Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Arap romanlarındaki ‘Arap yabancılığı’

Abu Dabi'deki Uluslararası Kitap Fuarı gerek sergilenen kitaplar gerekse de kültürel etkinlikler açısından çok zengin ve dinamikti. Fakat dikkatimi en çok çeken şey, bir kaçını edindiğim edebi romanlar oldu. Bir edebiyat eleştirmeni değilim, fakat romanlar gençlik çağımdan bu yana beni etkiler. Örneğin Rusya-Ukrayna savaşı patlak verdiğinde yalnızca Putin'in Rusya'sını okumakla kalmadım, Tolstoy'un Savaş ve Barış’ının yanı sıra Dostoyevski'nin Suç ve Ceza ve Karamazov Kardeşler'ini tekrardan okudum. Uzman ve profesyonel kategorisine dahilim, fakat kimi zaman kişi uzman olduğu alanla sınırlanır ya da aşırı aşinalık ve tekrarın karanlığı nedeniyle uzmanlığı onu daraltır. Fakat kurmaca yazının yükselişi ve Arapların yazdığı ya da Arapçaya çevrilen çok sayıdaki kurmaca eser şu ya da bu nedenden dolayı ilgimi çekmedi. Aksine nasıl ki son yıllarda Arapça felsefi yazımı yeni ve gelecek vaat eden entelektüel fenomen olarak görüyorsam, aynı şekilde Arap romanı yazımını da dönüşümler arasında fikri bir fenomen olarak görüyorum. Bu, -özellikle de neredeyse sadece gençlere yönelik yeni iletişim araçlarını takip edemediğim için- gençlerle bağımızı da tazeliyor.
Yeni Arap romanlarında benim açımdan en öne çıkan husus yabancılaşma meselesidir. Bu bir türdür ve yazarın içinde yaşadığı topluma yabancılaşmasından ve geçmişe yabancılaşmasından -sonu hayal kırıklığı olsun ya da olmasın- bahsedilebilir. Ancak çoğu zaman yabancılaşma, Batı Avrupa ve Amerikan toplumuna uyum sağlayamamanın bir ifadesidir. Son olarak, Maalouf'un son romanı ‘Beklenmedik Kardeşlerimiz’de olduğu gibi, -sanatsal olan- büyülü gerçekçiliğin yabancılaşması var. Birinci ve ikinci türe örnek, Maisoon Saqer’in ‘Café Riche’ hakkında olan kitabıdır. Bu kitap Şeyh Zayed Edebiyat Ödülü'ne layık görüldü. Alışılmış anlamda bir roman olmayan bu kitap, bir soruşturma gibidir ve tarihi romanlara benzemektedir. Uluslararası Arap Roman Ödülü’nü kazanan Libyalı Muhammed Alnaas’ın romanı da buna benzerdir. Bedr Şakir es-Seyyab'ın ‘Yağmurun Şarkısı’nda dediği gibi, her ikisinde de ‘saydam bir keder buğusunun’ tonları var.
Burada amacım kurgu kültürünü gözden geçirmek değil. Ancak -şayet tabiri caizse- üçüncü tür yabancılaşmaya odaklanmak istiyorum. Çağdaş Arap romanlarında küreselleşme toplumlarına yabancı olanlar, üniversitelerde, sanatta ya da ilmi yaratıcılıkta parlak olan toplumlarda başarılı olmuş kişilerdir. Ayrıca insan ilişkilerinde de başarılıdırlar. Sonra bu kimseler, -denildiği üzere- ‘orta yaş krizi’ olan bir kadın veya erkekle konuştuktan sonra her şeyi geride bırakıp vatanlarına (Arap) dönmeye karar veriyorlar. Döndüklerinde istedikleri şey, kazanımlarıyla topluma fayda sağlamak ya da büyük bir insani uyum arayışı değil; geldikleri yerdeki değişim ihtimaline karşı ümitlerinin yok olmasıdır. Batı'da mutsuzdurlar, Doğu'da (Arap) mutsuzdurlar; onlar kayıplar arasında dönüp durmaktadırlar!  
Geçen yüzyılın 50’li ve 70’li yılları arasında Arap kurgusal yazını, gurbetten dönüş ‘meselesini’ biliyordu. Fakat bu geri dönüşün iki nedeni vardı: Dışarıda başarısızlık ya da değişim için geri dönme isteği. Bu, Süheyl İdris'in dönüşü gibi bir dönüş değildir. Nitekim, Batı Batıdır ve Doğu Doğudur. Aynı şekilde bu, Yahya Hakkı’nın ‘Umm Hâşim'in Kandili’ gibi değişim amaçlı bir dönüş de değildir. Tevfik Hakim'in ‘Ruhun Dönüşü’ne de benzemiyor. Daha çok Ebu Maati'nin ‘Sürgüne Dönüşü’ne benziyor!
Şimdi meseleye geçip detaylarını tartışalım. Mesela felsefeye dönen ve çağdaş dünyanın çeşitli vizyonlarını sunan bir Arap profesörünü okuduğumuzda, profesörün kendisi gibi entelektüeller için yazdığını ve ufuklarını genişletmeye çalıştığını biliriz. Elbette bu yorumlar, varlığa ilişkin teoriler ve insanlığa dair vizyonlar halk tarafından okunmayacaktır, gençler bile okumayabilir. Her ne kadar Suudi Arabistan ve Umman'daki yetişkinlerin iki felsefi konferansla meşguliyetini genç bir açılım olarak görsem de durum böyledir. Şarika ve Abu Dabi’deki fuarlarda yabancılık ve yabancılaşmayla ilgili romanlara talepte genç bir açılım gördüm. Kendilerine sorduğunuzda ya gizemli bir gülümsemeyle kaçıyor ya da koşullara işaret ediyorlar. İçlerinden birine dedim ki: Siz her anlamda işinizde başarılısınız. Fakat buna rağmen umut vermeyen bir roman yazıyor ya da okuyorsunuz!
Yabancılaşma ve uyumsuzluk hissini konu alan iki roman yazmış olan genç bir adam (yani kırk yaş altı biri) bana şöyle dedi: Bu, bir neslin şaşkınlığıdır. İngiltere ve ABD’de 9 yıl geçirdim ve bağlanamadım, o yüzden geri döndüm. Tarihi boyutu olan ve kahramanının mecbur bırakıldığı ‘Sürgüne Dönüş’ romanından bahsetmişsiniz. Bana gelince, şayet dönersem ‘sürgüne’ dönüş olacak. Burada hayal kırıklığına uğradım ama sürgüne dönmek istemiyorum. Araplara mahsus sandığınız bu kuşak karmaşasının yazılı izlerini arıyorsunuz. Fakat benim bunun diğer milletler ve halklar arasında da var olduğuna dair kanıtlarım var. Bununla birlikte biz Arapların arasında, diğer İslam halklarının gençleri arasında olduğundan daha fazla bulunduğunu kabul ediyorum. Fakat benim gibi dönen meslektaşlarımın çoğu dinde ‘huzur’ arıyor. Ayrıca Filistinli, Suriyeli veya Tunuslu sürgünlerin Batı'dan ve Doğu'dan tiksinme lüksü olduğunu mu zannediyorsunuz? Colin Wilson, ‘The Outsider (Yabancı)’ eserini yazdığında ne kadar da mütevazı ve ılımlıydı. Onlar ideoloji çağındaki bireylerdi ve o çağ geri dönülemeyecek kadar geride kaldı. Bugün ise bulunduğumuz yerle karşılaştırıldığında ideolojinin her türü ne kadar da tatlı!
Halen umutsuzca Arap ‘romancı’ krizinin maddi ya da ulusal olmayan sebeplerini arıyorum. Muhatabım bunun bir kuşak karmaşası olduğunu söyledi. Ben, bunun romandaki yabancılaşma sorusuna bir cevap olduğunu düşündüm. Ancak Marksizm veya milliyetçilik konusunda şüphe uyandıran cevaplardan sonsuza dek kaçılamaz. Bu kargaşanın uzun süredir yaygın olduğu yedi Arap ülkesi var. Diğer Arap ülkeleri de krizlerle kavruluyor. Arap dünyasında ulusal sorun ya da ulusal devlet deneyiminin başarısızlığı, eğitimli gençlerin ve yetişkinlerin zihninde ağır bir yüktür. Bu kimseler, yurt dışında iş bulmanın ulusal sorunlarına çözüm olduğunu düşünmüyor. Aksi taktirde kimlik ve aidiyetin, içinde ‘sekinet’ bulabileceğiniz bir yere sahip olmanın anlamı nedir ki? İngiltere'de ya da Amerika'da kendine yer bulan yaşlı Arap; Filistin, Suriye ve Lübnan hakkında kendini sorgulamaya devam edecektir. Bireysel başarı, ulusal kaybı telafi etmez. Bu nedenle nereye giderse gitsin yabancılaşma, onun bir saplantısı olarak kalacaktır. Sona gelirken başta sorduğumuz soruyu tekrarlayalım: Yeni Arap romanındaki ‘yabancılaşma’ duygusu neyin ifadesidir? Bu soru, ulusal ve insani varoluş sorunu hakkında mıdır? Yoksa gençler arasındaki bir kafa karışıklığı hakkında mı? Roman yazarak arınma pratiği yapamayan yabancı, vatanında veya yurt dışında ne yapar?