Hazım Sağıye
TT

Başka ülkelere ve haritalara doğru uzun ve sancılı bir geçiş aşaması

Birkaç gün önce ABD Ulusal İstihbarat Direktörü Avril Haines, Kongre’de bir komiteye yaptığı konuşmada, Çin'in "Tayvan'ı ele geçirebilecek bir ordu kurmaya çalıştığını" söyledi ve adanın bugün ile 2030 arasında yüzleşmeye devam edeceği tehlikeyi "şiddetli"  olarak değerlendirdi.
Bu tahminin ne kadar doğru olduğu bir yana, bugün Rusya'nın çok az kişinin gerçekleşeceğini tahmin ettiği Ukrayna savaşına tanık oluyoruz. Bu savaş, ülkenin doğusunu ve Kırım yarımadasını etkileyen açık coğrafi düzenlemelerin eşlik ettiği son 7 yıl içindeki ikinci savaş. Silahlar ve bombalar sustuktan sonra Ukrayna haritasının nasıl bir şekil alacağını kimse bilmiyor.
Etiyopya da 2020'lerin sonlarından itibaren, Afrika Boynuzu'nda aşina olduğumuz trajik ölüm, açlık, baskı, sığınma, kuraklık ve çölleşme geçit töreninin eşlik ettiği şiddetli bir savaşa tanık oldu. Bugün, (haklı olan büyük şüpheler ve az sayıdaki sağlam garantilerle) Addis Ababa'nın 25 Mart'ta deklare ettiği "insani anlaşma"nın çatışmayı sona erdireceği söyleniyor. Ne var ki savaşın doğası, yani merkezi otorite ile Tigray bölgesi arasında olması, savaşın durmasının haritada köklü değişikliklere kapı aralayabileceğini düşündürüyor. Böyle bir şeyin, uzun bir iç bölünme ve çekişme geleneğine sahip komşu Somali’ye kadar uzanması uzak bir ihtimal değil.
Birçok Arap ülkesinin koşulları kartografik bir soruna işaret ediyor. Bu ülkeler karanlık tünellerinden çıkamayabilirler, çıksalar bile, bu ancak haritalarının değişmesinden sonra olabilir. Bastırılan halk devrimlerine, ardından iç savaşlara ve dış müdahalelere sahne olan Suriye, Yemen ve Libya bunun belirgin örnekleridir. Dış müdahalenin çok güçlü olduğu, iç uzlaşmanın ise çok gayretsiz olduğu Lübnan ve Irak ise iki örtülü örneğidir. Federalizm, ademi-merkeziyetçilik ve diğer formüller için yapılan çağrılar, halihazırda yürürlükte olan formüllerin verimsizliğinin yeterli kanıtıdır.
Bugün bir haritadan diğerine uzun ve acılı bir geçiş yaşadığımızı söyleyenler olabilir. Bu geçişin özel bir adı var, o da bahsi geçen ülkelerin sayısız iç ve dış gücün aynı anda savaştığı “arenalar” aşamasından geçişidir. Örneğin, yakın zamanda bir gözlemci, İsrail Suriye'nin güneyindeki Kuneytra'yı bombalarken, Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyindeki Ayn el-Arab’ı (Kobani), İran'ın da Irak'ın kuzeyindeki Erbil'i bombaladığını kaydetti. Geçiş aşamaları böyle kaygılı olur ve “arenalar” böyle bir ritimle yaşarlar.
Durum şu ki, ülkelerin haritalarının yeniden gözden geçirilmesi, genellikle büyük savaşları ve neşterlerinin dünyayı kesip biçerek yeniden düzenleme çalışmalarını takip eder. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, çok iyi bildiğimiz gibi, imparatorluklar çöktü, geniş yüzölçümleri yeni devletlere bölündü.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, savaştan önce sömürge olan bağımsız devletler kuruldu. Soğuk Savaş'tan sonra Sovyetler Birliği ve Federal Yugoslavya çöktü ve dağıldı. Çekoslovakya Çek ve Slovak bileşenlerine geri dönerken, Almanya İkinci Dünya Savaşı öncesi birliğini yeniden kazandı. Ancak Soğuk Savaş'ın sona ermesinin bölgemizde ve benzer bölgelerde bugün güçlü bir şekilde hissettiğimiz başka etkileri de oldu.
Soğuk Savaş dengeleri ve kutuplaşmalarından yararlanmanın ötesine geçerek varlıklarını herhangi bir iç meşruiyetle pekiştiremeyen ülkeler, ya çöktü ya da sarsıldı. Aynı dönemin, tüm kıtalara yayılan ve uygulanan “başarısız devletler” teriminin ortaya çıktığı dönem olması şaşırtıcı değil. Gelgelelim, zayıf ülkeler, despotluk, yoksulluk ve iç çekişmeler karışımının kırıp geçirdiği oluşumlar için mücadeleyi daha da zorlaştıran husus, küreselleşmenin bu yapıları ve işlevlerini daha da zayıflatmasıydı. Böylece, 1940'ların ortaları ile 80'lerin ortaları arasında evrensel olarak hüküm süren ulus-devlet, artık politik-ekonomik sistemin "doğal" birimi olmaktan çıktı. Modernleşme ve onun dallarından olan gelişmeye (sosyalist gelişme de dahil) gelince, devlet artık onların da zorunlu lokomotifi veya aracısı değil.
Bunun nedeni, servet üretimindeki küreselleşmeye, servet dağılımında bir küreselleşme ya da dünyanın yönetiminde siyasi bir küreselleşmenin eşlik etmemesi. BM’nin, örgütlerinin ve organlarının mevcut zayıflığının en saf haliyle gösterdiği şey de bu. Soğuk Savaş sırasında çatışmalar, BM’yi görevlendiren iki “güçlü”nün doğrudan veya örtülü gözetimi altında çatışan yerel güçler aracılığıyla çözülürken, 1990'larda, Güvenlik Konseyi dünya çapında en az 40 barışı koruma operasyonuna izin verdi.
Tüm bunlara ilaveten, Ukrayna savaşı sonrası ortamının belirginleşmesini beklerken, ABD'nin küresel sorumluluklarını yerine getirmekteki gevşekliğinin, “terörle mücadele” dışında artan dünyadan çekilme ve içe kapanma eğiliminin artmasının sonuçları ortaya çıkıyor.
Bu, çoğu durumda ve yukarıda bahsedilen terörle mücadelenin olağan uygulamasına uygun olarak, toplumlarda olduğu kadar devletlerdeki parçalanmaları, dengesizlikleri ve karışıklıkları çoğaltıyor. Nedenleri gözden kaçırıp sonuçlara odaklanan terörle mücadele faaliyetlerinin insani açıdan maliyetlerini yükseltiyor.
Her halükarda ve göç eden veya göç etmek zorunda bırakılan milyonlar bir yana, ülkelerinde yaşayıp kendilerine “Yarın adını taşıyacağımız ülkenin adı ne olacak?” diye soranların sayısı her geçen gün artıyor.