Semir Ataullah
Lübnanlı gazeteci - yazar
TT

Köyün düşünürü: L harfinin canı cehenneme

‘Güzel zamanlar’ ifadesi daha önceden bilinmiyordu. Bu, Fransızca ‘La Belle Époque’ (güzel dönem) teriminden nispeten yeni ödünç alınmış bir ifadedir. ‘La Belle Époque’ iki savaş arasındaki (Fransa-Prusya Savaşı ile 1. Dünya Savaşı ç.n) sanatın, edebiyatın ve hürriyetlerin geliştiği ve birinci savaşın kıtlığı, ölümü, yıkımı ve vahşeti yaymasından sonra insanoğlunun mutluluk ve neşe aradığı döneme verilen addır.
Bundan önce ‘güzel zamanlar’; eski günler ya da ‘ah o günler’ veya ‘bizim zamanımızda’ şeklinde söylenirdi. Her geçmişte kalan şey de bir güzellik olduğu için bu ifade asırlar boyunca yankılandı. Bunu Shakespeare'in sözlerinde, Dostoyevski'nin korkunç masalcısında ve sevgili dedem Tamer Şakir’de görebilirsiniz.
Dedemin anıları en çok kışın içi geçmiş sobanın etrafındayken aklına gelirdi. Kandilin ışığı olabildiğince parlak olurdu. Karanlık, köşelerde kalmıştı. Dinleyicileri olarak ben ve ninem dedemin yanında sobanın karşısında otururduk. Bizimle birlikte sessizlik de yanımıza bağdaş kurup çökerdi. Gündüzleri üzüm bahçesi ve geçim derdi ile geceleri de uyku bastırmış bir şekilde dedemin ‘ah o günler’ lafı ile gençlik hikayelerini dinlerken geçerdi. Dedemin tabiriyle bu hikayeler, telli monoton bir müzikal nakarat gibi zaman zaman sözlerini doğrulardı.
‘Ah o günler’ lafını kullanan dedem ile Dostoyevski ve El-Cahız’ın zamanlarında bazı şeyler benzermiş gibi görünüyor. Her şey daha güzeldi. Geceleri dolunay daha parlaktı. Gündüzleri güneş daha az yakıcıydı. Elmalar daha lezzetliydi. Komşular daha arkadaş canlısıydı. Ninem destekleyici bir ifadeyle araya girerek “Un çuvalı yarım riraydı” derdi. Japonların cıvanın sembolü ile kavgalı olmaları gibi ninem ile ‘lam’ harfi arasında da bir husumet söz konusuydu. O yüzden ‘yarım lira’ yerine ‘yarım rira’ derdi.
Öğretmen Raful bize okul sobasının etrafında öğretirken, ninemin çıkardığı bazı heceleri ve sesli harflerin yerlerini düzeltmek aklıma gelirdi. Ancak ninemin ağırlığını ve sakinliğini zedelemekten korktuğum için adım atmaktan korkardım. ‘L’ harfinin canı cehenneme. Önemli bir şey olsaydı dedem zaten yapardı. Zira dedem dil konusunda özellikle de Lam (L) harfinde mütehassıs görünürdü. Çünkü İbnü'l-Verdî’nin Lâmiyyesi’ni, ‘L’ yani harfi harfine, kafiyesi kafiyesine ezberlerdi. Biz üzüm bağlarındayken o günlerin şiirlerine karşı bu günlerin şiiri hakkındaki görüşünü tekrarlamak için bu favori kasidesini yinelerdi.
Yakacak odun her bittiğinde ninem yan odaya gidip biraz daha getirirdi. Ancak getirdiği az olurdu. Çünkü o idareciliğin kitabını yazmıştı. Kış onun zamanlarındaki gibi değil, daha da çetindi. Ne zaman başlayıp ne zaman biteceği bilinmezdi. İhtiyatlı olmak gerekiyordu. Köydeki insanlar onun kilerinden geçiniyordu. Kiler, tüm evlerde kraliyet kasası gibidir. Bu ‘tüm evler’ kaç tane? 30- 40 aysız gecelerde evlerin cılız ışıkları görünmüyordu. Elektrik henüz gelmemişti. Bununla birlikte Dostoyevski'nin 19. yüzyılın başlarını rahmetle andığı gibi, dedem de o günleri rahmetle anardı.