Ömer Önhon
TT

Yaklaşan Türkiye seçimleri ve Suriyeli mülteci sorununa etkisi

Türkiye'de, bir yıl içinde veya bazı gözlemcilerin iddia ettiği gibi, belki de Kasım ayı başlarında yapılacak olan seçimler ve olumsuz kamuoyu anketleri sonuçları, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı ve AKP hükümetini alarma geçirdi.
Hükümet, başta ekonomi ve uluslararası ilişkiler olmak üzere birçok alanda çok sayıda zorlukla karşı karşıya bulunuyor ve bu zorluklarda başarılı olması gerekiyor.
Bu çerçevede, bölge ve bölge dışındaki bazı ülkelerle gerilimi azaltmak için atılan son adımlar ve girişimler büyük oranda değerlendirildi.
Her halükârda Ukrayna'daki savaş, örneğin Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler dahil olmak üzere, Türk hükümeti için bir fırsat sağladı. Türkiye'nin 2017 yılında Rus S-400 füze savunma sistemini satın alması ikili ilişkileri ciddi şekilde olumsuz etkilemişti. ABD Kongresi, NATO müttefikine CAATSA yaptırımları uygulamış ve gelişmiş F-35 savaş uçağı programından ihraç etmişti.
Türkiye geçtiğimiz günlerde 40 adet F-16 Blok 70 savaş uçağı ve yaklaşık 80 modernizasyon kiti satın almaya çalıştı. Kongre en azından bunu bile kabullenemedi. Ancak Türkiye'nin Ukrayna savaşı sırasında izlediği politikalar biraz olumlu bir hava yarattı. Kongre'nin Türkiye'nin taleplerini değerlendirmekte daha istekli hale geldiği söyleniyor. ABD'deki milletvekilleri, Türkiye'yi zayıflatmanın NATO ve ABD'nin çıkarlarını zayıflatmak anlamına geldiğini, Rusya'nın saldırgan maceraları karşısında ABD’nin müttefiklerini kendi tarafında ve iyi durumda tutması gerektiğini anlamış olmalılar.
Yazının başlığına dönecek olursak, Suriye krizinden kaynaklanan birçok ciddi sorun var. Ancak özellikle ikisi öne çıkıyor; birincisi güvenlik, ikincisi Suriyeli mültecilerle, özellikle de Suriye'ye dönüşleriyle ilgili.
Güvenlik konusunda Türk hükümeti başarılı olduğunu iddia edebilir. Hem Türkiye içinde hem de sınırları dışında Suriye ve Irak'ta “Halk Koruma Birlikleri-PKK” ve DEAŞ’a ağır kayıplar verdirdi.
Diğer konu, özellikle bu dönemde karmaşıktır. Çözüm büyük ölçüde Şam ile iş birliğine bağlı. Ancak iki başkent de koşullardan bahsetmiyor. Daha doğrusu Erdoğan ve Esed birbirleriyle konuşmuyor. İki ülkenin istihbarat servisleri geçmişte bir araya geldi. Geçenlerde tekrar görüştükleri söyleniyor. Eğer durum böyleyse, görüşmelerin seyrine aşırı bir gizlilik perdesi çekildiği anlamına geliyor, bu da ifşa için doğru zamanın olmadığını gösterir.
Suriyeli mültecilerin geri dönüşü, Türkiye seçimlerinde oy kaybetme veya kazanma ile sonuçlanabilecek bir iç siyasi meseleye dönüştü. Bir oyun fark yaratabileceği bir seçim sisteminde bu konu Türk siyasetçiler için son derece önemli hale geldi. Türk siyasetinde ilk kez, özellikle mülteci sorununu ele alan bir siyasi parti kuruldu.
Meselenin sadece Suriyeli mültecilerle ilgili olmadığına dikkat çekmeliyiz. Afganlar ve Afrikalılar gibi diğer gruplar da artık sorunun bir parçası. Ancak Suriyeliler en kalabalık grubu (resmi rakamlara göre 3,7 milyon) oluşturuyorlar. Türkiye, savaştan kaçan Suriyelilere geçici koruma statüsü verdi.
Muhalefet partileri, Suriyelileri bir iki yıl içinde geri döndürebileceklerini iddia ediyorlar. Bunu nasıl yapmayı planladıkları sorulduğunda ise “Esed ile konuşarak” yanıtı geliyor. Burada bir durmak lazım, zira bu plan çok inandırıcı ve tatmin edici değil. Ama en azından muhalefet partilerinin amaçları en başından belli ve açıkladıkları gibi; Suriyelileri güvenli, onurlu ve gönüllü bir şekilde ülkelerine geri döndürmek.
Öte yandan, yıllar içinde hükümet farklı zamanlarda farklı pozisyonlar aldı. Şimdi de anketlere karşılık veriyor gibi görünüyor. Yani Türkiye'de genel olarak mültecilerin ülkelerine dönmesi gerektiği düşüncesi hâkim olduğu için hükümet bu yönde artık daha net ve açık hale geldi.
Hükümet, sorunla etkili bir şekilde başa çıkmak için tek uygun seçenek olarak Suriyeliler ve diğerleri konusunda inisiyatifi elde tutmaya çalışıyor. Yarım milyon Suriyelinin çoktan geri döndüğünü ve daha fazlasının dönmek üzere olduğunu iddia ediyor. Ayrıca muhalefet partilerinin olgunlaşmamış, gerçekçi olmayan ve ırkçı tutumlarını eleştiriyor.
Sadece birkaç gün önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1 milyon mültecinin daha gönüllü olarak geri dönüşü için bir plan açıkladı. Söylediğine göre Suriyeliler “briket evler” (bir ev yaklaşık 60 metrekare), hastaneler, okullar, ibadethaneler, marketler vs. inşa edildiği  "güvenli bölgelere" dönecekler.
Ama soru şu; bunların bedelini kim ödüyor?
Cevap, soruyu kimin cevapladığına bağlı.  İçişleri Bakanı, her şeyin kendisi ve Cumhurbaşkanı dahil olmak üzere Türk vatandaşlarının bağışlarıyla inşa edildiğini söyledi. Muhalefet, yurtdışından bazı bağışların ve mali yardımların gelmiş olabileceğini, ancak asıl yükün Türk vergi mükelleflerinin üzerinde olduğunu iddia ediyor.
Son olarak, uluslararası kuruluşlar artık esas olarak Ukraynalı mülteci sorunuyla meşguller. Afganistan, Etiyopya Tigray bölgesi ve Yemen gibi yardıma ihtiyacı olan başka bölgeler de var. Dolayısıyla kaynaklar kıt ve bağışçıların kendileri de hemen hemen farklı önceliklere sahipler. Bu koşullar altında, Suriyeliler artık uluslararası toplum için uzak bir endişe kaynağı haline geldi ve en büyük yük komşu ülkelerin üzerinde.
Türk hükümetinin verilerine göre, yaklaşık 500 bin Suriyeli ülkelerine geri döndü (UNHCR rakamları bu sayının daha az olduğunu gösteriyor). Geri dönen Suriyeliler, Suriye'nin kuzeyindeki "güvenli bölgelere" döndüler. Bu üç bölge, Suriye muhalefeti ile İdlib'deki Heyet Tahrir’uş Şam'ın kontrolü altında. Bu bağlamda YPG, bölgenin demografik yapısını değiştirmekle eleştiriliyor ve gerçekten de bunu yaptı. Suriyelilerin çoğu farklı bölgelerden olduğu için asıl endişenin “güvenli bölgelere” döndüklerinde baş göstereceğini iddia edenler de var.
Her halükârda, neredeyse açık ve net olan husus, seçimlere yaklaştıkça, Türkiye'de bu konudaki tartışmalar artarken, bölünmelerin de büyümesi muhtemeldir.