Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Beyrut bu cezayı hak etmiyor

Lübnan Büyükelçiliği'ndeki oy kullanma merkezinde çelişkili duygulara kapıldım. Mutluydum çünkü Lübnanlılar, yönetici sistemin bu uygulamanın içeriğini boşaltmaktaki başarısına rağmen halen sandık başına gidiyorlardı. Önceki seçim turları, geçtiğimiz on yıllara damgasını vuran ve son yıllarda korkunç bir şekle dönüşen düşüşün durdurulmasına katkıda bulunmadı. Devlet mantığına uzaktan ya da yakından bağlı olmayan, devleti, zenginliklerinin geri kalanını yağmalamak, herhangi bir hesap sormayı veya yargılanmayı önleyen dokunulmazlıklar elde etmek için bir fırsat olarak gören adamlara biat ettiği için, belki de daha önceki seçimlerde sandığa atılan oylar, cehenneme giden yolun taşların döşenmesine katkıda bulunmuştu. Herhangi bir hesap sorma veya yargılamaya tabii tutulmadıklarının en iyi kanıtı, parmaklıklar ardında tek bir fail görmemiz, aksine onları aynı konumlarda, bir ekmek kırıntısı bulmak için çöp yığınlarını karıştıranların sayısı artarken şeffaflık ve kurumlar devleti hakkında ders verirken görmemiz.
Lübnanlıların sandık başına gidip çocuklarının aleyhine oy kullandıklarına inandığımdan aynı zamanda bir hüzün duygusuna da kapıldım. Lübnanlılar, mensubu oldukları gruba karşı bir tehlike kaynağı olarak tesis ettikleri ötekine karşı mezhebin, dini grubun veya bölgenin kılıcı olarak gördükleri bir liderin lehinde oy kullanırlar. Lübnanlılar, kapalı perdeler ardında her zaman açık olan eski bir gizli tarih boyunca taşınan zorlu bir korku mirasını yüklenmiş olarak sandık başına giderler. Her seçim turu sanki karşı tarafa ölümcül bir darbe indirmeden önce durdurmak zorunda kaldıkları yeni bir iç savaş turu gibidir. Seçimleri, kuşatmayı tamamlamak veya kendilerine benzemeyenleri veya onların emirlerine boyun eğmeyenleri diskalifiye etmek için bir fırsat olarak görürler.
Lübnanlılar seçimlerde önceki tarihte işledikleri bir suçu tekrarlarlar. O da haksız yere ulusal olarak adlandırılan kutlamalarda fanatizme oynamaktan başka bir şey yapmamış birisine yeni bir yetki vermek. Hangi bakanlık koltuğuna gelirse gelsin yolsuzluk kokusu yayan birisine tekrar oy vermek. Anavatanı sınırsız bir oburlukla baştan çıkaran, sahipsiz bir ziyafet sofrasından ibaret gören birisini yeniden seçmek. Bu oburluk ise genellikle açlığı ikiye katlar. Bir kahvehanede Lübnanlılara yönetim sisteminin üyelerini sorduğunuzda, onları acı bir eleştiri bombardımanına tutarlar. Ancak her biri ailesine, aşiretine, kabilesine ve dini grubuna döndüğünde, yozlaşmışların tüm hatalarını ve kusurlarını affeder, çünkü onu aleni veya örtülü iç savaşta güvenilir bir savaşçı olarak görür.
Hikâyeler gazetecileri cezbeder. Bu dünyada acımasız ve zalimlerin haberlerini takip ederek uzun yıllar geçirdim. Bu kişilerde ürpertici şeyler buldum. Ancak kabul edilmelidir ki bu kana ve yolsuzluğa susamışlar bile, vatandaşlarının bankalardaki tasarruflarını yağmalama sınırına ulaşmadılar. Dallarına tırmanarak zenginlikler, yazgılar ve yaşamlar üzerinde söz sahibi oldukları başkenti katletme noktasına varmadılar. Zalimlerimiz, damarını baştan sona keserek Lübnan haritasının kanını döktüler. Lübnanlıları elçiliklerin kapılarına dağılmış kalabalıklara dönüştürürken gözlerini bile kırpmadılar. Bu sahnelere rağmen, seçimlerden eski suçları silen ve yeni suçları örtmenin önünü açan bir zaferle dönmek için yozlaşmışlar, başarısızlar ve maceraperestlerin sesleri televizyon ekranlarını dolduruyor. Sinirleri geriyor ve içgüdüleri uyandırıyorlar.
Yıllar önce Lübnan'daki Komünist Eylem Örgütü'nün Genel Sekreteri Muhsin İbrahim'i ziyaret etmiştim. Onunla aramızda uzun zamana dayanan bir dostluk vardı ve bazen onunla aynı fikirde olmasam da olup bitenle ilgili okumalarını dinlemek isterdim. Bu ziyaretimde şaka ile bana; "Erken emekli olmandan korkuyorum" demişti. Şaşırdığımı görünce şu açıklamayı yaptı; “Korkarım yakında bir gazeteciyi memnun etmeyecek bir durumla karşı karşıya kalacaksın. O da ülkeye geldiğinde herhangi bir politikacı ile görüşmek veya röportaj yapma arzusu duymamak. Korkarım ülkemiz anlamını, rolünü, canlılığını, varlığının sebebi olan kuralları yitirdi.”
Daha da açıklamasını istediğimde şöyle dedi;” Lübnanlılar ülkelerine karşı ölümcül hatalar işlediler. Bizler de bazı hatalara ortak olduk ama her şeyin üzerine kumar oynayanlar gibi yapmadık. Lübnanlılar (dolaylı olarak) bir arada yaşama dilinden ve orta yoldan vazgeçtiler. Lübnan, ötekini kabul etme ve farklı olanla bir arada yaşama fikri üzerine inşa edildi. Size benzemeyen birini silip atma fikri, tüm gerçeğe sahip olduğunuzu iddia etmek ve bunu zorla başkalarına dayatmak Lübnan'dan geriye bir şey bırakmaz.”
Kendisinden büyük hataları saymasını talep ettiğimde ise şunları saydı;” Ulusal hareketin, değişimi hızlandırmak için Filistin silahına bahis oynaması büyük bir hataydı. Beşir Cemayel'in İsrail işgalinin yarattığı bölgesel bir fırtınaya dayanarak cumhurbaşkanlığı makamına ulaştırılması muazzam bir hataydı. Cebel-i Lübnan Savaşı, Lübnan'ın kaldırabileceğinden daha büyüktü, çünkü Lübnan yapısının bağışıklığını zayıflattı. Suriye rejiminin, Taif Anlaşması'nın Suriye formatında uygulanmasında ısrar etmesi yanlış ve tehlikeli bir hareketti. Sana tüm hataları ve yanlışları saymam mümkün değil. Refik Hariri suikastı, kendisini, mezhebini ve konumunu, Lübnan'ın bölgesel ve uluslararası konumunu hedef alan bir iç ve bölgesel darbeydi. Mişel Avn'ı cumhurbaşkanlığına getirmek çok büyük bir hataydı. Avn seçimle değil darbeyle geldi. Cumhurbaşkanlığı makamını belli bir kişinin getirilmesi şartıyla boş bıraktığınızda, Temsilciler Meclisi'ne sadece darbenin hedefini onaylamak kalır.”
Ardından ekledi; “Avn, Hariri suikastı ve diğer suikastlarla ilgili pozisyonu ve 7 Mayıs olayları gölgesinde bu makama geldi. Ordunun eski genelkurmay başkanı ve en önde gelen Hristiyan lider, devlet mantığının geri dönülemez bir biçimde zayıflatılmasına imza attı. Hizbullah projesinin Lübnan'ın kaldırabileceğinden daha büyük olduğunu göz ardı ederek, belki de denklemleri paylaşabileceği yanılsamasına kapıldı.
Muhsin İbrahim ile sohbetimiz uzun sürmüştü ama söylediği bir şey dikkatimi çekmiş ve üzerinde durmuştum. Muhsin şöyle demişti; “Yerinde olsam Beyrut'un hikayesini yazmakla görevli bir ekip kurardım. Bu başkent zor ve tehlikeli yönlere gidiyor. Beyrut bu cezayı hak etmiyor”.
Oy kullanmaya Berlin'den döndükten sonra gittim. Berlin’i en son Almanya Suriyeli mülteci dalgalarına kapılarını açtığında yedi yıl önce ziyaret etmiştim. Bu son ziyaretimin nedeni de bilhassa Ukrayna'dan gelen mültecilerin durumunu takip etmekti. Dinlediğim hikâyeler acı vericiydi, ama Lübnan devlet adını taşımayı hak eden bir devletin kuruluşuna tanık olmadan önce, Ukrayna'nın bölünmüş bir harita ile de olsa normal veya yarı normal bir hayata dönebileceğini hissettim. Seçimler sırasında bir devlet ve vatan görme özlemini dile getiren saf seslerin de yükseldiğini biliyorum. Ancak seçimler büyük olasılıkla yozlaşmış sisteme yeniden yetki verecek. Lübnan bu cezayı hak etmiyor.