamış olmalıdır.
İletişimdeki bu kopukluk ve Ukrayna'daki çatışmayı çözmek için olası bir çıkış yolunun olmaması, Avrupa'yı uzun süreli bir yıpratma savaşıyla tehdit ediyor. Moldova ile ayrılıkçı eyalet arasındaki gelişmelerin ya da Finlandiya’nın tehdit edilmesinin de gösterdiği gibi savaşın kapsamının Ukrayna dışına taşma riski söz konusudur. Savaşın yol açtığı insani ve maddi maliyet ile devasa yıkım, Ukrayna’nın artık Moskova ile bir anlaşmaya varmasını neredeyse imkansız kılmıştır. Üstelik Batılı ülkeler İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana tanık olunmayan bir şekilde siyasi ve askeri olarak Ukrayna etrafında kenetlenmiş durumdadır. Moskova da bu saatten sonra Ukrayna’dan çekilmeyi ve Donbas’ın savaştan önceki statüsünü kabul etmeyi göze alamaz.