Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

NATO’nun beyin ölümü ve ruhun geri dönüşü

NATO’nun ‘beyin ölümü’ gerçekleştiği ifadesi, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a ait. Macron, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nün üyeleri arasında stratejik karar alma süreçlerinde koordinasyon olmadığına işaret ederek NATO’nun ‘beyin ölümünün’ gerçekleştiğini söylemişti. ABD Başkanı Donald Trump döneminde, 2017-2020 aralarında NATO’nun finansman yüküyle ve varlık nedenlerine dair keskin anlaşmazlıklar ortaya çıkmıştı. ‘Ruhun geri dönüşü’ ifadesi ise Tevfik Hakim’in meşhur romanının başlığı. Burada kullanmamız makalenin konusuna uygun düşüyor.  
Doğrusu, ‘beyin ölümü’ gerçekleşmek üzere olan NATO’ya ‘ruhun geri dönüşü’ doğru bir tanımlamadır. Nitekim Atlantik Örgütü bugün kendisini uluslararası olayların merkezine yerleştirmiş durumda. İkinci Dünya Savaşı'nda Nazizm'e karşı kazanılan zaferden sonra, Avrupa'daki çatışma Doğu ile Batı ve dünün müttefikleri arasında yoğunlaştı. Batı, komünizmin kendisine sirayet etmesinden ve kendi aleyhine bir genişleme başlatmasından endişe ediyordu. Dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri harekete geçti. ABD, Sovyet tehdidine karşı Nisan 1949'da Washington'da Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nü (NATO) kurdu. Buna karşılık Sovyetler Birliği de 1955 yılında Varşova Paktı adı altında sosyalist Avrupa ülkelerini bir ittifak çevresinde topladı.  
NATO’nun kuruluş amacı yalnızca Sovyet tehdidine karşı koymak değildi. Aynı zamanda Almanya'nın ittifak çerçevesinde Avrupa'yı savunacak bir güç olarak asimilasyonu hedefliyordu. Böylelikle Almanya’nın kendi çevresini kontrol altına alması da engellenmiş oluyordu. Berlin Duvarı'nın 1989'da yıkılması ve Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra NATO’dan farklı temellere ve kurallara dayalı bir ‘Avrupa savunma sistemi’ kurulacağına inanılıyordu. Ancak NATO, Avrupa’nın çoğu etkili üyesi ile Baltık Ülkeleri’ni de kendi bünyesine dahil ederek Rusya’yla yüzleşmek ve Doğu ve Batı arasındaki çatışmada konumunu pekiştirmek için genişlemeyi başardı. ABD eski Savunma Bakanı Rumsfeld'a göre Fransa ve Almanya gibi bazı belli başlı Avrupa ülkeleri arasında ‘NATO’nun Yaşlı Kıta’nın ortak savunmasıyla yeterince ilgili olmadığına dair bir düşünce hâkim’.  
Bağımsız bir Avrupa savunma sisteminin oluşturulmasını talep eden Avrupalılar, bu taleplerini, 2008'deki Gürcistan krizinde ve 2014'teki Ukrayna krizinin başlangıcında NATO’nun müdahil olmamasıyla gerekçelendiriyordu. Burada, NATO ve Avrupa Birliği arasında bir ayrım yapılmalıdır. Çünkü ittifak üyelerinin üçte ikilik çoğunluğu oluşturmalarına rağmen tüm Avrupa Birliği ülkeleri NATO üyesi değildir. AB üyesi olan ancak NATO’da yer almayan altı Avrupa ülkesi vardır (Avusturya, Güney Kıbrıs, Finlandiya, İrlanda, Malta ve İsveç). Yine de NATO, özel anlaşmalar ve yakın ilişkiler yoluyla üye olmayan ülkelerin de güvenliği dahil olmak üzere Avrupa’nın güvenliği ile yakından ilgileniyor (son zamanlarda Finlandiya ve İsveç üyelik için başvurduğunda buna atıfta bulunulmuştur). Aslında İsveç ve Finlandiya’nın üyelik kararı sürpriz değildi. Nitekim bu ülkeler Rusya’nın Ukrayna savaşından önce de NATO ile iş birliği içindeydiler.  
Eski sosyalist cumhuriyetler toplu halde NATO’ya katılarak ittifakı hiç olmadığı kadar güçlendirmişti. Bir yazara göre bunun başlıca nedeni, söz konusu ülkelerin Avrupa Birliği’nin refah seviyesinden faydalanmayı umması ve Marşal Planı çerçevesinde ciddi ekonomik destek görme arzusuydu. NATO’nun tüzüğünde iki önemli madde yer alıyor. 5’inci maddeye göre “Taraflar, içlerinden bir veya daha çoğuna yöneltilecek silahlı bir saldırının hepsine yöneltilmiş bir saldırı olarak değerlendirileceğini ve eğer böyle bir saldırı olursa bireysel ya da toplu öz savunma hakkının kullanılacağını” kabul ediyor. NATO'nun 5'inci maddesi daha önce NATO tarihinde ilk ve tek kez 2001'deki 11 Eylül Saldırıları’ndan sonra Afganistan savaşında uygulandı. NATO’nun 10’uncu maddesinde ise tarafların, Antlaşma'nın ilkelerini geliştirebilecek ve Kuzey Atlantik Bölgesinin güvenliğine katkı yapacak durumda olan herhangi bir Avrupa devletini bu Antlaşma'ya katılmaya oy birliği ile davet edebileceği yer alıyor. Yani NATO’nun halihazırdaki her bir üyesi yeni bir ülkenin katılımını veto etme hakkına sahip. Nitekim Türkiye şimdilerde bu hakkına istinaden İsveç ve Finlandiya’nın ittifak içinde yer almasına muhalefet ediyor.  
Rusya'nın Ukrayna'yı işgal girişiminin hem askeri hem de siyasi açıdan birçok sonucu oldu. Ukrayna ve Rusya dünyanın en büyük tahıl ihracatçıları olmaları nedeniyle küresel bir gıda krizi yaşanma ihtimali güçlendi. Bunun dışında, Rusya’nın saldırıları, NATO’nun yeniden canlanması ve ‘ruhun geri dönüşüne’ imkan sağladı. NATO birkaç yıl öncesine kadar ‘klinik ölümün’ belirtilerini taşıyordu. Fransız basınında, Trump’ın Biden’a karşı seçimi kazanması durumunda ABD’yi NATO üyeliğinden çekmeyi planladığı dahi iddia edildi. Oysa Kuzey Atlantik İttifakı, ABD’nin dünya egemenliği stratejisinin ana araçlarından birini temsil ediyor.
Bu sözlerin devamı gelecektir...