Nasif Hitti
TT

Türkiye ve Suriye'deki ‘güvenli bölge’ savaşı

Türkiye’nin Suriye savaşının patlak vermesinden bu yana yaptığı dört operasyondan (2016'da Fırat Kalkanı, 2018'de Zeytin Dalı, 2019'da Barış Pınarı ve 2020'de Bahar Kalkanı) boyutu ve hedefleri bakımından niteliksel olarak farklı bir askeri operasyon yapma olasılığına ilişkin konuşmalar giderek artıyor. Türkiye'nin bu kez açıkladığı hedefi, Türkiye-Suriye sınırı boyunca 30 km derinlikte güvenli bir bölge oluşturmak. Hazırlıkların yapıldığı bu harekâta ‘Barış Pınarı-2’ adı veriliyor. Harekât gerçekleştirilirse bu, Ankara’nın başta Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) temsil ettiği şey olmak üzere Kuzey Suriye’de terör tehlikesi olarak gördüğü şey sona erene kadar, belirsiz süreliğine bir Türk askeri varlığı oluşturulmasına sebep olacak. Ordu, bu tür bir operasyon gerçekleştirme konusunda bilhassa hevesli görünürken, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye'de terörle mücadele için kimseden izin almayacaklarını söylüyor. Tabi ki burada ülkesini tehdit eden tarafların Suriye'nin kuzeyinde yoğunlaşmasına izin vermeyeceklerini kastediyor. Türkiye, ulusal güvenliği için bir endişe kaynağı olarak Fırat'ın batısı ve doğusundaki bölgeye özel bir önem veriyor. Fırat'ın doğusundaki bölge, ABD’nin Suriye'deki stratejisinde öncelikli olmasından ötürü Türkiye'nin fiili etki gücünün dışında kalsa bile, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) üyesi iki stratejik müttefik arasındaki ihtilaf noktalarından biri sayılıyor.
Washington, Fırat'ın doğusunda herhangi bir Türk askeri macerasının önüne kırmızı çizgi çizmek için Türkiye'ye bu hususta, gerek diplomatik kanallardan gerekse sortiler veya karadaki harekâtlar aracılığıyla askeri güç gösterileri yaparak birden fazla mesaj gönderdi.
Türkiye, Suriye'nin kuzeyinde sinyalleri verilen askeri operasyonu gerçekleştirmek için en azından güçlü bir ABD ve Rus muhalefetinin -tabi kendilerine has sebepleri var- olmaması gerektiğinin farkında. Kürtlere ‘tarihten ders çıkarmaları’ çağrısında bulunan Rusya, sözü edilen türde bir Türk askeri harekâtına sıcak bakmıyor. Moskova, sahadaki durum Türkiye’nin güvenliğine hasredilirse gelecekte değişiklikler içerme olasılığıyla birlikte Ankara’nın Kuzey Suriye'nin kendi topraklarına savaş açmak üzere bir Kürt üssüne dönüştürüleceği yönündeki endişesini anlasa bile, iki taraf arasında müzakere edilmiş bir çözümü tercih ediyor. Ancak Ortadoğu ve Asya'da iki taraf arasındaki siyasi, askeri ve stratejik işbirliği ilişkilerinin gelişmesi ve Ankara'nın Ukrayna krizinde barışı sağlamak için arabulucu olarak rol oynamasından ötürü Türkiye, Rusya'nın tavrını değiştirebileceği ihtimali üzerinde duruyor. Rusya, Suriye krizini çözmek için oluşturulan ‘Astana Platformu’nda İran’ın yanı sıra Türkiye’nin ikinci ortağı. Bu platformu kuran ve başlatan uzlaşı çerçevesinde çok sayıda farklı ihtilaf ve işbirliği noktaları var.
Öte yandan Türkiye'nin NATO üyesi olarak kayda değer bir rolü olmasının yanı sıra Ukrayna krizinin Avrupa 'stratejik sahnesinde', yakın çevresinde ve özellikle de farklı şekillerde gerçekleşen krizler ve savaşlar yüzünden birçok gerilim noktasını kucaklayan Akdeniz ve Ortadoğu üzerindeki yansımaları ışığında, Türkiye'nin rolünün önemi daha da artmaktadır. Türkiye, Finlandiya ve İsveç'in NATO'ya katılması hususunda ‘veto’ kartını kullanmayı tercih ediyor. Türkiye, vetosunu kaldırmak için bu iki ülkenin kendi topraklarında farklı isimler altında faaliyet gösteren terör örgütlerine destek vermeyi kesmesini şart koşuyor. NATO çerçevesinde güvenceler verilerek Türkiye’nin vetosunun kaldırılması için diplomatik faaliyetler yürütülüyor. Kolay değil ancak imkansız da değil. Bu rolün önemini artıran şey, Türkiye'nin dış politikada, Ankara'nın yıllardır taşıdığı ideolojik fikirlerden uzak bir şekilde köprülerin yeniden inşası ve bölgede çatıştığı farklı ve esas güçlerle ilişkilerin normalleştirilmesi yönünde aktif ve çok yönlü bir şekilde yeniden konumunu oluşturmasıdır. Ankara bunların hepsini, kuzey Suriye'de ‘güvenli bölge’nin kurulmasına karşı hem Atlantik hem de bölgesel muhalefet oluşmasını engellemeye yardımcı olacak pazarlık kartları olarak görüyor.
Bu gerilim, gelecek yıl yapılması planlanan cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerin arifesinde yaşanıyor. Suriye'nin kuzeyinde güvenli bölgenin oluşturulması, Türkiye’de Suriye ile güney sınırında ‘Kürt tehlikesinin’ olduğuna ilişkin geniş bir fikir birliği olmasından ötürü seçim mücadelesinin temel noktalarından birini oluşturuyor.
Pek çok gözlemcinin bakış açısından bu operasyonu gerçekleştirmek, Türkiye'nin üç temel stratejik hedefe ulaşmasını sağlayacak. Birincisi Ankara, Suriyeli mültecileri Suriye'nin kuzeyindeki bölgelere yerleştirerek Türkiye'deki mülteci yükünden kurtulacak. İkincisi, bu bölgelerin demografik yapısını değiştirmeye çalışacak, ki çoktan bunun için girişimde bulundu. Bu, demografik değişim politikası ‘Kürt tehlikesini’ azaltmaya yardımcı olacak. Üçüncüsü, Kuzey Suriye'de doğrudan ve tam bir etki alanı oluşturacak. Böylece Suriye’de çözüm sürecine geçildiğinde bu bölge Türkiye’nin pazarlık konumunu güçlendirecek.
Türkiye, harekât ile ilgili olarak Suriye ile aralarında imzaladıkları Adana Mutabakatını hatırlatıyor. 1998'de imzalanan mutabakata, Suriye'nin PKK ve lideri Abdullah Öcalan'ı barındırması sebebiyle Türkiye ile Suriye arasında bir savaş çıkmasını önlemek için ‘son dakikada’ ulaşılmıştı. Suriye o dönemde kaçınılmaz bir savaştan paçasını sıyırmak için ‘Kürt kartından’ vazgeçmeyi kabul etmişti. Anlaşma maddelerinden biri, Türkiye'ye Suriye topraklarında beş kilometre derinliğinde askeri takip hakkı (30 kilometre ve güvenli bir bölge kurma hakkı değil) veriyor.
Peki, Türkiye'nin ‘güvenli bölge’ oluşturmak için Suriye'ye operasyon düzenlemesine tanık olacak mıyız? Yoksa ‘Suriye stratejik sahnesindeki’ bölgesel ve uluslararası oyuncular, Suriye savaşlarında -Ortadoğu’nun kalbinde farklı isimler ve başlıklar altında dönen güç savaşlarında- daha fazla kaos çıkmasını önlemek için Türkiye ile uzlaşma sağlayabilecek mi?