Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Dinin dünyevi boyutunun anlamı

Bazı kıymetli okuyucular, hak dini dünyayı ihmal etmekle suçlamak olarak niteledikleri duruma itiraz etti. Önceki üç makaleyi kast ediyorlar. Ayrıca, dini gerçekleri kanıtlamak veya reddetmek için dünyevi standartları kullanmanın geçerliliğini tartıştılar. Bununla, yazarın şer’i hükümlerin uygulanmasından doğan sonuçları ve İslam hukukçularının görüşlerini inceleme daveti kastedildi.  
Benzer eleştirileri birçok kişiden işittim. Öyle ki, saygıdeğer hatiplerden biri minberden bu konuya değindi. Gerçek şu ki, aynı fikirde olmasanız bile söylenenler değersiz değildir. Dolayısıyla yapılan eleştiriyle bu makalelerde açıklamak istediğim fikrin yani, dini düşüncede insanî ve dünyevî boyut, çağdaş Müslümanların atalarının fikir ve içtihatlarına bağlı kalmadan dini deneyimlerini üretmedeki rolünün derinleştiğini düşünüyorum.
Konuya İslam’ın dünyaya verdiği önemle başlamak istiyorum. Bu, bütün Müslümanların bildiği apaçık bir meseledir. Ancak mesele verilen önem değil, doğrudanlık ve etkileşimdir. Örneğin, diyelim ki çalıştığımız şirketin yöneticisi, işe çok önem verdiğini bu nedenle makaleler yayınladığını ve okumamızı istediğini söyledi. Bu yöneticinin, ilgili fakat doğrudan idari işlere müdahale etmediğini ve şirketin günlük işleri ile etkileşime girmediğini düşünürüz. Yazışmaya daha fazla önem veriyor gibi görünüyor, pratikten ziyade duygusal bir ilgi gösterme söz konusu.
İslam’ın dünyaya verdiği önem, öncelikle İslam’ın değer ve ahkamının dünyadaki değişim ve gelişmelerle etkileşiminde görülmelidir. Etkileşim, iki taraf arasındaki eyleme katılımı içerir, yani her biri hem etkiler hem de etkilenir ve böylece birlikte gelişirler. Gerçekte gördüklerimize gelince bu bir etkileşim değil, tek boyutlu yargılarla cevaplanan dünyanın dönüşümleriyle bir duyguya daha yakın, sorunun gerçekliğini ve boyutlarını hesaba katmaz, yalnızca değer çerçevesini tanımlayan zihinsel bir algıya dayanır.
Geçtiğimiz hafta, başlangıçta paranın ekonomik döngüdeki rolüyle, sömürü olanaklarıyla veya artı değer yaratmada sermaye ve emek arasındaki dengeyle, yatırım ve tüketici harcamalar arasındaki farkla ilgilenmeyen, bunun aksine tüm dikkatini ‘şartlı faiz’ olarak adlandırılan duruma vererek onu bir yargı kabı olarak görmeye odaklanan ‘İslami bankacılık’ adlı devasa projeden bahsettim.
Yine verebileceğimiz örnekler arasında, ölü ya da diriden karşılıklı ya da karşılıksız organ bağışı, otopsi, bir Müslüman ile gayrimüslim bedeni arasında ayrım yapılıp yapılmaması da bulunuyor. Tüm bu konulardaki meşhur hükümler, eski fakihlerin belirli şekillerde yorumladığı rivayetlere dayanıyor.  Sonra günümüz fakihleri gelip bu yorumları devam ettirerek bunları, 20’inci asırdan önceki Müslümanların bilmediği konulara uyguladı. Yüzyıllar önce yaşamış fakihler, daha önce var olmayan konularla ilgili hükümleri nasıl ünlü isimlere atfedebilirler?!
Elbette biliyorum ki çoğu insan (bazen ben de dahil) bu söze iyi bilinen bir özür dileyerek cevap verecektir. Bu özrün muhtevası, söylenenlerin dinde bir noksanlığa değil, başta ilim ehli olmak üzere din ehlinin noksanlığına işaret edecektir. Ama bu bence zayıf bir söylem.
Savunduğum söylem, dinin herhangi bir kültürel-ideolojik sistem gibi olduğudur. Zamanın, yani her çağdaki insanın dini ve yaşayış biçimi ne olursa olsun ihtiyaçlarına, kulak vermedikçe ve o sesle olumlu bir etkileşime girmedikçe, rolü sona eren bazı değer ve hükümlerden vazgeçme olasılığını kabul etmedikçe, bu zamanda insanın ihtiyaçlarını daha iyi karşılayabilecek yeni değerler, kurallar ve çalışma yöntemleri benimsemedikçe gelişemez. Bence bu çağda dinin insani boyutunun özü budur.